AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

1-7 EKİM CAMİLER VE DİN GÖREVLİLERİ HAFTASI MESCİD VE CAMİLER RAHMAN’IN EVLERİ

1-7 EKİM CAMİLER VE DİN GÖREVLİLERİ HAFTASI MESCİD VE CAMİLER RAHMAN’IN EVLERİ

Mescit" sözcüğü "tevazu ile eğilmek" anlamındaki secde etmek kelimesinden türeyen ve "secde edilen yer" mânâsını ifade eden bir isimdir. Kur"ân-ı Kerîm ve hadislerde Müslümanların ibadet mekânları "mescit" olarak anılmıştır ki, bu adlandırma oldukça manidardır. Zira Allah Resûlü, “Kulun, Rabbine en yakın olduğu an, secde ânıdır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 147, 148) sözüyle Müslüman"ın ibadetinde secdenin ayrıcalıklı bir yeri olduğunu bildirmiştir. Daha sonraları içinde cuma namazı kılınan ve hutbe okunan daha büyük mescitlere, cemaati bir araya toplayan mânâsında "el-mescidü"l-câmi" denilmiştir. Ülkemizde zamanla, bu tamlamanın "cami" kısmı tek başına kullanılarak yaygınlık kazanmış, "mescit" ismi ise müstakil olmayan, çok daha küçük ibadethanelere has kılınmıştır. İslâm dünyasının geri kalanı ise "mescit" ismini benimsemiş, Müslümanların en kutsal mekânları olarak bilinen Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve Mescid-i Nebevî özel isimleriyle anılmaya devam edilmiştir.İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem"den bu yana, farklı inançlara mensup olsalar da insanlar her devirde, bir araya gelip topluca ibadet edecekleri kutsal mekânlar belirlemişlerdir. Kur"ân-ı Kerîm"in bildirdiği üzere yeryüzünde insanlar için yapılan ilk mabet "Mescid-i Harâm" olarak bilinen Kâbe"dir. Resûlullah da Mescid-i Harâm"dan sonra yapılan ilk mescidin Mescid-i Aksâ olduğunu haber vermiştir.

“Yeryüzü (toprak) benim için mescit ve temiz kılınmıştır. Ümmetimden kim nerede namaz vaktine ulaşırsa hemen orada namazını kılabilir.” (Nesâî, Mesâcid, 42) sözleriyle toprağın namaz kılmak için uygun olduğunu bildiren Hz. Peygamber, Medine"de mescit inşası tamamlanıncaya kadar namaz vakti girdiğinde, bulduğu geniş ve temiz olan her yerde namazını eda ederdi.15 Kubâ"da kaldığı süre içerisinde kendisi de burada namaz kılan Allah Resûlü bu namazgâhı genişleterek "Kubâ Mescidi" diye bilinen mescidi inşa ettirmiştir. Medine"ye yerleştikten sonra da kimi zaman yaya kimi zaman da binekli olarak sık sık bu mescidi ziyaret etmiş ve burada namaz kılmış, sahâbeyi de burada namaz kılmaya teşvik etmiştir.

Kubâ"da dinlendikten sonra Medine"ye varmak üzere tekrar yola çıkan Hz. Peygamber, Sâlim b. Avfoğulları"nın ikamet ettiği yere vardığında cuma namazını, Rânûnâ vadisinde daha önceden var olan bir mescitte kılmıştır. Medine"de mescit yapımı için karar kıldığı alanda ise, Medinelilerden ilk Müslüman olan kimse olduğu kabul edilen Es"ad b. Zürâre tarafından kurulmuş bir mescit vardı. Resûlullah"ın hicretinden önce Es"ad burada Müslümanlara vakit namazları ile cuma namazlarını kıldırıyordu.

Kur"ân-ı Kerîm"de, “Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah"ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi.” buyuran(Hac, 22/40.) Yüce Yaratan, kendisine ibadet edilen mekânların önemine işaret etmektedir. Allah Resûlü de Müslümanların mâbedi olan mescitlerin, “Allah katında en makbul mekânlar” olduğunu haber vermiş ve bulunduğu yerlerde mescit yapılmasına özen göstermiştir. Sahâbeyi de bu konuda teşvik etmiş, “Her kim Allah için bir mescit bina ederse, Allah ona cennette bu mescidin benzeri (bir köşk) bina eder.” (Müslim, Zühd, 44.) buyurmuştur. Bu nedenle Mescid-i Nebevî"den sonra Medine"nin içinde ve çevresinde pek çok mescit bina edilmiş, bunların çoğu yapımlarını gerçekleştiren kabilelere nispet edilmiştir. Fakat bunların içinde Hz. Peygamber"in mescidi ayrıcalığını korumuş, vakit namazları bütün mescitlerde kılınmakla beraber, ilk dönemlerde cuma namazlarında bütün müminlerin Allah Resûlü"yle buluştuğu yegâne mescit Mescid-i Nebevî olmuştur.

Mescitler İslâm"ın sembolü, Müslümanların birlik ve beraberliklerinin göstergesi, onların bir bölgedeki varlık ve hâkimiyetlerinin işaretidir. Resûlullah"ın (sav), bir ordu veya akıncı birliği gönderdiğinde onlara verdiği şu talimat bunu açıkça ortaya koymaktadır: “Orada bir mescit görürseniz ya da ezan sesi işitirseniz (o bölge halkından) kimseye saldırmayınız.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 91)

Birleştirici rolü olan mescitlerin, insanlar arasındaki farklılıkları ortaya koymak, ayrı bir zümre oluşturmak amacıyla inşa edilmesi, Müslümanlar arasındaki kardeşlik anlayışına aykırıdır. Nitekim inananların Hz. Peygamber"in mescidinde bir araya gelerek kenetlenmelerinden rahatsızlık duyan münafıklar bu birliği bozmak, müminler arasına ayrılık sokmak ve onların aleyhinde yapacakları zararlı faaliyetler için merkez oluşturmak amacıyla bir mescit inşa etmişlerdi. Ancak Yüce Allah Kur"ân-ı Kerîm"de "Mescid-i Dırâr" diye anılan bu mescidin hangi niyetlerle kurulduğunu Resûlü"ne bildirmiş ve şöyle buyurmuştu: “Ey Peygamber! Böyle bir yere asla adımını atma. İçine adım atacağın en uygun mescit, daha ilk günden beri, Allah"tan yana takva temeli üstünde yükseltilen mescittir ki, orada arınmak isteğiyle dolup taşan kimseler vardır. Şüphesiz Allah kendini arındıranları sever.” (Tevbe, 9/107-108.)Bu âyetlerin yer aldığı Tevbe sûresinin daha ilk başında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah"ın mescitlerini ancak Allah"a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah"tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tevbe, 9/18.) İslâm mabetlerini ancak inanmış gönüllerin imar edebileceğini bildiren bu âyet, aynı zamanda mescitleri mânevî anlamda imar etmek şeklinde de anlaşılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber, “Bir kimsenin mescitlere gidip gelmeyi alışkanlık edindiğini görürseniz onun imanına şahit olunuz.” (Tirmizî, Îmân, 8) sözünü bu âyetle açıklamış, mescitlere devam etmenin gereği üzerinde önemle durmuştur. Resûl-i Ekrem mescit yolunda atılan adımların sevap kazanma vesilesi olduğunu söylemiş, namaz için mescide giden bir müminin her gidiş gelişi için Cenâb-ı Hakk"ın ona cennette bir konak hazırlayacağını bildirmiştir.O, zorluk ve meşakkatlere rağmen abdesti eksiksiz ve âdâbına uygun almanın, mescitlere sık gidip gelmenin ve bu yolda çokça yürümenin, bir namazdan sonra diğerini hevesle beklemenin, mânevî dereceleri yükseltip hataları sileceğini ifade etmiştir(Müslim, Tahâret, 41.). Karanlık gecelerde mescide gidenlerden övgüyle bahsetmiş, namazı beklemek için mescitte bulunanların, bu süre içinde âdeta namazdaymış gibi sevap kazanacaklarını haber vermiştir. Allah Teâlâ"nın, kalbi mescitlere bağlı olan kimseleri kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelemiş ve O"nun, mescitlerde ibadete devam eden kullarına olan memnuniyetini, “Müslüman bir kimse mescitleri namaz ve zikir için kendine yer-yurt edindiğinde, Allah onun bu durumuna, ailesinin gurbetten dönen kişiye sevindiği gibi sevinir.” (İbn Mâce, Mesâcid, 19) sözleriyle tasvir etmiştir.

Peygamber Efendimiz mescide gelmek isteyen kadınlara mâni olunmamasını istemiş, rahatsız olmamaları için mescidin bir kapısını onlara tahsis etmeyi uygun görmüştür. Hz. Ömer de, daha sonra erkeklerin bu kapıdan girmesini yasaklamıştır. Ayrıca namaz kılamayacak durumda olsalar dahi büyük küçük bütün kadınların bayram namazlarında namaz kılınan alanın yanına gelerek bayram coşkusunu ve bereketini paylaşmalarını tavsiye etmiştir.(Buhârî, Îdeyn, 20.)

İslâm dininde sadece Allah için secde edilen, yalnızca O"na dua ve ibadet edilen, özel mekânlar olan mescitler, bizzat Resûlullah tarafından "Allah"ın evleri" olarak anılmış ve böylece her mescit "Allah"ın evi" kabul edilerek Müslüman hayatının merkezine yerleşmiştir. Ancak Allah Teâlâ"nın Kur"ân-ı Kerîm"de ilk mabet olan Kâbe için "evim" ifadesini kullanması sebebiyle (Bakara, 2/125.), Beytullah (Allah"ın evi) ismi Müslümanların kıblesi olan Kâbe"yle özdeşleşmiştir. Müslümanların kutsal mekânlar olan mescitlere girerken bu bilinçle hareket etmeleri ve mescit içerisinde bulundukları müddetçe mescit âdâbına uygun davranmaları istenmiştir.

İnananlar için en güzel örnek olan Hz. Peygamber, hem hâl ve hareketleri hem de sözleriyle onlara mescit âdâbını öğretmiştir. Yeterli cemaatin olduğu yerlerde mescit yapılmasını emrettikten sonra ibadetgâh olarak belirlenen bu mekânların temiz tutulmasını ve güzel kokularla kokulandırılmasını tavsiye etmiştir. Allah"ın evleri olan mescitleri temiz tutma konusunda sahâbe de oldukça titiz davranmıştır.

Resûlullah mescide ihlâs içinde, dualarla gelen kişi için meleklerin Allah"tan mağfiret dileyeceği ve Allah"ın da kendisine rahmet edeceği müjdesini vermiştir. Kendisi mescide girerken ve oradan ayrılırken çeşitli şekillerde Allah"a dua etmiş, ashâbına da şu tavsiyede bulunmuştur: “Biriniz camiye girdiğinde "Allah"ım, bana rahmetinin kapılarını aç.", çıktığında ise "Allah"ım, senden senin lütfunu istiyorum." desin.” (Müslim, Müsâfirîn, 68.) Ayrıca Rabbinin evine giren Müslüman"ın, burayı selâmlama mahiyetinde “tahiyyetü"l-mescid” namazı kılmasını istemiş, hatta birinin bu namazı kılmadığını fark ettiği bir cuma günü, hutbe esnasında onu uyarmıştır.(

Resûlullah, mescitte bulunduğu sürece müminin vakar ve sükûnetle hareket etmesini gerekli görmüş, bu sükûneti bozacak her türlü söz ve davranıştan ashâbını men etmiştir. Örneğin mescitte kayıp ilânı yapmayı ve alışverişte bulunmayı yasaklamış, cemaate yetişmek niyetiyle bile olsa cami içinde koşuşturmayı uygun bulmamıştır. Peygamber Efendimiz mescitte başkalarını rahatsız etmemenin gereği üzerinde önemle durmuş, “Her kim sarımsak veya soğan yemişse bizden —ya da mescidimizden— uzak dursun ve evinde otursun.” buyurmuştur.(Buhârî, İ’tisâm, 24.) Kesici ve delici aletlerle mescide girilmesini hoş görmemiş, bunlarla camiye girme zorunluluğu varsa kimseye zarar vermemek için gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir. Mescitte ibadet ederken bile ölçülü hareket edilmesi gerektiğini bildiren Resûl-i Ekrem, kendisi itikâfta bulunduğu sırada bazı kişilerin yüksek sesle Kur"an okuduklarını işitince, “Dikkat edin! Hepiniz Rabbinize münâcât ediyorsunuz. Birbirinizi rahatsız etmeyin! Kıraatte —ya da namazda— biriniz sesini diğerinden daha fazla yükseltmesin!” (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 25) buyurarak onları ikaz etmiştir. Dikkatleri dağıtmaması ve rahatsız edici olmaması için kadınların mescide gelirken koku sürünmelerini hoş karşılamamış, cemaatin birlikte, rahatça ibadet etmesi için kadınların erkeklerin arkasında saf tutmalarını uygun görmüştür. Zorunlu durumlarda mescitlerde gecelemek veya istirahat için yatmaktan ashâbını men etmemiş, kendisi de bazı zamanlarda mescitte dinlenmiştir.

Allah Resûlü mescitler içerisinde Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ ve Kubâ Mescidi"nin ayrıcalıklı konumda olduğuna, dolayısıyla buralarda ibadet etmenin faziletine işaret etmiştir. Bu mescitlerin, tarihimizde ve kültürümüzde ayrı bir yeri vardır. Bunların farklılığı şüphesiz ki mimarî yapılarından değil, İslâm tarihindeki önceliklerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi Mescid-i Harâm"ın İbrâhim peygambere, Mescid-i Aksâ"nın ise Süleyman peygambere kadar uzanan geçmişi vardır.

Kubâ Mescidi İslâm tarihinin ilk müstakil mâbedidir. Mescid-i Nebevî ise, Müslüman âleminde önemli bir mabet olmanın yanı sıra eşsiz bir ilim ve mâneviyât merkezi olma vasfıyla, kendinden sonraki bütün mescitlere örnek teşkil eden, Allah Resûlü"nün müminlere bıraktığı değerli bir mirastır.

Hz. Peygamber ve onu takip eden İslâm"ın ilk dönemlerinde mescitler, dinî ve sosyal hayatın merkezi olarak ibadet haricinde de kullanılmıştır. Daha yapımı sırasında Medine Mescidi"nde, Suffe Ashâbı olarak bilinen, kendilerini ilme adamış seçkin talebeler için bir yer ayrılmıştır. Mescit içerisinde ilimle meşgul olan kimseleri görünce onları överek yanlarına oturan Allah Resûlü, “Muhakkak ki ben muallim olarak gönderildim.” buyurmuş,(İbn Mâce, Sünnet, 17.) böylece eğitim ve öğretime özel bir önem verdiğini göstermiştir. Zaman zaman sahâbenin sorularını mescitte yanıtlamış, kendisine dini öğrenmek üzere gelen bireylere ve gruplara gerekli dinî bilgiyi burada vermiştir. Kendisine gelen âyetleri mescitte okuyup açıklayarak dinin hükümlerini ve inceliklerini öğretmiş; sözleri, vaaz ve hutbeleriyle inanan gönüllere bunları yerleştirmeye çalışmıştır. Ashâbın uygun olduğu vakitleri kollayarak bu zaman dilimlerinde onlara mescitte dersler vermiş, sahâbe de onun bu tavrını devam ettirmişlerdir. Kadınların da mescitte rahatça ilim tahsil edebilmeleri için bir gününü onlara tahsis etmiştir. Ashâb mescide geldiğinde halkalar kurarak Kur"an okumuş, ilmî sohbetlerde bulunmuş ve özellikle de fıkhî konuları onlarla müzakere etmiştir. Mescidin “ilim meclisi” olma özelliği sonraki dönemlerde de devam etmiş, büyük mezhep imamları ve diğer önemli İslâm âlimleri hep bu meclislerde yetişmiş, kendileri de mescitlerde ders halkaları kurmak suretiyle ilmi yaymışlardır. Böylece Hz. Peygamber"in başlattığı ilmî faaliyetler asırlar boyu devam etmiş, mescitler İslâm âleminde canlı ilim merkezleri hâline gelmiştir.

Hz. Peygamber ve sahâbe dönemlerinden günümüze dek cami ve mescitlerin inşası bütün İslâm âleminde önemli görülmüş ve Müslümanlar, nesiller boyu farklı kültür ve medeniyetlerin ürünü olan çok çeşitli mimarî ve sanatsal özelliklere sahip muhteşem camilerle yeryüzünü donatmışlardır. Yeni kurdukları şehirlerde mescidi merkeze alan bir planlama yapmışlar; dinî mimariye önem vererek camilerin, mimarî ve tezyinat bakımından en güzel yapılar olmasına özen göstermişlerdir. Toplumsal ihtiyaç ve yönetim zorunluluğu sebebiyle önceleri farklı amaçlarla kullanılsa da zaman içinde mescitler sadece ibadet edilen ve dinî ilimler öğretilen yerler hâline getirilmiştir. Osmanlı cami geleneğinde “külliye” kültürünün çekirdeğini oluşturan camiler sadece ibadete ayrılırken, bu muazzam mimarî yapının hemen bitişiğine veya çevresine eğitim ve sosyal hizmet kurumları, hamamlar, misafirhaneler, hastaneler gibi diğer unsurlar da inşa edilerek, camiye gelen insanların diğer ihtiyaçlarının da karşılandığı merkezler oluşturulmuştur. Günümüzde ise, özellikle büyük şehirlerde yapılan camiler aslî işlevine uygun olarak inşa edilmekte, diğer kişisel ve sosyal ihtiyaçlar, camilerin etrafına veya altına yapılan misafirhane ve ticarethane gibi çok amaçlı binalar vasıtasıyla giderilmektedir.

İçerisinde derin bir saygı ve edeple hareket edilmesi gereken mescitler, Allah"ın evleri olduğundan huzur ve sükûnetin kaynağıdır. Kimi zaman hayatın karmaşası içinde insanların nefes almasını sağlayan ve onları mânevî yönden tatmin eden bir rahatlama yeri, kimi zaman çaresizler ve kimsesizler için bir sığınak, kimi zaman da yalnızlıktan bunalan ruhların sosyalleşmesine katkıda bulunan toplumsal bir mekândır. İslâm kardeşliğinin ve birlikteliğin sembolü olan mescitler, bir kişinin ya da zümrenin tekelinde olmadığı gibi, kadın erkek, genç yaşlı her yaştan ve her sınıftan Müslüman"ın rahatlıkla ziyaret edip ibadetlerini eda edebilecekleri yerlerdir.

Kaynak:Hadislerle İslam (DİB) Yayınları

Hazırlayan:Ümmühan BAYRAKÇI Bilecik Müftülüğü İl Vaizi

Bu yazı toplam 369 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR