KABİR ZİYARETİ SELAM DUA VE İBRET
Cebrail'in Resûlullah'a öğrettiğine göre, ölülerin diyarına uğrayan müminler, âhirete irtihal etmiş din kardeşleri için şu duayı okuyacaklardı:
“Selâm bu diyarda yatan mümin ve Müslümanlara! Allah, bizim geçmişlerimize de geleceklerimize de rahmet eylesin. Bizler de inşallah sizlere katılacağız.”
Âişe validemizin naklettiğine göre, Allah Resûlü, kendisiyle birlikte kaldığı her gecenin sonunda Bakî' Mezarlığı'na gidip bu duayı okumuş ve inananlara da aynısını okumalarını öğütlemiştir. Böylece Efendimiz (sav) kabristanı sık sık ziyaret etmekle kalmamış, müminlere de bunu yapmalarını tavsiye etmiştir.
Diğer yandan kaynaklarımızda yer alan birtakım rivayetler, Hz. Peygamber'in kabir ziyaretlerini bir süre yasakladığını göstermektedir.
“Ben size kabirleri ziyareti yasaklamıştım, artık onları ziyaret edin. Çünkü kabirleri ziyarette tezkire (ölümü hatırlatma ve ibret) vardır.” buyuran Resûlullah'ın (sav) İslâm'ın ilk yıllarında kabir ziyaretlerine yasaklama getirdiğini ve daha sonra da bu hususta herkesi serbest bıraktığını görmekteyiz.
Kabir ziyaretiyle ilgili bu nebevî yasaklama ve ardından gelen ruhsat, tevhid inancının yerleşmesi süreciyle alâkalı bir durum olmalıdır. Yeryüzünde izleri neredeyse kaybolmuş olan tevhid inancı, Kur'an'ın nâzil olmasıyla birlikte yeniden yeşermişti. Bu aşamada Peygamber Efendimiz putperestliğin izlerinin tamamen silinmesi için en küçük bir tavize bile müsaade etmemişti. İşte bu endişeyle İslâm'ın ilk yıllarında kabir ziyaretini yasaklamıştı. Tevhid inancının yerleşmeye ve özümsenmeye başlamasıyla birlikte bu yasak ortadan kalkmış oldu.
Efendimiz kabir ziyareti yasağını kaldırmakla kalmamış, “âhireti hatırlatması” ve bir “tezkire” yani ölümü hatırlatıp ibret almaya vesile olan bir öğüt olması gibi gerekçelere dayandırarak ümmetini kabir ziyareti konusunda teşvik etmiştir.
Hiç kuşkusuz o (sav), bu teşvikle Müslümanların âhiret inancını canlı tutmayı hedeflemiştir. Bunun da müminin sorumluluk bilincine olumlu yönde katkılar sağlayacağı muhakkaktır. En katı kalplerin dahi ölüm duygusu karşısında yumuşama eğilimi gösterdiği bir gerçektir. Kabristanlar, ölüm gerçeğinin yakinen hissedildiği mekânlardır. Bu açıdan bakıldığında kabirlere yapılacak ziyaretler her şeyden önce pişmanlık hislerinin harekete geçmesine vesile olacaktır.
Kabir ziyareti esnasında dünya yaşamının geçici olduğu gerçeğiyle yüzleşen kişi, dünyevî zevk ve menfaatleri amaç edinen çabaların ne kadar anlamsız olduğunu yakından fark edecek ve bir an önce kendisine çeki düzen vermenin hesaplarını yapmaya başlayacaktır.
Kabir ziyaretinin sağlayacağı bu faydalar kadın erkek tüm Müslümanlar için büyük önem taşımaktadır. Bu umumî yararlarına rağmen özel olarak kadınları kabir ziyaretinden men eden birtakım hadisler câhiliye dönemine ait bazı bâtıl inanç ve uygulamaların ortadan kaldırılmasına yönelik bir tedbir olsa gerektir.
Hz. Peygamber'in eşi Hz. Âişe'nin, kardeşi Abdurrahman'ın kabrini ziyaret etmesi, yine Hz. Fâtıma'nın her cuma günü şehitlerin efendisi Hz. Hamza'nın kabrini ziyaret etmeyi alışkanlık hâline getirmesi bu hususta umumî bir yasaklama olmadığını göstermektedir.
Kabir ziyareti esnasında yapılması gereken ilk iş, ölüleri selâmlayıp tıpkı cenaze namazında dua ederken yapıldığı gibi onlar için Allah'a dua etmektir. Dinen de tavsiye edilen budur. Nitekim Yüce Allah, Merhamet Peygamberi'nden (sav) Bakî' Mezarlığı'nda yatan mümin kardeşleri için gidip istiğfarda bulunmasını istemiştir.
Bu açıdan bakıldığında kabir ziyaretinin, alacağı selâm ve dualarla ölüyü de ilgilendiren bir yönü bulunmaktadır. Ayrıca Merhamet Elçisi'nin kabirde yatanlara hitaben, “Selâm size ey müminler diyarı! Size yarın verileceği vaad olunan şey verilmiştir. Sizler bekletiliyorsunuz. İnşallah biz de size katılacağız. Allah'ım! Bakî'-i Ğarkad'da yatanları bağışla!” buyurması, ölmüş müminler için bir dua olmasının yanında aynı zamanda ölüm gerçeği karşısında Peygamber duyarlılığının ve teslimiyetinin bir ifadesidir.
Bu duyarlılıkla kabirleri ziyaret edenler, ziyaretlerinin daha çok kendilerine fayda sağlayacağını ümit etmelidirler. Kur'an okurken tefekkür etmeli, kabirde yatanlarla ilgili hatıraları anımsadıkları kadar kendi hayatlarına dair gerçekleri de düşünerek ibret almalıdırlar. Kabir ziyaretini bir silkinme, uyanma, farkına varma ve yeniden başlama imkânı olarak görmelidirler.
Kabirler, ziyaretçileri için ölüm hissinin zirve noktasına ulaştığı yerlerdir. Hadislerde Allah'a karşı gerçek anlamda hayâ duymanın gereği olarak da ifade edilen ölümü hatırlamanın yol açacağı pişmanlık hissi, sorumluluk bilincinin gelişmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Bu gerçek göz önüne alındığında kabristanda Kur'an okumanın yanı sıra ölüm duygusu üzerinde yoğunlaşacak bir tefekkürün çok yararlı olacağını söyleyebiliriz.
Dolayısıyla kabir ziyaretinde yokluk acısını tazelemenin ötesinde, âhireti hatırlama, nefis muhasebesi yapma ve kabirdekinin hâlini düşünerek ibret alma gibi bireyin dinî duygu ve yaşantısını olumlu yönde etkileyecek hususlar hedeflenmelidir.
Öteden beri toplumlara yön veren büyük şahsiyetlerin adına anıt mezarlar yapılması tüm kültürlerde yaygın bir uygulamadır. İslâm geleneğinde de bu tür şahsiyetlerin kabirleri tıpkı kendileri gibi ayrı ve özel bir ilgiye mazhar olmuştur. Kendilerine duyulan hürmetin bir işareti olarak onların mezarları üzerine “türbe” adı verilen yapılar inşa edilmiştir.
Hiç kuşkusuz ki bu uygulamanın temelinde, Müslüman toplum üzerinde önemli etkiler bırakmış kanaat önderlerinin tesirlerini ve hatıralarını canlı tutma isteği mevcuttur. Neticede bedenleri yok olmuş olsa da türbeleri sayesinde onların mânevî kişilikleri canlılığını korumaya devam etmiştir.
Ziyaret olgusu açısından baktığımızda da bu şahsiyetlerin türbeleri, sıradan kabirlerden farklı işlevler icra etmektedirler. Mânevî önderlerin türbeleri, tarih boyunca din-toplum ilişkisinin devam etmesinde önemli bir rol oynamışlardır.
Bununla birlikte bu mekânların, zaman zaman din dışı uygulamaların merkezi hâline gelecek kadar suistimal edildiği de görülmektedir. Bu toplumsal vakıanın, özellikle tevhid inancını zedeleyici unsurlar içermesi, kabir ziyareti ile birlikte türbe ziyaretine de dikkat çekilmesini gerekli kılmaktadır.
Sadece Allah'a ibadet etmek İslâm dininin özünü teşkil etmektedir. “Mescitler şüphesiz Allah'ındır. O hâlde Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın.” (Cin, 72/18.) buyuran Yüce Yaratıcı, mâbetlerde ibadet ederken bu tevhid ilkesine riayet etmemiz hususunda bizleri uyarmaktadır. Aynı şekilde, “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O'na) doğrultun. Dini Allah'a has kılarak O'na ibadet edin.” âyeti, Müslümanlar başta olmak üzere Kur'an'a muhatap olan bütün insanlar için evrensel bir uyarı niteliğindedir.
İnsanlık tarihinde putperestliğin temelinde saygın kişilere duyulan aşırı sevginin yattığını ve bunların kabirleri başında yapılan ibadetlerin de putperestliğe geçişin önemli bir aşaması olduğunu söyleyebiliriz.
Son Peygamber'in (sav), “Hıristiyanların Meryem oğlunu (İsa'yı) övmekte aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırılık göstermeyin. Şüphesiz ki ben Allah'ın kuluyum. Onun için bana 'Allah'ın kulu ve resûlü' deyin.” uyarısı ve “Allah'ım, kabrimi ibadet yeri hâline getirme! Peygamberlerinin kabrini mescit hâline getiren ümmete Allah'ın gazabı şiddetli olur.” hadisi, geçmiş kavimlerin yaşadığı bu olumsuz tecrübelerden sonra onun (sav), ümmeti için duyduğu endişeyi ifade etmektedir.
Bir başka rivayette ifade edildiğine göre de Allah Resûlü, ölümünden beş gün önce, Yahudi ve Hıristiyanların söz konusu uygulamalarını kınadığı konuşmasında benzer bir biçimde ümmetini uyarmıştır. Efendimiz (sav), bu hadislerinde kabirleri üzerine ibadet yerleri inşa edecek kadar, peygamberlerine saygı ve sevgide ölçüyü kaçıran geçmiş ümmetlerin tutumlarını kınamaktadır. Kabirlere doğru namaz kılınmaması yönündeki nebevî ikazlar da Resûlullah'ın tevhid konusundaki hassasiyetini yansıtmaktadır.
Kuvvetle muhtemeldir ki Hz. Peygamber (sav), kabrinin mescidin içinde yapılmasını bu yüzden istememiş ve naaşı Hz. Âişe'nin hücresine defnedilmiştir. Nitekim bu konuda başta sahâbe olmak üzere selef-i salihin, Peygamber'e selâm vermek istedikleri zaman kabrine sırtlarını dönüp yüzlerini de kıbleye çevirecek kadar hassas davranmışlardır.
Kabir veya türbeler, insanların ibadet maksadıyla toplanmayı mutat hâle getirdikleri bayram mekânlarına dönüşmemelidir. İslâm'da ibadet amacıyla topluca ziyaret edilecek mekânlar bellidir. Bunlar, Harem bölgesinde hac ibadeti için ziyaret edilmesi dinen meşru kılınan yerlerdir. Tüm Müslümanların gönlünde tartışmasız ayrı bir yeri olan Hz. Peygamber (sav), “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Kabrimi de ziyaret yeri hâline getirmeyin. Nerede olursanız olun bana salâvat getirin. Çünkü salâvatınız bana mutlaka ulaşır.” buyururken, başta kendininki olmak üzere kabirlerin ibadet ve bayram merkezleri hâline getirilmesini önlemek istiyordu.
Günümüzde de sıkça rastladığımız üzere çeşitli maksatlarla türbe civarlarında kurban kesilmesi de İslâm'la hiçbir şekilde bağdaşmayan uygulamalardan biridir. Sevgili Peygamberimiz, câhiliye Araplarının, hayır sahibi ölmüşlerinin kabirleri başında kurban kesmelerini eleştirmiş, bu şekilde kurban kesmenin İslâm'da yerinin olmadığını kesin bir dille ifade etmiştir.
Dolayısıyla maksadı ne olursa olsun tevhid inancına halel getireceğinden dolayı türbe başlarında kurban kesilmesi veya çeşitli dileklerin ve ihtiyaçların dile getirilmesi son derece sakıncalıdır. Müslümanların her namazın her rekâtında okudukları, “Biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” âyetinin yanı sıra, İslâm Peygamberi'nin İbn Abbâs'a, “Bir şey isteyeceğin zaman veya yardım dilediğinde Allah'tan iste.” şeklindeki nasihati de tevhid dinine bağlı her Müslüman için önemli bir düstur niteliğindedir.
Şu hâlde meşru ziyarette dirinin ölüye muhtaç olması, ondan bir talepte bulunması söz konusu olamaz. Buna rağmen muteber hiçbir hadis kaynağında yeri olmamakla beraber,
“İşlerinizde zorlandığınız zaman kabir ehlinden yardım dileyiniz.” sözü, hadis adı altında yaygınlık kazanmıştır hatta bazı türbelerin giriş kapılarının kitabelerine nakşedilmiştir. Ancak İslâm'ın tevhid düşüncesiyle bağdaşmayan bu tür olumsuzluklar, türbelere değer vermemek için gerekçe olarak görülmemelidir. Ne var ki yukarıda sözü edilen ve ifrata varan yanlış uygulamalara karşı türbe geleneğini tamamen reddeden, türbeleri şirk düşüncesinin yaşatıldığı mekânlar olarak gören bir başka aşırı yaklaşım yani tefrit de mevcuttur.
Sonuç olarak, kabir ziyareti ölümü ve âhireti hatırlattığı ve dolayısıyla sorumluluk bilincini geliştirdiği için dinen meşrudur hatta tavsiye edilmiştir. Ölülerin gömüldükleri yer anlamına gelen “makber” veya “kabristan” terimleri yerine, ziyaret edilen yer anlamına gelen “mezar(lık)” ifadesinin dilimize yerleşmiş olması, aslında bu tavsiyenin toplumumuzda ne denli özümsendiğini ifade etmektedir.
Ne var ki günümüz şehir yapılanmalarında mezarlıkların, çoğunlukla meskûn mahallerin oldukça dışında tasarlanması, bu nebevî tavsiyenin yerine getirilmesini güçleştirmektedir. Bu durumun da etkisiyle kabirlerin topluca ve yılın sadece belli zamanlarında ziyaret edilmesi alışkanlık hâline gelmiştir.
Oysa Hz. Peygamber'in tavsiyesinde dile getirdiği âhireti ve ölümü hatırlayıp bundan öğüt ve ibret alma maksadının hâsıl olabilmesi için kabirlerin gerektiğinde fert fert ve daha sık ziyaret edilmesi gerekmektedir. Ayrıca kabirler ziyaret edilirken yokluk hissinin aşırı bir eleme dönüşmemesine dikkat edilmeli, acılar yerine iç hesaplaşmalar ve pişmanlıklar tazelenmelidir.
Tıpkı Sevgili Peygamberimizin (sav) yaptığı gibi kabirde yatanlara selâm vermek, onlar için istiğfarda bulunup dua etmek gerekir.
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM
HİSSEMİZE DÜŞENLER
- Allah Teâlâ, dünyada bize bir ömür takdir etmiştir. Nihayetinde her canlı bu ömrü tamamlar ve ölümle karşı karşıya gelir.
- Ölümün sonunda insanoğlunu karşılayacak olan kabir hayatıdır. Kabir hayatı ise ömrümüzün aynası gibidir.
- Peygamber Efendimiz, ölümü hatırlamamız, ölüm ve sonrası için hazırlıklı olmamız için kabirleri ziyaret etmemizi tavsiye etmiştir.
- Allah Resûlü (s.a.s.), kabirleri ziyaret ederken orada bulunanlara selam vermiş, bağışlanmaları için Rabbine dua etmiştir.
- Mümin, kabir ziyaretinde bulunurken Rabbinin razı olmayacağı davranışları yapmak yerine, kabirde bulunanlar için Rabbinden bağışlanma diler. Kendisinin de bir gün orada olacağı bilincini canlı tutarak hayatını anlamlı ve yaşanılır kılar.
- Hz. Muhammed'i (s.a.s.) görmeden iman eden ümmet-i Muhammed, Allah'ın rızası ve Resûlü'nün sünnetine uygun yaşadığında kıyamette Peygamberine kavuşacaktır.
GÜNÜN AYETİ:
"Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa ‘Bu Allah’tan’ derler, başlarına bir kötülük gelince de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Ne oldu bu adamlara ki bir türlü sözü anlayamıyorlar!” (Nisâ, 4/78)
GÜNÜN HADİSİ:
İbn Büreyde'nin, babasından naklettiğine göre, Resûlullah. (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Ben size kabirleri ziyareti yasaklamıştım, artık onları ziyaret edin. Çünkü kabirleri ziyarette ölümü hatırlama ve ibret vardır.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 75, 77)
GÜNÜN DUASI:
“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan, kabir azabından sana sığınırım.”
BİR SORU & BİR CEVAP
SORU : Kabir ziyaretinin adabı nedir?
CEVAP : Mezarlıkların ziyaret edilmesi, bu vesileyle ölümün hatırlanması ve orada yatanlardan ibret alınması dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır.
Kabir ziyaretinde bulunan kişi, ahireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), geceleri Baki’ kabristanına gelir ve “Müminler yurdunun sakinleri, sizlere selam olsun. İnşaallah biz de size katılacağız. Bizler ve sizler için Allah’tan afiyet dilerim; Allah’ım, Baki’ kabristanında bulunanları bağışla.” (Müslim, Cenâiz, 102) diye dua ederlerdi. Kabir ziyaretinde bulunan kişinin ölü için dua etmesi ve Kur’an okuyarak sevabını orada bulunanların ruhlarına bağışlaması uygun olur.
Ancak, kabir ve türbe ziyaretlerinde İslam’ın özüne ve tevhid anlayışına ters düşen, itikâdî bakımdan da zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak, kabrin parmaklık ve taşlarını öpmek, onlara sarılıp ağlamak İslam ile bağdaşmaz. Türbelerde yatan kişileri beşer üstü varlıklar olarak görmek; bu zatların duaları kabul ettiğine, ilâhi kudretlerinin olduğuna inanmak doğru olmadığı gibi, bir kısım ihtiyaç ve dilekleri onlara arz etmek, kendilerinden medet ummak, bu ziyaretleri dinî bir vecibe gibi telakki etmek; bez bağlamak, mum yakmak, kurban kesmek, şeker vb. yiyecek maddeleri dağıtarak onlardan yardım dilemek gibi davranışlarda bulunmak da, tevhid dini olan İslam’la bağdaşmaz. Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bazı şeyler beklemek iman açısından tehlikeli bir davranıştır.
KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan : Fatih SARI İL VAİZİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.