AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

İSLÂM DİNİNİN YAŞLANMA DÖNEMİNE BAKIŞI

İSLÂM DİNİNİN YAŞLANMA DÖNEMİNE BAKIŞI

İSLÂM DİNİNİN YAŞLANMA DÖNEMİNE BAKIŞI
 

Yüce Allah, “sünnetullah” dediğimiz, bu dünyanın nizamıyla ilgili çeşitli kanunlar koymuştur.
Bu kanunlardan birisi de, her canlının kendi şartlan içinde, soyunu devam ettirmesidir. Bu sistem içerisinde yer alan canlılar, hayata geldikleri zaman genelde güçsüz ve korunmaya muhtaçtır. Sonra gelişir, olgunlaşır, güçlenir ve nihayet yaşlanırlar. Öyle ise yaşlanmak, bu dünyadaki geçici hayatın kaçınılmaz bir gerçeğidir.

Yaşlanma dönemi bazı önemli sorunların yaşandığı bir zaman dilimidir. Birçok sınırlandırmalarla karşılaşılan yaşlılık döneminde bireyler, anlamlı bir hayat tarzı sürdürme tecrübesi esnasında bazı olumsuzluklarla yüz yüze gelirler. Çoğu zaman yaşlı kimseler için bu olumsuzluklar; göz, kulak, el, ayak ve vücudun diğer organlarının etkin bir şekilde kullanılamaması şeklinde ortaya çıkar. Bazıları için, fiziksel güç ya da dolaşım sistemindeki sorunlardan kaynaklanan enerji seviyesinin düşmesi biçiminde görülür. Ayrıca kronik hastalıklar, ekonomik problemler, yalnızlık, rol kaybı, kendi ölümlerinin antipatikliği, sevilen kimselerin ölümü ve diğer kayıplar yaşlanma döneminde ortaya çıkabilen önemli sorunlardır.

Yine yaşlılık; kendine özgü fizyolojik ve ruhsal değişimlerin ortaya çıktığı, bilgi ve deneyimlerin sentez edildiği, genç kuşaklara aktarıldığı, yalnızlık ve uyum sorunlarının yaşandığı dünya hayatının son evresidir. Yaşlılık algılama, bellek ve kısmen bile olsa üretme yeteneklerinin azalmasıyla kendini belli eder. Yaşlılık, ruhsal yönden çevreye karşı ilgisizlik, içe kapanma, hayattan zevk almama gibi değişimlerle kendini belli eder. Yaşlı insan, bu döneme tecrübe kazanarak gelmiştir, güngörmüştür, dünyada bir şekilde görevini yapmış, çocuklarını yetiştirmiş, okutmuş, evlendirmiş, iş sahibi yapmıştır, torunları olmuştur. Hayatının bu son dönemini, çocuklarının yanında torunlarını severek geçirmek, saygı görmek, iltifat edilmek ister. En büyük korkusu bir kenara itilmek, yalnızlığa terk edilmektir. Vücudunun yıpranmış ve birtakım hastalıklara yakalanmış olması, yaşlılık döneminin önemli problemlerindendir. Eskiden büyük ailelerde yaşlılar çocukları ile birlikte aynı evde yaşarlar, sevgi ve saygı görürlerdi. Modern hayat, yaşlıları kendi evlerinde yalnız yaşamaya veya huzur evlerinde kalmaya mahkûm etmiştir. İslâm, yaşlıya saygı, sevgi, ilgi, şefkat, merhamet ve hizmet edilmesini ister.

Kur’an’da yaşlılık dönemi kadar hayatın bir başka evresi konusunda bizi düşünmeye çağıran çok az ayet vardır. Bazı müfessirlere göre “Asr” suresinde Allah, insanları, insan ömrünün ikindi vakti olarak değerlendirilen yaşlılık dönemi konusunda düşünmeye çağırmaktadır. Müfessirler “Asr”dan maksadın; insan ömrünün son dönemi, ikindi namazı, zaman, asr-ı saadet olabileceği konusunda görüşler ileri sürmüşlerdir. (Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1971, c. IX, s. 6067-6076) Kur’an yaşlılığı, ölüm gibi insan hayatının tabiî bir parçası olarak görmektedir. Çocukluk döneminin güçsüzlüğünü gençlik ve yetişkinlik dönemi izlemektedir. Arkasından hayatın son döneminde güçsüzlük ve zayıflık yeniden ortaya çıkmaktadır, sonra da ölüm herhangi bir anda hayat sürecini sonlandırmaktadır. Bu gerçek Rum suresinde şöyle ifade edilmektedir: “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah’tır. O dilediğini yapar.” (Rum, 54) Nahl suresinde Kur’an, yaşlılık dönemine ulaşan bazı insanların birtakım musibetlerle karşılaşabileceklerini haber verir: “Sizi Allah yarattı; sonra sizi vefat ettirecektir. Daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün en güç çağına kadar yaşatılacaktır.” (Nahl, 70) “Ömrün en güç çağı” olarak bahsedilen yaşlılık döneminde, bu tür problemler yaşlılar arasında yeterince yaygın olabilmektedir.

Yaşlanma döneminin, karşılaşılması muhtemel bazı sorunlarıyla yüz yüze gelmekten endişe duyan Hz. Peygamber çoğu zaman, ömrün sonundaki bu güç yitiminden Allah’a sığınır ve şöyle dua ederdi: “Ey Rabbim! Cimrilikten, ağırcanlılıktan, ömrün sonundaki düşkünlükten, yalancıların yanıltmasından, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.” (Buharî, Tefsir, 1) Ayrıca o, “Rabbim! Tembellikten, yaşlılığın kötülüklerinden sana sığınırım. Rabbim! Cehennem azabından, kabir azabından sana sığınırım.” (Müslim, Zikr, 75; Tirmizî, Daavât, 13; Ebu Dâvud, Edeb, 110) diye dua ederdi. İnsan hayata anne rahminde başlar. Doğum ile dünya hayatına adım atar. Dünya hayatında, bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık evreleri geçirir. Ölüm ile kabir hayatında, kıyametin kopması ile ahiret hayatında yaşamaya devam eder, orada ölüm ve yaşlılık yoktur. (Müslim, Cennet, 22) Kur’an’da insan hayatının bu evreleri şöyle dile getirilmektedir: “O Allah, sizi (önce) topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan yaratan, sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatandır. İçinizden önceden ölenler de vardır. Allah bunları, belli bir zamana erişmeniz ve düşünüp akıl erdirmeniz için yapar.” (Mümin, 67)

Ayette yüce Allah’ın biz insanları topraktan, nutfeden ve âlaktan yarattığı, bize çocukluk, gençlik-olgunluk ve yaşlılık dönemlerini yaşattığı, bir kısım insanları çocuk iken vefat ettirdiği, her insan için ölüm takdir ettiği, dünya hayatının sınırlı olduğu, her insanın ölümü için belirli bir vakit bulunduğu bildirilmektedir. Dünya hayatının her evresi önemlidir. Her evrenin kendine özgü güzellik ve zorlukları vardır. Yaşlılık döneminin diğer evrelerden farklı olarak kendisine has özellikleri vardır. Kur’an yaşlanma döneminin, kayıpların yaşanabileceği bir dönem olabileceğini vurgularken, diğer taraftan yaşlanma döneminin verimlilik dönemi olabileceğine işaret etmektedir. Kur’an’da anlatılan Hz. İbrahim ve Sara hikâyesinde melekler onlara yaşlılık dönemlerinde bir çocukları olacağını müjdelemişti: “(Hz. İbrahim’in karısı:) “Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!” dedi. (Hud, 72)

Zekeriya peygambere melekler oğlu Yahya’yı Allah’ın müjdelediğini söylediklerinde o, “Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?” Allah şöyle buyurdu: “İşte böyledir. Allah dilediğini yapar.” (Âl-i İmran, 40)

Kur’an’da peygamberlerle ilgili olarak anlatılan bu olaylar onlar için birer mucize olarak değerlendirilebilir. Ancak bu olaylar yaşlanma döneminde de pek çok yaşlının üretici verimliliğini sürdürebileceğine ilişkin ip uçları verebilir. Hayatın son dönemindeki bu mucizevî verimlilik imajı bize, yaşlılığın psikolojik ve ruhanî iniş dönemi olmadığını hatırlatır. Zamanın geçmesi vücudu zayıflatabilir ve bazı fırsatları azaltabilir. Fakat zaman, bir kimseye sahip olduğu imanı, hayatın ve evrenin yaratılışının gerçek anlamının kavranmasını kolaylaştırabilir. (Moody, H. R., “TheIslâmicVision of AgingandDeath” Generations, Vol. 14, Issue 4, Fall 1990, pp. 15-19) Vücudun zayıflaması söz konusu olmasına rağmen yaşlılıkta dinî ve ruhanî hayatta canlanmanın ortaya çıkmasının önünde engel yoktur. Hatta yaşlılık bireyin, aşkın olanla kendi arasındaki kapıyı açık tutması gerektiğini fark ettiği bir dönem olması hasebiyle ruhanî açıdan verimli bir dönem olabilir. Yaşlanma sonucu ortaya çıkan birtakım problemlerle karşılaşan bireylere toplum tarafından saygı ve itibar gösterilmesi, yaşlıların sorunlarıyla onurlu bir şekilde başa çıkmalarına imkân sağlayacaktır. Bu açıdan İslâm dini yaşlılara nasıl muamele edileceği konusunda ahlâkî zorunluluk getirmektedir. İslâm dini yaşlılara hak ettikleri saygının gösterilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Hz. Peygamber bir Müslüman’ın yaşlıya ikramda bulunmasını, Allah’a saygı göstermenin bir işareti olarak değerlendirerek “Ak saçlı Müslüman’a saygı Allah’ın şanını yüceltmekten ileri gelir.” (Ebu Davud, Edeb, 23) buyurmuştur. Yine o, “Süt emen bebekler, beli bükülmüş yaşlılar ve otlayan hayvanlar olmasaydı üzerinize azap sel gibi gelirdi.” (Heysemî, Mecmâu’z-Zevaid, X, 227) demek suretiyle yaşlılara Allah’ın verdiği değeri ifade etmiştir.
 

Hz. Peygamber “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşı sebebiyle ikramda bulunursa, Allah yaşlılığında ona ikram edecek kimseleri mutlaka takdir eder.” (Tirmizi, Birr, 75) demek suretiyle gençlerin yaşlılarına yaptığı muamelenin, onların kendi hayatlarına verdiği anlamı ortaya çıkararak, yaşlandıklarında da kendilerine saygı gösterileceğine işaret etmektedir.
Bir başka hadislerinde Peygamber Efendimiz; “Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizi, Birr, 15) demek suretiyle bireylerin yaş bakımından hem kendilerinden küçük hem de büyük olanlarla iyi ilişkiler kurmalarının bir gereklilik olduğunu vurgulamaktadır.

Peygamberimizin uygulamalarında da yaşlılara saygı gösterdiği ve bazen onlara öncelik tanıdığını görüyoruz. Bir defasında peygamberimize bir içecek getirilmişti. Sağında bir genç, solunda da yaşlılar vardı. Gence: “Bardağı şu yaşlılara vermem için bana izin verir misin?” dedi. Genç de: “Bana sizden gelecek nasibime başkasını asla tercih edemem.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah bardağı sağında oturduğundan ötürü o gence verdi.” (Buhârî, Eşribe, 19; Müslim, Eşribe, 127) Hz. Peygamber yaşlı olmanın, iyi işler işlemek suretiyle Allah yolunda bir ömür harcamakla değer kazandığına dikkatlerimizi çekmiştir. Bir sahabinin “hangi insan daha hayırlıdır?” sorusuna “ömrü uzun, ameli güzel olan” şeklinde cevaplandırmış, “hangi insan daha kötüdür?” sorusuna da “ömrü uzun, ameli kötü olandır.” (Tirmizî, Zühd, 22) cevabını vermiştir. Yine Hz. Peygamber’in, “Allah yolunda (saçlara düşen) ak, kıyamet gününü o insan için bir nurdur.” (Müsned, II, 210) sözleri, din uğruna ömrünü geçiren yaşlıların değerini göstermesi bakımından anlamlıdır. Onun bu tavsiyeleri de, yaşlıya saygı gösterilmesi gereğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir.
Bir taraftan güçsüzlüğün yaşandığı diğer taraftan manevî hayatta gelişmelerin yaşandığı yaşlılık dönemine ulaşan bireylere gereken değerin verilmesi gerekmektedir. Bu açıdan gençlere ve yetişkinlere yaşlanma döneminin gelişim özellikleri konusunda bilgilenmelerine imkân sağlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca yaşlı bireylere hayatın gerçek gayesi olan Allah’la bir olma amacını ve bütünlük ihtiyaçlarını sağlamanın yollarının gösterilmesi gerekmektedir. “Vücudun zayıflaması söz konusu olmasına rağmen yaşlılıkta dinî ve ruhanî hayatta canlanmanın ortaya çıkmasının önünde engel yoktur. Hatta yaşlılık bireyin, aşkın olanla kendi arasındaki kapıyı açık tutması gerektiğini fark ettiği bir dönem olması hasebiyle ruhanî açıdan verimli bir dönem olabilir.”

Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki: Bugünün gençleri yarının yaşlıları olacaktır. Yaşlılık, bu dünya hayatının geçici, insanın âciz, ölümün muhakkak, Yüce Allah’ın bâkî ve kudretinin sonsuz olduğuna bir delildir. Yaşlılara saygı, bütün insanlığa saygı demektir.

Kaynak: Dib Yayınları                                                                                                             Hazırlayan: Gülhanım IŞIK- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

 

RAMAZAN VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Ramazan orucu, faziletine inanarak tutan kişi için kâmil bir mürebbî vazifesini görür. Çünkü Ramazan, afv, mağfiret, lütuf ve ihsan ayıdır. Bu ayda ellerini Cenâb-ı Hakk’ın divanına içtenlikle açan ve tevbe eden kişinin günahları bağışlanacak, gönlü mutlulukla dolacak, yüzlerde tebessüm, ellerde cömertlik dalgaları eksik olmayacaktır. Bu ayda iftarın sevinç ve huzuru sahurun bereketi vardır ve bu huzurla bereketi yudum yudum tadan, hisseden mü’min vardır, kutlu zaman diliminde ruhî sürura erişen, gönlünü de bu sürür içinde eriten oruçlu vardır. Ve Mü’minin orucu Allah içindir; bu münasebetle, hesapsız derecede ecrini de Allah Teâlâ verecektir. Müslüman bu yöneliş, bu niyet ve bu duygu derinliği içinde mutludur, bahtiyardır bu ayda.. Mü’min bilir ki, cennet kapıları açılmıştır bu ayda.. Cehennem kapıları kapanmış, şeytanlar da bağlanmıştır. Şeytanlar, inançlı gönülleri hilelerine âlet etmek için ne kadar ihtiras gösterseler de elleri boş kalacaktır. Mü’minin firaset ve basireti şeytanın tuzakla-rını birer birer bozacaktır bu ayda.. Çünkü meleksî hislerle doludur mü’min. Meleklerle içiçedir bu ayda.. Bu anlamda insan, yaratılmışların en şereflisi, Ramazan da ayların en faziletlisidir. İnsan, yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın halifesi, Ramazan ise ayların sultanıdır. O halde zaman, bu ayda, faziletli ile şereflinin, halife ile sultanın kaynaşmasına, iç içeliğine şahid olacaktır. Ramazan ayında orucunu içtenlikle tutanlar için günah duyguları kurumuş, sevap duyguları coşmuştur. Bu coşku içinde mü’min hayra koşar da koşar. Şer tükenmiştir, bitmiştir. Oruç bir kalkandır, anlayan için en mükemmel muhafızdır. Kim istemez sürekli güzelliklere koşturan, kötülüklerden sakındıran bir koruyucuya, bir kılavuza sahip olmayı?

Sahur yemeğini müteakip imsaktan iftara kadar kişi, gizlide ve açıkta, halk arasında ve tenhada orucu fıkhen bozan şeylerden ve faziletini eksiltip manen zedeleyen kötü huylardan korunmakla nefsini ne güzel terbiye etmektedir!. Bu, soyut bir teori değil, somut bir hâldir, can diliyle nefeslenen, yaşanan bir hazdır. Ramazan’da kalpler dirilmiş, gönüller aydınlanmış, zihinler durulmuş, idrak sayfaları temizlenmiş ve iradeler bileylenmiştir. Hiçbir düşmanın bu ayda mü’mini yakalaması, hiçbir günahın bu ayda mü’mini peşinde koşturması mümkün değil.

Bu ayda akıl da aydınlanmıştır vahyin sönmeyen ışığı ile, Kur’an’ın nuru ve Sünnet’in şefkatli kucaklayışı ile.. Bu nur ve aydınlık deryasında hangi akıl sapıtır?
Müminin dili ya hayır söyleyecek, ya da susacak, ya zikir, ya tevbe ya da duâ edecek. Selâm verip selâm alacak, "Merhaba" deyip hal-hatır soracak.. Hülâsa, oruçlunun dilinde bin bir renkli çiçekler, yüzünde şefkat ve merhamet hislerinin gülücükleri açacak... Oruçlunun kalbinden vehimler, şüpheler, vesveseler çıkıp kaçacak; bunların yerini inançta şuur, ahlâkta olgunluk, davranışta tutarlılık alacak.. Zihinlerden bencillik, kendini beğenmişlik duyguları uzaklaşacak, çıkarcılık ve menfaatperestlik kokan her türlü bozguncu düşünce gidecek... Yerini, berraklık, safiyet ve duruluk alacak.. Böylece, midesiyle birlikte kalbi ve diliyle de oruç tutma şuurunu derûnî bir hazla hisseden insan, orucun hikmetini bilecek, değerini kavrayacak, amacını benimseyecek...

Oruç, bir nefis muhasebesi (oto-kritik) kaynağıdır, tefekkür atmosferidir.. Mübarek Ramazan’ın seması duâlı bulutlarla doludur. Her zaman rahmet olarak yağmaya hazır bulutlar. Öyle ki, çorak gönüller bu rahmetle sulanır, bu ilâhî rahmet deryasında yeşerir. El, dil ve gönül, rahmet bulutları altında işbirliği için buluşur, kaynaşır. Ramazan, iç bünyedeki arızaları gidermek, onarmak için de eşsiz bir fırsat sayılır. Yorgun beden organları bir aylık istirahata çekilirken, ellerde cömertlik rüzgârları eser, öksüzler güler, yoksullar sevinir, dedeler-nineler mutlu, çocuklar umutlu olur. Ezan sesi, kandiller, davullar, mahyalar, manilerle bu ay, çocukların dünyasını ayrı bir içtenlikle sarar.. Ve onlar, müjde ve muştulara garkolurlar.. "Donandı her yer kandiller ile / Doldu camiler mü’minler ile" diyerek babalarıyla-dedeleriyle teravihe koşarlar, güzel sesli hafızların: "Hoş geldin Ramazan!" ve "Elveda ey Mâh-ı gufran!" nağmelerine kulak verirler. O küçücük yüreklerine çok derin, çok yüklü hatıralar gömerler. Yüreklerindeki bu güzel Ramazan hatıraları bir ömür boyu sürer...
İç dünyasında dirliği ve nizamı kuran mü’min bu ayda elini gariplere, yolda kalmışlara, muhtaçlara, mazlumlara, bakıma muhtaç yaşlılara uzatır.

Bütün dertlerin devasıdır Ramazan! İç sıkıntıların tabibi, irfan dünyasının hakîmidir, dünyevî meşgalelere fazlaca dalıp gitmekten ötürü muhasebe keyfiyetini ihmâletmiş kalplerin gecesin-deki yıldızlı şemadır Ramazan! Yalansız, dolansız, hilesiz, dedikodusuz, şefkatli, merhametli ve sevimli takipçileriyle yaşayan bir ahlâktır.

Ne mutlu bu canlı ahlâk denizinde yüzebilene, bu güzel ahlâk sergisinden yeteri kadar alabilene! Ramazan, manevî ışığını, el sıkılığı yapmaksızın güneş gibi etrafa uzatmakta! Ne mutlu yolunu bu ışıkla aydınlatabilene! Şükür Mevlâ’ya, binlerce şükür. İlâhî bağışa erişme ve cehennemden âzad yolunda ümitlendik bu ayda. Fakirin, miskinin, açta açıkta kalan kimsesizin dermanı olmaya çalıştık bu ayda. Her can, nasibini arayıp bulacak diye ferahlandık bu ayda... Ramazan! Ailede dirlik, gönüllerde birlik, toplumda iyilik ayı!

Kaynak: Dib Yayınları                                                                                                             Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

 

Bu yazı toplam 942 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR