MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

KURULUŞTAN KURTULUŞA, KURTULUŞTAN DİRENİŞE

KURULUŞTAN KURTULUŞA, KURTULUŞTAN DİRENİŞE

Geçtiğimiz senenin 15 Temmuz gecesinde vatanımızın bütünlüğünü ve milli birliğimizi bozmak için harekete geçen hainlerin, bu eylemlerinin milletimizin engin feraseti ile meydanlara inmesi sonucunda engellenmesinin üzerinden 1 yıl geçti. Bu destansı günün yıldönümünde Cumhurbaşkanlığımızın himayesinde yapılan program ve anma organizasyonları ülkemizin diğer yerlerinde olduğu gibi Bilecik’te de yoğun bir katılım ile gerçekleştirildi. Bilecik’te gerçekleştirilen programlarla ilgili gazetemiz, gerek yazılı olarak, gerekse internet sitesinden “Meydan inliyor!” ve “Kuruluşun, kurtuluşun, Ertugrul’un ocağından milli birlik nidaları!” manşetleriyle bu duyguyu okuyucularına aktardı.

Programın başından itibaren meydanlardaydım ve buradaki havayı gözlemleme imkanım oldu. Bu bakımdan Sakarya’nın haber başlıklarının hiç de abartılı olmadığını söyleyebilirim.

Bilecik’i tarif ederken artık dilimize pelesenk olduğu için herkesin bildiği ve kullandığı “Kuruluşun ve kurtuluşun beşiği” tabirine TRT’de yayınlanan “Diriliş Ertuğrul” dizisinin etkisiyle birlikte bir de “Diriliş”i eklemek adetten oldu. Dirilişin ne manaya geldiği üzerinde tefekkür etmek ayrı bir yazının konusu olacak kadar mühim olduğundan şimdilik bunun üzerinde durmadan şu soruya bir cevap arayalım mı:

Bilecik nasıl kurtuluşun beşiği oluyor?

Hiç kuşku yok ki 1. Dünya Savaşı sonunda yurdumuzun işgal edilmesinden, en fazla zarar gören bölgelerden biri de Bilecik ve dolayları olmuştur.

Bu bölgeleri işgal ederek uzun bir süre halka zulmeden Yunanlılar, geçmişten gelen öfke ve kinlerini masum halktan almaktan bile sakınmamışlar, bununla da yetinmeyip Bilecik’le birlikte, o dönem Bozüyük, İnhisar ve Mihalgazi’nin de kendisine bağlı olduğu Söğüt’ü harap etmişlerdir.

Söğüt ve çevresine gelen misafirler merakla soruyorlar, “Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu bu topraklarda, ibadethâne ve resmi binalardan başka Osmanlı’yı hatırlatacak neden tek bir yapı mevcut değil…” Aynı sorunun Bilecik’te de sorulması gayet tabii…

Bu acı sorunun cevabı çok basittir…

Bir çekirge sürüsü gibi, işgal ettiği toprakların üzerinde verimli ve sevimli ne varsa talan eden Yunan ordusu, gittiği her yeri bir kere yaktıysa Bilecik ve Söğüt’ü üç kere yakmıştır. Masallardaki kötü kalplı (harami)nin, (hırsız)ın, (arsız)ın yerini, gerçekte Yunan askeri almış ve adeta “Taş üstünde taş, gövde üstünde baş” bırakmamacasına Söğüt ve Bilecik’i yıkmış, talan etmiştir. Yangınlar sırasında sadece Bilecik’te 1956 ev, 331 dükkan, 18 han, hükümet konağı, tüm ipek fabrikaları, okul, cami ve türbeler yanarak kullanılmaz duruma gelmiştir.

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, Söğüt’te tek bir tane bile Osmanlı döneminden kalma ev bulunmamaktadır… Bilecik’te yıktığı evler de kâr etmeyince Müslümanların en çok kutsal saydıkları yerlere, camilere saldırmış ve eski Bilecik’in yerleşim mahalinde bulunan bütün camileri kullanılmaz hale getirmiştir. Bu camilerden geriye şerefesinin üstü olmayan boynu bükük minareler kaldı…

Sırplar’ın Bosna’daki Müslüman kardeşlerimizin bağımsızlığını engellemek için saldırdıklarında toplarla minarelerinin tepelerini uçurmaları ve şerefesinin altındaki bölüme dokunmadıklarını televizyondan izleyerek bir anlam veremeyenler, aynı zulmün yaklaşık yüz yıl önce öz vatanımızda da yapılmış olduğunu Bilecik’e gelip görsünler...

Söğüt’te Ertuğrul Gazi’nin türbesini kurşun yağmuruna tutan, bununla da yetinmeyip kabri şerifine zarar veren ve arsız bir edayla “Kalk da kurtar bakalım vatanını” diyen Yunan, kaderin şu cilvesine bakın ki, yine ilk tokadı 700 küsur yıl önce kılıcının hakkıyla fethettiği Ertuğrul Gazi’nin topraklarında, Ertuğrul Gazi’nin torunlarından yemiştir.

1. ve 2. İnönü Savaşları; Bilecik, Söğüt ve Bozüyük üzerinde oluşturulan bir savunma hattında gerçekleşmiş ve bu iki savaş da kesin olarak Türk askerinin zaferi ile sonuçlanmıştır… Bu savaşları kazandıran etkenlerden biri de Bilecik ve çevresinde yaşayan onurlu ve namusunu ve vatanını kurtarmaya kararlı bir halkın işgalcilerin karşısına çıkmış olmasıdır.

Bu tespitimiz için elimizde bir de belge var:

Malumunuz olduğu üzere vatan topraklarının işgalinden sonra ülkenin tamamında Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri kuruluyor ve milletimiz bu cemiyetler üzerinden savunma ve kurtuluş için teşkilatlandırılıyor.

Söğüt’te kurulan Müdafa-i Hukuk Cemiyeti 9-10 Temmuz 1920 tarihinde Bilecik, Yenişehir, Göynük, Geyve, Nallıhan, Mudurnu, Eskişehir, Kütahya, Mihalıççık, Simav, Gediz, Uşak, Sivrihisar sancak ve kazalarıyla Osmaneli, Taraklı, Küplü, Emet, Pazarcık, Tavşanlı, Seyitgazi Nahiye ve Belediye Mudafa-i Hukuk Cemiyetlerine çektiği telgraflar Ertuğurul Gazi’nin torunlarındaki olgunluk ve vatanperverliği şu mesajla gözler önüne seriyor:

“…Önünden kaçtığınız düşmanın kuvvet ve kıymeti nedir? Bu Müslüman yurdunda bu sefil düşmana karşı koyacak, ırzına, dinine, toprağına, kitabına sadık, ecdadına layık evladı kalmadı mı? Tüfeği olmayanların orak ve baltası da mı yoktur? Ecdadın lanetine muhatap kalmayı Söğüt halkı asla kabul etmeyecektir. İmkan her nereye kadar müsait ise erkek, dişi, genç, ihtiyar düşman karşısına gideceğiz. Sizleri de Müslüman Türk kanını, din ve namus hissiyatınızı bizimle beraber çalışmaya her fikri, her nifakı bugün için terk etmeye davet ediyoruz. Din, namus ve vatan namına… Yarına kadar netayic-i teşebbüsatınıza dair cevabınızı bekleyerek evlatlarımızı cepheye göndermek üzere sözümüze baruda hitam veriyoruz.”

Bu olgunlukta bir cemiyete sahip olan bir bölgeden, 600 yıl üç kıtaya sahip imparatorluğun doğmuş olmasına şaşmamak gerekir. Kuruluşun beşiği olan bölgemiz, Kurtuluş savaşında da üzerine düşen vazifesini yerine getirmiş ve büyük Osmanlı medeniyetinin kurucusu atalarını utandırmamıştır…

İhanet kalkışması gecesi vatan ve milletinin yanında tereddütsüz saf tutan Bilecik’e de elbette meydanları iletmek ve  diriliş ruhunu da yaşatmak yakışmıştır.

Bu yazı toplam 4986 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
MUSTAFA BÜYÜKGÜNER Arşivi
SON YAZILAR