İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ EN ÖNEMLİ KAVRAM “EDEP”
Kim demiş Avrupa insanı medeni?
Ne edep var ne haya çırılçıplak bedeni
Eğer medeniyet açıp saçmaksa bedeni;
Desenize hayvanlar bizden daha medeni!
Edep, konuştuğun zaman dilini korumak, yalnız kaldığın zaman kalbini korumak, dışarıya çıktığın zaman gözünü korumak, yediğin zaman boğazını korumak, uzattığın zaman elini korumak, yürüdüğün zaman ayağını korumak ve bütün işlerinde vaktini korumaktır.
Ecdadımız çocukların İslâm ahlâkıyla terbiye edilmesine, geleneklerimize ve manevî birikimlerimize göre yetiştirilmesine ehemmiyet gösterirdi. Akşamları Kur’ân-ı Kerîm okuyan dedeler, Hz. Ali’nin cenklerini anlatan nineler, göz nuruyla hat çoğaltan amca ve dayılar, zarafet ve nezâketin timsali teyze ve halalar, çocuklara güzel örnek olurlardı.
Evde çocuklar dahil kimse ayakta yemek yemezdi, önce eller yıkanır, sofraya birlikte oturulur, evin en büyüğü başlamadan, yemeğe kimse başlamazdı. Büyük anne veya büyük baba yemeğe başlarken herkesin hatırlaması için besmeleyi yüksek sesle çeker, sofradan kalkılırken “hayırların fethi, şerlerin def’i için Fatiha Suresi okunurdu.
Evlerin bir kısmının çatal kapısında ay ve yıldız görülür ve bu evden birisinin hacca gittiği anlaşılır, arkadan da “Allah gitmeyenlere de nasip etsin” duaları edilirdi. Osmanlı sokaklarında dolaşırken o güzelim cumbalı ahşap evlerin pencerelerinde çiçekler görülürdü. Çiçeklere de çeşitli manalar yüklenmişti. Meselâ pencerenin önündeki sarıçiçek; “Bu evde bir hasta var, lütfen gürültü yapmadan mümkün olduğunca sessiz geçin” manasına gelmekteydi. Çiçek kırmızı ise; “Bu evde evlenme çağına gelmiş genç bir kızımız var, sakın ola kötü bir söz edip de onun kalbini incitmeyin.” demekti.
Evlerin kapı tokmakları, penceredeki çiçeklerin gösterdiği manadan geri değildi. Kapı tokmakları çift halkadan müteşekkildi. Bunlardan, aslan başı motifli ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerdeki ev sahibi gelenin beyefendi olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı.
Hayatın sadeliği mahalleye de damgasını vururdu. Gözü tırmalayıcı hiçbir şey görülmez, insanlar birbirine hürmet eder, selâm verirdi.
Mahallede birisi öldüğünde, cenaze evine ilk önce kıble istikâmetindeki komşusundan olmak üzere, bir hafta, on gün yemek yollanır, kimse onlara işittirecek tarzda gülüp, eğlenmezdi. Böylece komşunun acısına ortak olunurdu.
Bayramlarda mahalle kabristanına topluca gidilir, burada ziyaretler yapılır ve dualar edilirdi.
Hanımlar eşlerine: “Efendi” ya da “siz” derlerdi. Ya da Ahmet Bey, Mehmet Bey diye hitap ederlerdi. Beyler de eşlerinden Ayşe Hanım, Fatma Hanım diye bahseder ya da hitap ederlerdi. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırdı.
Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edeptendi. Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirdi.
Günümüzde çocuklarımızın, gençlerimizin ecdadımızın çocuklarına verdiği edep ve adap kurallarını kavratmak o kadar zor mu? Bütün derslerin programlarına eklenecek konularla güzel değerleri çocuklarımıza verebiliriz.
Edep bir taç imiş, Nur-i Hüda’dan,
Giy ol tacı, emin ol her beladan