ABDÜLHAMİD’İN AYAK İZLERİ
Bugünden geçmişe doğru baktığımızda, Bilecik’in hakkı teslim edilmeyen kıymetinin, ilk defa Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında anlaşıldığını görebiliyoruz. Bilecik’i ilk defa bir sancak merkezi yapan, idari ve sosyal anlamda şekillendiren ve Bilecikliler’den kurdurduğu Ertuğrul Alayı ve Söğütlüler Taburu ile önce kendi nefsini sonra da yönetimini bunlara teslim eden. Ertuğrul Alayı’nın askerlerini Alman İmparatoru’na “Öz hemşehrilerim” ve “Akrabalarım” diye tanıtan Abdülhamid Han, daha önceki tespitlerimizde de belirttiğimiz gibi Bilecik ve Ertuğrul Gazi tasavvurunu sadece düşünce planında bırakmayan ve bunu aksiyona dönüştüren padişahtır.
Abdülhamid Han döneminde Japonya’ya gönderilen gemiye dahi Ertuğrul isminin verilmesi bunun tek başına ispatıdır. Günümüzde TRT’de yayınlanan “Diriliş Ertuğrul” isimli dizi sayesinde “Diriliş” mevhumunun tüm halkımızın diline dolandığı “Ertuğrul” demenin aynı zamanda “sefer” ve “zafer” demek ile örtüştüğü bir dönemden yaklaşık olarak 130 yıl kadar önce, hemşehrimiz Japonya gibi, çağının gelişmeye en yatkın ülkesi ile sosyal ve kültürel bir ilişki kurmak için göndermiş olduğu gemiye “Ertuğrul” ismini vermeyi uygun görmüştü. Bugünden baktığımızda böyle bir sefere giden gemiye “Ertuğrul” isminin verilmesindeki kıymeti ve hassasiyeti biz net bir şekilde görüyoruz ve hemşehrimizin “Ertuğrul Fırketeyni”nin, Bilecik ve Ertuğrul Gazi tasavvurunu aksiyona dönüştüren hamlelerden biri olduğunu anlayabiliyoruz.
Yine, “Ertuğrul’un ocağından uyandın” diye başlayan ve hemşehrimiz döneminde yazılan ve bestelenen “Sancak Marşı’nda da aynı derinliği görebiliyoruz.
Kurtuluş dönemini devlet ideolojisinin bir parçası haline getiren Sultan Abdülhamid Han’ın Bilecik ve Söğüt’e olan ilgisi elbette sadece bu hamleleri ile sınırlı kalmadı. Dönemin bütün olanak ve imar faaliyetleri içerisinde Bilecik’e de yer ayıran Abdülhamid Han, buna uygun olarak bölgemize de pek çok eser kazandırmış ve aynı zamanda atalarından kalma tarihi eserleri de onarımdan geçirmiştir. Bilecik’i sadece idari yönden şekillendirmekle kalmayan hemşehrimiz, sosyal ve kültürel hayatta da Bilecik’in kalkınması ve refahı için de gerekli her türlü tedbiri almış ve düzenlemeleri yapmıştır.
Genel hatları itibariyle Abdülhamit Han dönemi Türkiye’sinin zaten bir reform ve değişim dönemi olduğunu kabul etmek gerekir. Bu manada sadece Bilecik değil, özellikle Anadolu’nun dört bir köşesinde çağın gereklerine uygun yeni eğitim kurumları açılmış, hastaneler kurulmuş ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verilmeye çalışılmıştır. Bu bakımdan belki de hemşehrimiz döneminde Bilecik’e yapılan yatırım diğer şehirlere yapılanlardan çok daha az olabilir. Böyle bile olsa, bu durum Abdülhamid Han’ın Bilecik’e yani öz akrabalarına olan ilgisine helal getirmez.
Söğüt’te bulunan Ertuğrul Gazi Türbesi bu günkü haline Abdülhamid Han döneminde yapılan büyük restorasyondan sonra gelmiştir. Yine türbe içerisinde bulunan ve Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşlarının isimlerini taşıyan kabirler de Abdülhamid Han zamanında tespit edilmiş ve bu kabristan oluşturulmuştur. Asırlardır devam eden Ertuğrul Gazi’yi anma etkinlikleri, yani ihtifal, Abdülhamid Han zamanında yeni bir organizasyona kavuşmuştur. Bu dönem, bölgedeki Karakeçili aşiretlerini harekete geçiren hemşehrimiz, ihtifale maddi ve manevi olarak sağladığı destek ile, ihtifalin günümüze kadar organize bir şekilde ulaşmasında etkili olmuştur. Söğüt ilçe merkezinde bulunan ve 1400’lü yılların başında Çelebi Sultan Mehmet zamanında inşa edilen Çelebi Mehmet Camii de son ve şimdiki haline Abdülhamid Han döneminde ulaşmıştır. Bu dönem neredeyse cami temellerinden itibaren yenilenmiş, ihtiyaçlara uygun olarak büyütülmüş ve döneme uygun cami süsleme teknikleri ile süslenmiştir.
Söğüt’teki eski eserleri onarmakla kalmayan hemşehrimiz, aynı zamanda Söğüt’e yeni eserler de kazandırmıştır. Söğüt ilçesinde halen Çifte Minareli Cami olarak bilinen Hamidiye Camii Abdülhamid Han zamanında yapılmıştır. Caminin karşısında bulunan okullardan lise düzeyindeki İdadi de Abdülhamid Han döneminde yapılmıştır. Daha sonra buraya yetimler yurdu ve Rüştiye binası yapılarak, bu bölge adeta bir külliye haline getirilmiştir.
Abdülhamid Han’ın Bilecik’e kazandırdığı eserlerin başında da günümüzde Belediye Binası olarak kullanılan İdadi binası gelmektedir. Söğüt’teki muadili ile neredeyse birebir ve aynı teknik ile yapılan bu okul, dönemin Anadolu’sunda eğitime verilen değerin de bir örneğidir. Okul bahçesinde bulunan ve Bilecik’in eski yerleşim yeri olan Edebali Vadisi’ne tepeden bakan Saat Kulesi de yine hemşehrimiz döneminin eserlerindendir. Bilecik’e bağlı Cumalı Köyü’nde yaptırılan caminin de Abdülhamid han döneminde yaptırıldığı bilinmektedir.
Tarihi kayıtlara göre hemşehrimiz döneminde “Hamidiye” ismiyle Bilecik şehir merkezine yaptırılan bir cami daha bulunmaktadır. Yunan işgali zamanında yakılıp tamamiyle yıkılan bu caminin Valilik Konağı’nın bahçesinde olduğu söylenmektedir.
Hemşehrimizin ayak izlerini Bilecik bölgesinin tamamında görebiliyoruz. Tarihi eser olarak zaten ayrı bir değere sahip olan bu eserler halen kullanılmakta ve Bilecik’in sosyal kültürel hayatının bir parçası olmaya devam etmektedirler. Bununla birlikte hemşehrimizin ayak izlerini kimi halk anlatılarında ve hikayelerinde de tespit etmek mümkündür. Daha önce pek çok kere yayınlanan ve bahsedilen Abdülhamid Han’ın askerleri, hediye ettiği madalyaya ilişkin hatıralar, gelinlik; daha önce çeşitli kaynaklarda pek çok defa yazıldı ve çizildi.
Abdülhamid’in ayak izlerine dair Söğüt’te anlatılan iki hatırayı da kayıtlara geçmesi bakımından burada biz zikredelim:
Rivayet odur ki, Ertuğrul Alayı’nın henüz kurulmadığı veya yenice kurulduğu dönemlerde Sultan Abdülhamid Han, Söğüt’ün ileri gelenlerini saraya davet eder. Söğüt’te toplanan bir heyet Sultan’ın huzuruna çıkar. Sultan, Söğüt’ten gelen bu heyeti, devlet erkanının yanında pek çok kere övdükten sonra birkaç kere Söğütlüler’e bir istediklerinin olup olmadığını sorar. Her seferinde de “Canınızın Sağlığı”ndan başka bir cevap alamaz. Sonunda etrafındaki mahiyetine “Görüyor musunuz, benim hemşehrilerim istemeyi bile bilmezler, bari okusunlar, çocuklarını yetiştirsinler” diyerek Söğüt’e lise düzeyinde bir okul yapılmasını emreder.
Yine başka bir rivayete göre İstanbul’dan başlayan tren yolunun Bilecik bölgesindeki inşası esnasında Söğüt’ten bir heyet Sultan’a haber göndererek, kara treninin dumanının bölgede bulunan dut ağaçlarına zarar vereceği, ipekçilik ile geçimini sağlayan bölgenin bu sebepten dolayı zarara uğratılacağı söylenerek tren hattının değiştirilmesini talep ederler. Söğüt’te hala anlatılan bu rivayete göre, tren hattı bu sebeple Söğüt’ten değil Bozüyük üzerinden geçer.
Anlatılan bu hikayelerin doğru olup olmadığından ziyade, bu hikayelerde dahi Sultan ile Söğütlüler (ve tabii ki Bilecikliler) arasında bir rabıtanın kurulmuş olduğu, Sultan’ın bölgeye olan bağlının sadece zamanın gerektirdiği ölçüde olmadığı ve gerçek bir gönül bağının bulunduğu görülecektir.
Hemşehrimizin Bilecik’te izini sürmeye çalıştığımız ayak izleri, yazımızın başında söylediğimiz tezimizi ispatlar niteliktedir: Abdülhamit Han’ın Bilecik ve Ertuğrul Gazi tasavvuru sadece düşünce planında kalmamış ve hemşehrimiz bölge için yaptıkları ile bunu aksiyona da dönüştürmüştür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.