TOPLUM HUZURU İÇİN GEREKLİ İKİ KAVRAM: ŞEFKAT VE HÜRMET
Malum geçtiğimiz Pazar günü Anneler Günü olarak kutlandı birçok insan tarafından. Biz de tüm annelerimizin ve anne adaylarımızın bu güzel ve özel gününü kutluyoruz.
Aile denilince aklımıza gelen ya da gelmesi gereken iki kavramı bu hafta bir hadis-i şerif perspektifinde biraz konuşmak istiyoruz. Aslında kadın-erkek , anne -babaya özel kavramlar diye bir yaklaşım çok doğru olmayabilir. Ama ufak yaştan itibaren çocuğa bu kavramları öğreten birey daha çok anne-babadır. Bundan dolayı anne-baba dediğimizde olmazsa olmaz iki kavramı hatırlamayı ve hatırlatmayı uygun gördük. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir.”(Tirmizî, Birr ve Sıla, 15)
İslam, dünya hayatının yalnızca ibadet ya da bireysel boyutu ile değil, sosyal yaşam ve toplumsal boyutu ile de ilgilenmiştir. Zira kişinin mutluluğu ve huzuru aynı zamanda içinde bulunduğu topluluğun huzuru ile de doğrudan alakalıdır. Toplum hayatının işleyişi de yine her bir bireyin davranış ve tutumları ile şekillenmektedir. Daha net bir ifadeyle biz Müslümanlar olarak her birimiz üzerimize düşeni layığıyla yerine getirdiğimizde toplumsal olarak da her şey yolunda gidecektir. Bu anlamda Allah Resulü’nün “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 15) hadis-i şerifi, Müslümanlar olarak birbirimize nasıl davranmamız gerektiği konusuna işaret etmektedir.
Allah Resulü’nün ümmetine yapmasını önerdiği hiçbir konu yoktur ki kendisi o işin en güzel örneği olmasın. Bu anlamda, hadiste vurgulanan küçüklere merhamet konusunda Hz. Peygamber’den daha güzel bir örnek bulmak mümkün değildir. Nitekim merhamet, onun ayrılmaz bir vasfı olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de de geçtiği üzere Hz. Peygamber (s.a.s.), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir (Enbiyâ, 21/107). Allah Resulü’nün çocuklara olan sevgisi, yalnızca kendi çocuklarını değil tüm çocukları kapsayacak kadar engindi. Hz. Peygamber’in azatlı kölesi Zeyd’in oğlu Üsâme (r.a.) diyor ki: “ Peygamberimiz beni dizine alır oturturdu. Torunu Hasan’ı da öbür dizine oturturdu. Sonra bizi sinesine basarak: ‘Allah’ım! Bunlara merhamet et, çünkü ben bunlara merhamet ediyorum.’ derdi.” (Buhârî, Edeb, 27). Allah Resulü, Müslüman olmayan ailelerin çocuklarına karşı da sevgi ve merhamet dolu idi. Nitekim Enes b. Mâlik (r.a.) diyor ki: “ Peygamberimize hizmet eden bir Yahudi çocuğu vardı, hastalanmıştı. Peygamberimiz ona geçmiş olsun ziyaretine gitti. Baş ucuna oturup: ‘Yavrum! Müslüman ol’ dedi. Çocuk babasına baktı, babası: ‘Ebu’l Kasım’a itaat et oğlum.’ deyince çocuk Müslüman oldu.” (EbûDâvûd, Cenâiz, 61). Hz. Peygamber’in çocuklara gösterdiği bu şefkat ve sevginin çocuklara yönelik olumlu etkisinin yanında bir de toplumsal yönü vardır. Zira unutulmamalıdır ki bugünün çocuğu yarının yetişkini olacaktır. Çocukluğunda sevgi ve merhamet görmeyen bir çocuğun yetişkin olduğunda çevresine merhamet ve sevgi ile yaklaşmasını beklemek gerçekçi değildir. Merhamet duygusu, hayatın her çağında ve aşamasında taşınması gerekli duygulardandır. Hz. Peygamber’in “Allah insanlardan ancak merhametli olanları bağışlar.” (Buhârî, Cenâiz, 32) hadisi ise Yüce Allah’ın (c.c.) bizlerden merhametli olmamızı beklediğini vurgulamaktadır.
Hadiste vurgulanan ikinci husus olan büyüklere hürmet gösterilmesi de oldukça önemli bir ahlaki kuraldır. Söz konusu büyükler olduğunda akla ilk gelenlerden anne babaya karşı nasıl davranılması gerektiği Kur’an-ı Kerim’de veciz bir şekilde ifade edilmektedir. “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” (Îsra, 17/23) Anne babasına bir öf bile demekten alıkonulan bir Müslüman’ın kendinden yaşça büyük kimselere karşı saygıda kusur etmemesi gerekmektedir. Nitekim bu anlamda da Hz. Peygamber bizlere en güzel rehberliği sunmaktadır. Mekke’nin fethinde Hz. Ebû Bekir, yaşlı babası EbûKuhâfe’yi Müslüman olması için Hz. Peygamber’in huzuruna getirince, Resulüllah: “Şu ihtiyarı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın ben onu ziyaret ederdim.” buyurdu. Hz. Ebûbekir ise: “Onun size gelmesi daha uygundur, diye cevap verdi (İbnHişâm, IV, 25). Allah Resulü’nün yaşlılara karşı hürmetine dair başka bir örnek ise, savaş için gönderdiği mücahitlerine tavsiyede bulunurken kadınlar ve çocuklar yanında ihtiyarlara da dokunmamalarını emretmesi olarak gösterilebilir (Vâkidî, Meğâzî, II, 758). Hz. Peygamber, büyüklere hürmet konusunu çeşitli şekillerde dile getirmiştir. Bu minvalde, “Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lütfeder.” (Tirmizî, Birr, 75) hadisi ile saçı sakalı ağarmış pirifâni Müslüman’a saygı göstermenin Allah Teâlâ’ya duyulan saygı ve tazimden ileri geldiğini ifade ettiği (EbûDâvûd, Edeb, 20) hadisleri gençler için kendilerinden yaşça büyük kimselere nasıl davranmaları gerektiğine dair yol gösterici olmaktadır.
İslam’da küçüklere karşı şefkatle, büyüklere karşı hürmetle davranmak, üzerinde önemle durulan ahlaki bir esastır. Nitekim Allah Resulü, bunun aksi yönünde hareket edenler için bizden değildir diyerek konunun önemini gözler önüne sermektedir. Ümmetinin dünya hayatı için barış ve huzuru arzu eden, merhamet timsali Allah Resulü’nün inşa ettiği bir toplumun temellerinde merhamet ve hürmetin varlığı oldukça doğal görünmektedir. Bir yavruya verilen bir tebessümün, yardımına koşulan ya da sadece hâli hatırı sorulan bir büyükten alınan hayır duanın müminin günlük hayatının bir parçası hâline gelmesi gerekmektedir. Zira ancak bu şekilde Hz. Peygamber’in “Bizden değildir.” dediği o bedbaht gruptan ayrılabilir ve inananlar olarak huzur ve birlik içinde yaşayabiliriz. Hz. Peygamber’in bizlerden beklediği bu iki davranışın anne babalara bakan bir yönü de vardır. Unutulmamalıdır ki, küçükler yetişkinleri taklit ederek büyürler, kendisine merhametle yaklaşılan bir çocuk bu davranışı görür benimser ve heybesine ekler. Gün gelip de yetişkin olduğunda o da aynı şekilde kendinden küçüklere merhametle, yaşlılara da hürmetle yaklaşır. Zira büyüklerinden böyle görmüş olduğu çocukluk tecrübeleri, onun yetişkinliğini bu yönde şekillendirecektir. Buradan da anlıyoruz ki bu iki davranışın şekillenmesinde en aktif duygu şefkattir. Bu duygunun kaynağı da ailede ilk başta annedir.
Aslında her anne bir şefkat kahramanıdır! Duyguların incesi, sevgilerin engini, merhametlerin en samimisi onda toplanmıştır. O anne, âdeta kendisinden bir parça olan yavrusu için her türlü fedakârlığa katlanan, farklı acılara göğüs geren bir koruyucu kalkandır. Anne, sevgi ve şefkat âbidesidir…
Annenin sevgisi karşılıksız ve pazarlıksızdır. Dünyada insanlığın ulaşabileceği en yüksek duygu, annelere lütfedilmiştir. Kâinatın mutlak sahibinin, topyekûn insanlığa en güzel ikrâmıdır anneler. Anneler; başlara taç, gönüllere ilaçtır. Annelerin aslî vazifelerinin başında çocuklarının terbiyesi gelir. Çocuk, ilk terbiyeyi okulundan, sosyal çevresinden önce ana kucağında alır. Dünyayı şekillendiren, toplumların yiğitlerini yoğuran, şekillendiren, isimsiz, sessiz kahramandır anneler...
Evlatlar, merhamet ve şefkati, iman ve cesareti, hak ve hakikat mücadelesini, mukaddesâtını, şanlı ve ibret alınacak geçmişini, İslâmî şuur ve ahlâkının ilk örneklerini hep annelerden öğrenirler. Annelik, tam mânâsıyla kadının duygularının kemâle ermesidir. Annelik yürek işidir. Anne, yüreğimizde tesirini ömür boyu hissettiğimiz tek varlıktır.
Netice İtibariyle anne ve babamıza karşı güzel davranışlar benimsemek, onlara güzel sözler söylemek, onlarla alakayı kesmemek İslam Dininin emridir. Ayrıca ana-babayla ilişkiyi kesmek, onlara kötü söz söylemek, gönül kırmak yasak kapsamına alınmıştır. Toplumun değişmesi, teknolojik gelişmelerin yaşanması, eski ve yeni kuşak arasındaki çatışmaların olması bu hükümleri asla değiştirmez.
Yüce Rabbimiz kendi rızasına uygun, bireylerinin birbirlerinden razı olduğu, mutlu, huzurlu bir aile hayatı bizlere nasip etsin.
Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Gülhanım IŞIK- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi
FETVALAR BÖLÜMÜ
1- Kurbanın dinî dayanağı nedir?
Kurbanın meşru oluşu Kur’an-ı Kerim, Sünnet, İslam âlimleri ve İslam ümmetinin görüş birliği (icmâ) ile sabit bir ibadettir. Kurbanın meşru bir ibadet olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’de deliller mevcuttur. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in yerine bir kurbanın, Allah tarafından kendilerine fidye (kurban) olarak verildiği açıkça bildirilmektedir (Sâffât, 37/107).
Kurban’ın meşruiyetine işaret eden başka ayetler de vardır: “Kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belirli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc, 22/28) “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık.” (Hacc, 22/34) “Kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken kurban edeceğinizde üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.”, “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir.” (Hacc, 22/36-37)
Bu ayetlerde zikredilen hayvan kesiminin, et ihtiyacı temini için kesilen hayvanlar olmadığı, bunların ibadet amaçlı birer uygulama oldukları gayet açıktır. Et ve kanların Allah’a ulaşamayacağının, asıl olanın ihlâs ve takva olduğunun bizzat ayetin metninde yer alması bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.s.) de, kurbanı bir ibadet olarak kabul etmiş ve bizzat kendisi de kurban kesmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, meşru kılınmasından itibaren vefat edinceye kadar her yıl kurban kestiği bilinmektedir (Tirmizî, Edahî 11; bkz. Buhârî, Hac, 117, 119; Müslim, Edâhî 17).
Sahih hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.s.), kurban bayramında, Allah katında en sevimli ibadetin kurban kesmek olduğunu, kurbanın kesilir kesilmez Allah katında makbul olacağını ve kurban edilen hayvanın boynuzu, tırnağı da dâhil olmak üzere her şeyinin kişinin hayır hanesine yazılacağını ifade edip; bu ibadetin Allah rızası için yapılmasını tavsiye etmiştir (Tirmizî, Edâhî 1; İbn Mâce, Edâhî 3).
Hicretin ikinci yılından itibaren bugüne kadar bütün Müslümanların kurban kesmeleri, bu konuda bir icma-ı ümmet olduğunu göstermektedir (İbn Kudâme, Muğnî, Beyrut, XI, 95).
2- Kimler kurban kesmekle yükümlüdür?
Kurban kesmek, âkil, baliğ (akıllı, ergen), dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan bir Müslümanın yerine getireceği mali bir ibadettir (Merğinânî, el-Hidâye, IV, 70). İster nâmi (artıcı) olsun isterse nâmi olmasın temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka 80. 18 gr. altın veya bunun değerinde para veya eşyaya sahip olan kişi dinen zengindir. Dolayısıyla bu kişi Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu nimetlere şükran ifadesi ve Allah yolunda fedakârlığın nişanesi olarak kurban kesmelidir (Mevsılî, el-İhtiyâr, İstanbul, I, 99-100, 123; V, 723; İbn Âbidin, Reddu’l- Muhtâr, VI, 312).
3- Kurban keserken Allah’ın isminin anılmasının, besmele çekilmesinin hükmü nedir?
İster kurban niyetiyle olsun ister başka bir amaçla olsun hayvan kesilirken besmele çekilmesi gerekir. Hayvanın kesimi esnasında besmele kasten terk edilirse o hayvanın eti Hanefîlere göre yenilmez. Ancak kasıtsız ve unutularak besmele çekilmezse bu hayvanın eti yenilir (Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi, V, 48; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râık, VIII, 190-191).
4- Kurban keserken nelere dikkat edilmelidir?
Kurban keserken aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir:
a.)Usulüne göre bir kesim yapmış olmak için hayvanın yemek ve nefes borularıyla, iki atardamarından en az birinin kesilmesi gerekir. Bu şekilde yapılan bir kesim sırasında, hayvanın omuriliğinin kesilmesi mekruhtur. Bu konuda etlik kesim ile kurbanlık kesim arasında bir fark yoktur.
b.)Hayvanın canı çıkmadan başının gövdesinden ayrılmamasına özen gösterilmelidir.
c.)Kurban edilecek hayvana acı çektirilmemeli ve eziyet edilmemelidir. Bu nedenle hayvanlar ehil kişiler tarafından kesilmeli ve kesim işlemi süratli bir şekilde yerine getirilmelidir.
d.)Çevre temizliği için gerekli tedbirler alınmalıdır.
f.)Aynı şekilde, hayvanların bir diğerinin kesimini görecek şekilde yan yana bulundurulmamalarına azami özen gösterilmelidir.
5- Kurban eti nasıl değerlendirilmelidir?
Hz. Peygamber (s.a.s.) kurban etinin üçe taksim edilip, bir bölümünün kurban kesemeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, bir kısmının da evde yenmesini tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10). Ailenin fakir olması durumunda etin tamamı da evde bırakılabilir (Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, Beyrut 1399, IV, 185). Ancak, durumu iyi olan Müslümanların, toplumda muhtaçların arttığı bir dönemde kurban etlerinin çoğunluğunu hatta tamamını dağıtmaları uygun olur.
6- Kurbanlık hayvanların gebeliğinin önlenmesi caiz midir?
Kurbanlık veya etlik olarak beslenen hayvanların gebe kalmalarının önlenmesi, hayvan için kurbanlık olması açısından ayıp sayılmıyorsa ve insanların yararına bir menfaati gerçekleştirmeye yönelik ise, bunda bir sakınca yoktur (İbn Âbidin, Reddu’l- Muhtâr, Riyad, 1423/2003, IX, 557-558). Ancak kurbanlık için hazırlanan hayvanların mevcut gebeliklerinin sonlandırılması fıtrata müdahaledir. Hayvanlara karşı şefkatli davranılması gibi ilkeler de düşünüldüğünde, mevcut gebeliklerinin sonlandırılması dinen uygun görülemez.
7- Kredi kartıyla kurban satın almak caiz midir?
Kurban kesmekle mükellef olan şahıs, satın alacağı hayvanın bedelini peşin olarak verebileceği gibi, vadeli veya taksitli olarak da verebilir. Bu bağlamda bedelin kredi kartıyla ödenmesi kurbanın sıhhatine engel teşkil etmez. Ancak kredi kartı borcunu, ödeme tarihinde ödemek ve gecikmeden kaynaklanan faizli işleme düşmemek gerekir.
Kredi kartı ile taksitli kurban alırken, taksit yapma karşılığında bankaya ilave bir ücret ödenmesi durumunda ise, kesilen kurban geçerli olmakla birlikte, faizli işlem sebebiyle ayrı bir günah söz konusu olur.
8-Kesimden önce kusuru tespit edilemeyen bir hayvanın, kurban edildikten sonra hasta olduğunun anlaşılması ve etinin yenilmeyeceğine dair uzmanlarca karar verilmesi halinde, kurban dinen geçerli midir?
Bir hayvanın kurban edilebilmesi için, hayvanda bazı kusurların bulunmaması gerekir. Satın alınırken kurbana engel bir kusuru olan hayvan kurban olarak kesilemez. Hayvan kusursuz olarak satın alınıp da, alıcının elinde iken kurban olmaya engel bir kusurun ortaya çıkması halinde, kişi zenginse ayıbı olmayan başka bir hayvan alıp keser. Yoksulsa yeni bir hayvan alıp kesmesine gerek yoktur (Merğinânî, el-Hidâye, IV, 74-75; Kâsânî, Bedâiu’s Sanâi, Beyrut 1982, V, 68; Mehmet Zihni, Nîmet-i İslam, 602).
Kurbanlık hayvanın hasta olduğu, kesildikten sonra ortaya çıkmış ve sağlık sebebiyle etinin imha edilmesi gerekmiş ise, bu durumda iki ihtimal söz konusudur:
a-Satıcıya rücu edilip kurban bedelinin geri alınmış olması. Bu durumda, kurban kesme günleri henüz çıkmamış ise, yeni bir kurban alıp kesmek gerekir. Kurban bedeli, kurban kesme günlerinden sonra iade edilmiş ise, bu para fakirlere verilir.
b-Kurban bedeli satıcıdan geri alınamamışsa kişinin yeniden bir kurban kesmesi gerekmez. Ancak imkânları yerinde ise ve henüz kurban kesim günleri geçmemiş ise, ikinci bir kurban kesmesi ihtiyata daha uygundur.
Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.