ALİ ERDAL

ALİ ERDAL

Güneş Meydanda

Güneş Meydanda

kabee.jpg

İlk mâbet (Kâbe); ilk insan (ve ilk peygamber) tarafından Allah’ın emri üzerine, meleklerin yardımıyla yapıldı. Camiler, mescitler onun şubeleri… Hattâ namaz kılınan her yer, o süre içinde şubesi…

Kâbe (ve şubeleri)… Zamandan ve mekândan münezzeh Allah’ın mecazî mânâda evleri… Öyleyse… Kimsenin mülkiyetinde olmamalılar… Korunmak için hiçbir ferde ve topluma muhtaç olmamalılar. Nitekim öyle oldu. “Ebabil kuşları” şahidimizdir. Bırakın kullar tarafından korunmalarını, onlar bulundukları beldelerin tapuları… Camiler mühür, minareler imza… Yıkılmış olsalar bile… Üstelik beldeleri güzelleştirirler. Değil beldelerin kendileri, siluetleri bile, onlar sayesinde ayrı bir güzellik ve mânâ kazanır. Beldeler, ihtişam ve şahsiyet kazanır. Onlar, cem ettikleri topluluğun maddî ve manevî aksiyonları için mihrak noktasıdırlar.

Sadece İslâm… İşte böyle… Mabedinin hüviyetini… Herkesin anlayacağı sadelik ve netlikte açıklayabilir. Bu başlangıç... Derinleşmek isteyenler için alan geniş. İslâm’ın dışındakilerin söyleyebilecekleri ise, yapı bilgilerinden ibaret kalır. Mâbetlerinin, yaratılışla başladığını söyleyemeyecekleri gibi, başlangıçlarının ilâhî emir olduğunu, meleklerin yardım ettiğini de söyleyemezler. “Yeryüzünde temiz her yer bizim için ibadet yeridir” hiç diyemeyeceklerdir. Merkez ve şube münasebeti söz konusu bile değildir. Tabiî ki “Allah’ın evi” de diyemiyeceklerdir; en fazla kutsal mekân kabul edeceklerdir.

İslâm’ın mabedi; varoluşu icabı hayatın merkezidir. Doğumdan ölüme… Bir yere yerleşilecekse önce münasip bir yere Kâbe’nin bir şubesi inşa edilir… Sonra her şey ona göre vaziyet alır, hizaya geçer… Belde ona göre kurulur, hayat ona göre yaşanır… Ölüm de ona göre... Bugün önce insanlar bir yerlere telâşla ve alelacele evler yapıyorlar… Rehbersiz ve plânsız… Düşüncesiz ve öngörüsüz… Nüfus yoğunlaşınca mahalleli cami için harekete geçme ihtiyacı duyuyor. Yani cami, bırakın merkez olmayı kenar bile değil. Dış kapının mandalı. Bu şartlarda caminin hayatı nizamlaması söz konusu olabilir mi? Bugün merkez olamaması, İslâm’ın değil, caminin hakikatinden mahrum Müslümanın aczi.

Maddede maliklere muhtaç olmayan mabedin, “günah işlemez ruhanî sahipleri” haliyle olamaz. Günahsız olmanın da üstünde “günah çıkartan” kralları yalınayak huzuruna getirten, karşı çıkanı cezalandıran “insandan çok çok üstün, Tanrı’dan kıyas olmaz derecede küçük” patronları hiç olamaz. Bütün sırları, manevî dereceleri biliyor görünen mâbet efendileri de yoktur. Herkesin giremeyeceği esrarlı odalar, dehlizler, kutsal sular, kutsal ateşler, kutsal mumlar da yoktur. Böyle dolgu maddelerine ihtiyacı yoktur. Her şey güneş gibi meydanda, maddede ve mânâda aydınlık. İçinden ve dışından güneş gibi apaçık ve apaydınlık. Dindarlık görüntüsü ile safdilleri kandırmak isteyenler, cami dışında başka mekânlara kutsallık görüntüsü vermek gayretinde olmuşlardır.

Sadece İslâm, mabedine ibadete gelecekler için maddî ve mânevî temiz olmayı şart koşabilmiştir. Temizliğin ne olduğunun ve nasıl temiz olunacağının atlasını “mükelleflere” göstermiştir. Diğerleri, bir de böyle şart koşarlarsa kimseyi bulamayacaklarını bilmenin ezikliği ile şart ileri sürememişlerdir.

Zamanı ve mekânı da yaratan Allah’ın evi mâbedimiz, dünyanın yuvarlaklığı sebebiyle zamanı kucaklamaktadır. Dünyada her an… Her an!..  Evet her an!.. Allah’ın varlığı, birliği, ibadetin O’na yapılacağı, Kâinatın Efendisi’nin son peygamber olduğu, kurtuluşun İslâm’da olduğu yüksek bir yerden insanlara günde beş defa tebliğ edilir, kurtuluşa çağırılır. Her şeyi yaratan Allah, bunu mümkün kılmıştır. Bu aynı zamanda ibadet vaktinin de ilânı. Arı oğul verir gibi, dünyada her an ezan okunur, her an namaz kılınır. Şu ihtişama ve nasibe hayran olmaz mısınız? Minareyi işte bu yücelik, icat etti. Günlük namazlar için “vakit” emrinin hikmetini anlar gibi oluyoruz.

En şahane nizam ve disiplin… Önde “iki anını birbirine eş geçirmeme” gayretinde imam… Daha ehil biri geldiğinde tevazu ile yerini terke hazır… Arkasında ihtiyaç halinde vazifeyi devralıp devam ettirecek ehliyette kişiler. Hiçbir aksaklık, nizamı bozamaz. Bir sistem dâhilinde ip gibi dizilen saflar… Görülmeye değer... Hele Kâbe’deki saflar ve tavaf öyle bir güzellik ve öyle bir nizam ki anlatılır gibi değil. Dizilişte ne mevki, ne zenginlik, ne kuvvetlilik, ne güzellik, ne şu, ne bu bir kıymet ifade ediyor. Ve okuyuşundaki tesir ve güzellikle, zarafet ve incelikle cemaat içinde pırıldayan bir yıldız daha: Müezzin… Eşi bulunmaz cemaat şuuru… Herkes birbirine, belki onun sayesinde namazımız kabul oldu diye sevgi ve saygıyla davranır. Cemaate dâhil olmanın zamanı, şekli, usulü en ince ayrıntılarına kadar bellidir… Cemaatten çıkmanın da… Ayrılmanın değil, geçici olarak çıkmanın.

En geniş toplulukları sinesinde barındırmanın bütün usul ve yolları belirtilmiş olmasına rağmen, cemaate dâhil olmak için kayıt, abonelik, numara, sıra, formalite yok. Ücret yok… Tek şart Müslüman olmak; bunun da kararı ferdin kendisine ait... Cemaate katılmanın şartlarını yerine getirmek ve şartları kaybettiğine karar vermek de… Zorlama yok, takip yok, mimleme yok. Dün neredeydin, niye geç kaldın, niye erken ayrıldın diye sorgulama yok. İçerde bir yeri kendisine tahsis etmek yok… Mâbedi bir sınıfa, renge, topluluğa tahsis etmek yok. Her biri her Müslümana açık. Eşi bulunmaz bir “sivil topluluk”…

Mâbedimiz; evde, işte, sokakta, dağ başında; tek kişiden büyük şehre kadar her sahada herkes için en güzel ve üstün nizam örneği. Nizama bakın: Camiye girdiğinizde ibadetin hangi safhada olduğunu kimseye sormadan bilebilirsiniz. “Çizmemde bir çivi noksan olsa Roma medeniyetini batmış sayarım!” diyen; nizam neymiş; kürsüsü, mihrabı, minberi, minaresi, kıbleye göre dizilişi ile ibadet ve nasihatleri ile mâbedimizde ve ona göre yaşayan cemiyette görsün.

Mâbedimiz, her an Allah huzurunda olunduğu idrakini, her haliyle hatırlatan mekân… “Günde beş defa yıkanan insanda kir mi kalır”? Maddede ve mânâda…

Haftada bir, cemiyet meselelerinin ağır bastığı, Müslümanı, münafık olup olmama yönünden kendine test ettiren daha geniş toplanma… İbadet ve ibadet seviyesinde nasihat... Haftada bir cemiyet yıkanıyor. Maddede ve mânâda…

Yılda iki defa her ferdi, her sınıfı, hattâ geçmiş ve geleceği kapsayan bayram neşesi… Dargınlıklar kalkıyor… Fertler barışıyor, cemiyet bütünleşiyor. Yardımlaşıyor… “Bayram temizliği”, darbımesel olmuş ne güzel bir ifade…

Yılda bir… Cihan çapında… Allah’ın dâveti ile... İmkânı olan mükelleflerin şahsında bütün kavimlerin, ekollerin, yorumların cihanşümul kongresinin de üstünde merkezde; yaratılışın, mâbedin, hayatın, ölümün, mahşerin ve kulluğun tefekkürü… Ayrılıklar, aykırılıklar, farklılıklar birbirini tanıyor, birbirine hesap veriyor ve kendisini hesaba çekiyor. Birbirinden öğreniyor. Fert ve cemiyetin iç hesaplaşmasının en yüce tezahürü… Milyonlar bir arada; kavga ve tartışma yok, gürültü ve şamata yok. İslâm’ın dışında, bunun binde biri kalabalıklarda ne canlar yandığını ne ölümler olduğunu herkes bilir. Bir de “Hacı sabır” sözünün kazandırdığı tesiri, yumuşaklığı ve sakinleştiriciliği düşünün. Haccın eşi ve benzeri yok. Müslümanı ümitlerinin üstünde, günahlarından arındırıyor.

Sanki Kâbe’den çıkan nurdan eller, mâbetlerimizin üstündeki hilâllerden tutmuşlar, etrafındaki medeniyet yuvaları, kültür müesseseleri ile kıbleye göre kurulmuş evleri ile masal âleminden alıp serpiştirivermişler dünya üzerine yıldızları... Cami güneşi etrafında ilim yuvaları, temizlik ve sağlık tesisleri, irfan ocakları, alışveriş, zanaat ve sanat merkezleri, yardımlaşma kurumları… Güneş ve gezegenleri… Sistem... Cemiyet başıboş değil. Hâsılı insan gibi yaşamayı sağlayan bir hayat kurulmuş. Yaşanmaya değer bir hayat… Uğruna ölünmeye lâyık bir hayat… Saadet, denize atılan taşın halkaları gibi mâbedimizden cemiyete yayılıyor...

Daha iyiliği, güzelliği, doğruluğu telkin ve tavsiye eden, emreden ve öğreten; insanı yücelten, kötülük, zulüm ve çirkinliklerden kurtaran özelliklerinden bahsetmedik. Bugün hayvancılığın kurban bayramı sayesinde ayakta kalabildiğinden başlayıp ekonomik hayata tesirinden, zekâttan, sadakadan, vakıftan bahsetmedik.

Bir an için… Allah muhafaza… Güneşten mahrum olduğumuzu düşünelim… Cami olmasaydı… Muhal farz… “En şerefli mahlûk” olmak haysiyeti, kan ter içinde o sistemi icat etmek ihtiyacını hissederdi. Arasak da bulamayacağımız nizamı Allah, Resulü vasıtasıyle lütfetti. Kıymetini bilelim...

Doğruyu, güzeli, iyiyi görmek isteyen için güneş, meydanda. Bütün bunlar İslâm’a hayran etmiyorsa bir insanı, o haline yansın.

Bu yazı toplam 3341 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
ALİ ERDAL Arşivi
SON YAZILAR