KUTLU DOĞUMU ANLAMAK
Yaratılış gayesi Allah’ı tanımak ve O’na lâyıkıyla kul olmak olan insanoğlu, tarihin bazı dönemlerinde peygamberlerin üstün gayretleri ve rehberliği sayesinde tevhit akidesine bağlı kalmış, bazen de zulüm ve haksızlığa dalarak dalalete düşmüştür. Dalâletin gayyasında çırpınan insanlara nebilerin nefesi yetişmiştir. Peygamberimizden önceki dönemde de dünyanın her tarafı zulümler, karanlıklar ve sapıklıklar içindeydi. Hz. Musa’nın ve İsa’nın yaktığı çıra sönmüş, fazilet ve erdemler çoktan ölmüştü. Çaresizlikler içinde çırpınanlar bir çerâğ gözlüyordu ve bir kurtarıcı bekliyordu. Nihayet beklenen nur, nebiler silsilesinin son halkası, âlemlere rahmet Hz. Muhammed, milâdî 571 senesinin Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi sabaha karşı dünyaya şeref verdi.
Bazı kelimeler, deyimler, isimler ve nice tabirler vardır ki, onlar özellikle birilerine hastır ve onlarla hemen birileri hatırlanır. Kutlu doğum, bunlardan biri ve hatta birincisidir. Her doğum, her doğuş ve her oluş mutlaka ve elbette kutludur. Ama bütün kutlular bir kutlunun ve bir kutlu doğumun yüzü suyu hürmetinedir. O kutlu doğum hiç şüphesizdir ki, Kur’an anonsuyla “Âlemlere rahmet olarak gönderilen” peygamberimizin doğumudur. Onun için kutlu doğum ifadesi, peygamberimizle zarf ve mazruf gibidir. Zarf da, mazruf da mukaddes... Bu mukaddesi yüklenen zaman da, mekân da mukaddes... Bu zaman ve mekâna nefes veren doğum da mukaddes...
Evet, peygamberimizin doğumuna isim olan ve doğum günü, doğum zamanı, doğum yeri manalarına gelen Mevlit gecesini 25 Şubat da idrak ederek hep beraber kutladık ve onun doğumunun üzerinden geçen 1439 senenin hasretiyle karınca kararınca yandık ve yakıldık. Ve yine karınca kararınca hem fert, hem cemiyet ve hem millet bazında mana ve madde perspektifinde, kutlu doğum hatırasına ithaf edilmek üzere yeniden doğmaya karar verdik. Ve hele şükür, o kararın sıcaklığında ve ışığında kutlu doğum haftasına ulaştık...
Dünya, sayısız doğumlara, doğum sancılarına şahit ve beşik olmuştur. Ama bir doğum var ki, bütün doğumlar ve doğacaklar onun yüzü suyu hürmetinedir, onun sayesindedir, onun hatırınadır... Eğer o olmasaydı, dünya bu gün yoktu, insanlık bu gün mevcut değildi. İnsanlık insanlığını, evren medeniyetini, canlar nefesini ona borçludur. Çünkü insanlığı kin, köle, küfür, zorba ve zulüm ipoteğinden o kurtarmış ve yine onun soluğu kurtaracaktır... O, özel ve güzeldir. O, kâinatın efendisi, nebilerin son inicisi, Allah’ın sevgilisidir. O, gönüllerin sultanı, başların tacı, dertlerin ilâcı, çâresizlerin minhâcı, ilâhî mektebin muallimi ve manevî eczanenin biricik tabibidir. O, resûlüssekaleyn, ceddülhasaneyn, seyyidülkevneyn, imâmülharemeyndir. Ona sema hayran, arz meftun, felekler medyun, melekler meclûptur...
Hz.Aişe, onu şöyle vasfeder: “Züleyha’yı kınayıp da, Hz. Yusuf’u görünce ellerini kesen kadınlar, eğer Muhammed Mustafa’yı ve onun nur cemalini görselerdi, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi...” Onun soyu, sopu, nesebi ve silsilesi aktır, pir-i paktır. Bakınız Kitabımız Kur’an onu nasıl anlatıyor: “Senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır.” Onun için, Mevlâna: “Ey dünya ve ahiret güzelliklerinin padişahı, senin güzelliğinin memleketi hiç şüphe yok ki, mutlakıyettir”, Muhammed İkbal: “Namaz mihrabı Kâbe’ye, gönül mihrabı Hz. Muhammed’e müteveccihtir”, Gazali: “Her peygamber, insanı hakikate götüren yolu gösterir. Hz. Muhammed ise insana kendi hakikatini gösterir”, Musa Carullah: “Âdem ile başlayan peygamberlik, derece derece tekemmül etti ve Hz. Muhammed’de kemalini buldu. Zaten kemal, ancak ona mevdu ve mevrustu” der. ‘Yaradılmış cümle oldu şadman / Gam gidüp âlem yeniden buldu can / Basmasa mübarek kademin rûy-ı zemine / Pak etmez idü kimseyi hâk ile teyemmüm’ gibi mısralar onu ne güzel tarif, tavsif ve tasvir ediyor... Selam ona, salât ona, her türlü tahiyyat ve tekrimat ona olsun... Nasıl olmasın ki! İşte Kur’anın mesajı: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât ve selam edin.”
Mevlâna, “Ey Muhammed! Seni anlatmak ve seni övebilmek için yerle gök arası genişliğinde ağız isterim ağız...” dese de, 14-20 Nisan tarihlerinde kutlanan kutlu doğum haftasında, hep o anlatılacak ve hep o konuşulacaktır... Ne mutlu onu ananlara, anlayanlara, anlatanlara ve ona lâyıkıyla / hakkıyla şuur derecesinde ümmet olanlara ve ‘iyi ki doğdun ya Muhammed’ diyebilenlere... Umarım ki, bu kutlu doğum, daha nice özlenen ve gözlenen kutlu doğumların muştusu olur / olmalıdır... Kutlu doğum haftamız mübarek olsun... Allah’ın rahmeti, merhameti, mağfireti ve bereketi üzerimize olsun...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.