GÜLÜNÇ BİR YASAK
Meselâ “Vatandaşlar, kollarını herkese göstermek zorundadır; kolunu açmadan falan yere girmek yasaktır! Bu yasağa uymayıp da kolunu kapatanlar ve kolunu herkesin gözünden kaçırmak suçunu işleyenler şu şu cezalara çarptırılırlar” diye bir kanun çıkarılabilir mi?
“Kapalı dizle üniversiteye girilemez” diye bir kanun teklifi verecek milletvekilinin düşeceği komik durumu düşünebiliyor musunuz? Ayak başparmağını açmazsan, falan müesseseye giremezsin; bu lokantaya göbek açık olarak girilir; maç seyretmek isteyen omuzlarını açmak zorundadır, maç sırasında omuzlarını örtenler tribünlerden atılır; bakkaldan şeker alacak olanlar önce dizlerini gösteren etek (veya pantolon) giymek zorundadır nevinden yasaklar halkı güldürmekten başka hangi işe yarar? Böyle yasakların komik bulunmayacağı bir ülke düşünebiliyor musunuz? Böyle dayatmalara dünyanın her yerinde insan, ağzını bırakır burnu ile güler. Kuru derenin üstüne köprü yapıp, geçenden beş, geçmeyenden döve döve on akçe alan Deli Dumrul bile güler. Yok, Deli Dumrul, nasıl gücünü herkese kabul ettirmek için öyle yapıyor ve o nasıl tebessümle karşılanıyorsa, yasakçılar da ülkede patronun kim olduğunu göstermek istiyor ve kararlarını tebessümle karşılamamızı istiyorlarsa o başka…
Peki, vücudun hangi uzvu bu yönden istisna olabilir? Kim neye dayanarak, tamam dediğin doğruş, ama vücudun şu uzvu istisnadır, diyebilir?
Öyleyse, hiç kimse başını açmaya ve saçlarını herkese göstermeye mecbur edilemez. Bu, gülünç bir zulümdür. Zulüm olmaktan önce ve zulümden daha baskın olarak gülünçtür. İnsan, isteğinin dışında bir harekete zorlanmaktan öte, gülünç bir yasağa uyma onursuzluğu ile de karşı karşıya bırakılmış olur.
Saçmalığı anlamak istemeyenlere, anlatabilmek için ne yapmalı? Saçmalığı dile getirmesi için (Giyom Tel)e sipariş mi vermeli?.. İsmail Dümbüllü’yü mezarından çıkarıp, ahmakça yasaklarla milleti hüzne boğanların, insanını ve onun zamanını heder edenlerin taklitlerini yapıp yerin dibine batırmasını mı istemeli? Milletin mizah dehasının, yeni bir Nasrettin Hoca doğurması için dua mı etmeli? Meseleyi, Meclis’e başörtülü milletvekili seçtirerek halledeceklerden; “sessiz çoğunluğun sesi” olacaklardan; “bacı”lardan; elbirliğiyle ve kahramanca bir hamle görülmediğine göre…
Yasakçıların haklı veya haksız bir gerekçeleri de yok… “İrtica” iddiaları doğru olsaydı, bu yasağı uygulamaya başladıkları zamandan sonra, irticanın bittiğini ve yasağı koymakta haklı olduklarını söylemeleri gerekirdi. Şunun veya bunun saçının kendisine rağmen gösterilmesi, kime ne kazandıracak? Bir kimsenin cemiyet vitrininde; kendisini, kendi görünmek istediği kıyafetle arz-ı endam etmesi, kime ne kaybettirir? Dinî inancına göre hareket hakkını ileri sürecek, okuma hakkını dile getirecek de değiliz… Sadece bir kimsenin şahsî hürriyetine tecavüz ülkeye ne kazandırabilir, diye sormak istiyoruz, o kadar! Oysa neleri kaybettirdiği ortada… Yoksa “meseleyi çözmeyi” seçim meydanlarında vadedenler, böylelerini (psikiyatrislere) mi bıraktı?
Kadın vücudunu teşhiri faaliyet alanı seçenler bile, bunu zorla değil, menfaat temini ve kanuna aykırı baskılarla yaptırırlar. Dansözler, (stiriptiz)ciler vs para karşılığı, kadındaki teşhircilik, erkekteki röntgencilik zaaflarını kullanmayı ve bu tür ahlâksızlıkları önlemek için çıkarılan kanunların boşluklarından faydalanmayı becerenlerce, sanat kılıfı altında, “şahsî menfaat temin etmek” için vücutlarını teşhire “ikna” edilmişlerdir.
Bu noktaya gelince, bırakın vücudun bir yerini göstermeye mecbur etmeyi; kötü sonuçlara zemin hazırlayacak ve başkalarını tiksindirecek şekilde giyinenlerin hizaya getirilmesinin gereği daha iyi takdir edilir. Zira densizlik edip gözleri rahatsız edenlerin cezalandırılması haktır; hattâ devletin görevidir… Dünyanın her yerinde ve her devirde kendisini teşhir ve birilerini buna zorlamak hastalık olarak nitelenmiş ve failler cezalandırılmıştır. Nerede kaldı, vücudun bazı yerlerini göstermeyi mecbur tutmak…
Dünya kurulduğu günden beri zulümleriyle ünlü diktatörler bile; nerede, ne zaman ne yapacakları belli olmayanlar bile böyle bir abes içine girmemiştir. Ne Firavun, ne Nemrut; Ne Roma, ne Bizans; ne komünizm, ne faşizm, ne kapitalizm ve ne liberalizm fertlerin şuralarını buralarını açmalarını emretmiştir. Peygamberi ateşe atmaya kalkışacak; gökte zannettiği “Tanrı”ya; en yüksek bildiği dağa çıkıp ok atacak kadar çılgın, hem dünya, hem mânâ bilgileri yönünden cahil küfür kuduzları bile böyle bir abes içine düşmedi. “Başını açmayanlar falan yere giremez!” gibi bir kanun dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman çıkarılamadı. Zaten ülkemizde de yok… Başörtüsünü yasak edenler de, kararlarını bir kanuna dayandıramamanın rahatsızlığı içindedirler. “Zerdüşt böyle buyurdu” misali, “yönetmelik emri” ve “konu ile ilgili genelge bunu emrediyor” gibi lâflar gevelemektedirler.
Yasak öylesine gülünç ve bu o kadar açık ki, “ayan olan, beyan istemez” misali belirtmek gereği bile duyulmuyor.
Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman böyle bir yasak yoktur demiştik ama şu sıralarda uzayda hayat olduğu iddiaları epeyce ciddiyet kazandı. Bu yasakçılar, çok ileri gezegenden geldiler de, bizim idrakimiz yaya kalıyorsa o başka…
Şimdi millet; bu kadar açık ve saçma bir yasağın, gözükara bir şekilde uygulanmasından şok olmuş, küçük dilini yutmuş şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez halde. Hattâ yasakçılardan, hatalarını anlayıp vazgeçmelerini bile bekliyor. Ama bu şok geçtikten sonra (ve ümit ettiği dağlara kar yağarsa) millet, kanun dışı yollarla ve kanunsuz olarak baskı uygulanmasına karşı, meşruiyet içinde bir çözüm bulacaktır. Yasakçılar, dünya dünya olalı hiç kimsenin kalkışmadığı gülünçlüğü, haksız ve kanunsuz olarak uygulamaya kalkan ilk kahramanlardır. Bir “ilki başaran” bu istisnaları, o gün millet “korumaya” alacak ve merhametle müzeye kaldıracaktır. (Kardelen; 27. sayı / Ekim 2000)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.