NASIL BİR RAMAZAN
Gâye-İnsan-Ufuk Peygamberimizin: “Her şeyin bir zekatı vardır, cesedin zekatı da oruçtur. Oruç insanları ateşten koruyan bir kalkandır. Oruç tutun, sıhhat bulun. Ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem ateşinden kurtulmaktır. Ramazan ayı geldiği zaman cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar prangalara vurulur. Kim bir oruçluyu çağırıp iftar ettirirse, onun ecri kadar sevap da kendisinin olur. Şu kadar var ki, oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmez. Oruçlu kimsenin ağzının kokusu, Allah’ın yanında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri iftar zamanında, diğeri orucu ile bana kavuştuğu zamanda. Sahura kalkınız, çünkü sahurda bereket vardır. Kim mükâfatını Allah’tan umarak oruç tutarsa, geçmiş günahlarından kurtulmuş olur” buyurduğu orucun güzelliği atmosferimizde, heyecanı vücudumuzun zerrelerinde, neşesi hasretimizin dindirilişinde, etkisi ve yetkisi buram buram yüreklerimizdedir...
Bu mükerrem ayın kelimelerle izahı yapılamayan bu muhteşem “dinamiğini” inkâr etmek, görmezlikten gelmek, onu anlamamak, onu hissetmemek, ona selam durmamak, sitemin en hafifiyle insafsızlıktır, mürüvvetsizliktir. Nitekim kâinatın Efendisi mübarek bir sözlerinde buyururlar ki: “Allah’ın ramazan ayında bin aydan hayırlı bir gecesi vardır. O gecenin hayrına nâil olmayan büyük mahrumiyete uğramıştır. Ramazan ayına yetiştiği halde günahlarından arınmayanın burnu sürtülsün.” Ama ne yaparsın ki şairin şu tespiti de ortadadır: Bîbaht olanın bağına bir katresi düşmez / Bârân yerine dürrü güher yağsa semâdan. Yâni: Yağmur yerine gökten altın ve gümüş yağsa da, bahtsızların bahçesine bir damla düşmez.
Onun için, akıllı insan, ramazan ayının rahmet yağmurundan kuruyan gönlünü, pörsüyen dimağını, gülmeyen yüzünü, görmeyen gözünü, işitmeyen kulağını, hak söylemeyen dilini, yardım etmeyen elini, doğruya yürümeyen ayağını, velhâsıl çoraklaşan, kuraklaşan, bataklaşan ruh dünyasını ıslatabilen, ıslah edebilen insandır. Hayatın girift hengâmesinde, zamanın baş döndürücü hızıyla yarış ederken yorulan, yıpranan, tükenen ve hatta dünyayı sırtlanması sebebiyle sararıp solan ve çok defa bunun bile farkında olmayan insan hiç değilse bu ayda, hayatı biraz yavaşlatmalıdır. Bunu becerebilen insan, geçici de olsa, dünyanın sırtına binip nefes almanın zevkine erecektir. Doğrusu da bu değil midir? Zira dünya sırtlanmak için değil, sırtına binmek için yaratılmamış mıdır? Öyle ise, bu hamallık neden ve niçin! Hem yaratılanın zayıf ve naif sırtı, bu dünyayı nasıl çeksin, nasıl götürsün...
Bu ayda insan kendini ve kendi hayatını temizlemeli, içine dönmeli, ruhuna bakmalı, otokritik yapmalıdır. Duygu ve düşünceler, makro ve mikro planlar, projeler, ümitler, umutlar derin bir muhâsebe, muhâkeme, murâkabe ve müzâkere mengenesinden geçirilmelidir. Nereden geldik, nereye geldik, ne haldeyiz, nereye gidiyoruz, nasıl gidiyoruz, azığımız, hazırlığımız var mı, ne zaman gideceğiz, gidip-gitmeme tercihimiz ve lüksümüz mevcut mu, orada bizi ne bekliyor... İnsanlık ekseninde, inanç bağlamında pozitiflerimiz, negatiflerimiz nelerdir gibi sorular ve onlara hazırlanacak cevaplar bu ayın zikri ve fikri olmalıdır. Daha doğrusu, bu ayda, insan biraz kendisiyle uğraşmalıdır. Ve bu ayda, insan, halka hizmeti çoğaltmalıdır. Unutmamalıdır ki, halk, Hak’kın gözüken yüzü, Hak’ta, halkın gözükmeyen yüzüdür. Halkı ihmal edenin Hak’ka, Hak’kı görmezlikten gelenin halka hayrı olmaz. “Halka hizmet, Hak’ka hizmettir” diyenler, hizmet balanslarını bu “ölçü” ye göre ayarlamalıdırlar... Ayarlamalıdırlar, çünkü; nasıl bir ramazan sorusunun cevabı, bu hassas ayarın içerisinde mevcuttur...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.