MÜKELLEFİYET İNSANİ YÜKÜMLÜLÜK
Habeş kralı (Necâşîsi) Ashame'nin yeğeni olan ve Hz. Peygamber'e hizmet etmesiyle tanınan Zû Mihmer anlatıyor:
“Biz bir seferde Rasûlullah'la beraberdik. Yolda giderken Allah Resûlü aniden hızlandı. Genelde bir yolculuk esnasında yanındaki yiyecek içecek azaldığında böyle yapardı. Birisi ona,
'Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanlar geride kaldılar.' deyince durdu ve geride kalanlar yetişinceye kadar bekledi.
Geride kalanlar yetişip bütün yolcular bir araya toplanınca Allah Resûlü arkadaşlarının yorgunluğunu da görerek, 'Hafifçe uyusak size faydalı olur mu?' dedi ve müsait bir yerde konakladı. Sonra da, 'Bizi bu gece kim bekleyecek?' diye sordu.
Ben de, 'Ben beklerim.' diyerek cevap verdim. Bunun üzerine Allah Rasûlü devesinin yularını bana verdi ve 'Şunu al, sakın dikkatsiz davranma!' dedi. Ben de Rasûlullah'ın devesinin yuları ile kendi devemin yularından tutup fazla uzaklaşmaksızın biraz ilerledim. Sonra iki deveyi otlamaları için bıraktım ve onları gözetlemeye başladım, ancak uyku ağır bastı ve oracıkta uyuyakaldım.
Hatta güneş doğup yüzümde sıcaklığını duyuncaya kadar hiçbir şey hissetmedim. Güneşin sıcaklığını hissedince hemen uyandım, sağıma soluma baktım, neyse ki iki binek de fazla uzaklaşmamış, yakında bir yerde duruyorlardı. Allah Rasûlü'nün devesinin yuları ile kendi devemin yularından tutup topluluktan bana en yakın olan kişiye yaklaştım, onu uyandırdım ve 'Namaz kıldınız mı?' diye sordum. 'Hayır.' dedi.
Sonra herkes birbirini uyandırmaya başladı. Derken Rasûlullah da uyandı. Bilâl'e, 'Su kabında su var mı?' diye seslendi. 'Evet, sana kurban olayım Yâ Rasûlullah.' dedi Bilâl onun için abdest suyunu getirdi.
Rasûlullah toprağı fazla ıslatmayacak kadar az su kullanarak abdest aldı. Sonra Bilâl'e ezan okumasını emretti, o da ezan okudu. Hz. Peygamber kalktı, acele etmeksizin sabah namazının önce iki rekât sünnetini kıldı. Sonra Bilâl'e kâmet getirmesini söyledi. Bilâl'in kâmet getirmesinin ardından acele etmeksizin sabah namazının farzını kıldı. Topluluktan birisi, 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kusurlu davrandık.' deyince, Rasulullah şöyle buyurdu:
'Hayır, Allah önce ruhlarımızı aldı, sonra bize geri verdi ve namazımızı kıldık.' buyurdu.
Uyuyakalıp da sabah namazını vaktinde kılamadıkları için günahkâr olduklarını zanneden ashâbını bu latîf ifadesiyle rahatlatan Hz. Peygamber, ümmetine uyuyarak herhangi bir namazı geçirdiklerinde nasıl davranmaları gerektiğini böylece öğretmiş, uykunun geçici olarak mükellefiyeti kaldırdığını vurgulamıştır.
Hatta ümmetini daha da rahatlatmak için o, şöyle buyurmuştur:
“Allah'a hamdederiz ki, bizi namazdan alıkoyan şey dünya meşgalesi değildi. Fakat ruhlarımız Yüce Allah'ın elindedir (uyuyorduk). O, ruhlarımızı dilediği zaman gönderir...”
İnsanın Yükümlülüğü:
Yüce Yaratıcı insanı topraktan var etmiş, onu en güzel şekilde yaratmış, işitme, görme, akletme, düşünme kabiliyetleriyle donatmıştır.
Ayrıca insan zayıf bir yapıda yaratılmıştır. Aceleci ve hırslı bir tabiatı, yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökebilecek bir potansiyeli vardır.
Ancak Yüce Allah ona değer verip kendi ruhundan üflemiş, onu yeryüzünün halifesi kılmış ve ağır bir insanî yükümlülükle onu baş başa bırakmıştır:
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb, 33/72.)
Âyette geçen “emanet”, “insanın bedenî, ruhî, dinî ve ahlâkî bütün vecibe ve yükümlülükleri” ni dile getiren önemli bir kavramdır. İnsan bu emaneti yüklenmekle kendi fıtratına, toplumdaki insanlara, çevresindeki varlıklara ve Yüce Allah'a karşı birtakım yükümlülükleri olduğunu kabul ve itiraf etmiştir. Bu, bir bakıma onun yeryüzündeki varlık nedenidir. İnsan yüklendiği emanet ve mükellefiyet sayesinde bir yandan varlıklar içinde özel ve seçkin konum elde ederken, diğer yandan bu mükellefiyetin gerekleri konusunda ağır bir yükün altına girmiştir.
Yüce Allah, kendisine kulluk edebilme kabiliyetini insan fıtratına yerleştirmiş, hayatın ve ölümün, 'kimin daha güzel işler yapacağını sınamak için' var olduğunu beyan etmiştir.
Yükümlülüğün Bölümleri:
Allah-u Teala, insanın yalnızca iman etmesinin, kurtuluşuna ve kendi katında mükâfata nail olmasına yetmeyeceğine dikkatimizi çekerek, şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar sadece 'inandık' demeleriyle bırakılacaklarını ve imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?” (Ankebût, 29/2.)
Rabbimiz, Kur'an'da imandan söz ederken devamlı olarak ameli, yani güzel, iyi ve yararlı davranışları zikredip kendisine ibadet edilmesini istemektedir.
Hz. Peygamber'e de, “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 15/99.) buyuran Allah (cc), böylece inananlara ibadetlerini ömür boyu, sürekli olarak yapmaları gerektiğini vurgulamaktadır.
İman-Amel Bütünlüğü:
Bir defasında uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra İslâm dinini öğrenmek için Medine'ye gelen Abdülkays kabilesinden bir heyete Allah Resûlü yalnızca Allah'a iman etmelerini emretmiş ve “Yalnızca Allah'a iman etmek ne demektir, bilir misiniz?” diye sormuştu. Onlar, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” diye karşılık verince Hz. Peygamber, “Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna iman etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetlerden beşte birini vermektir.” buyurmuştu.
Kur'an'da müminlerden bahsedilirken, “Onların secde eseri olan alâmetleri yüzlerindedir” (Fetih, 48/29.) buyrulması da ibadetin, imanın göstergesi olduğunu vurgulamaktadır.
İbadetlerde Kolaylık:
Bu bağlamda basur hastalığından dolayı rahat oturup kalkamayan İmrân b. Husayn'a namazı, “Ayakta kıl, gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan yatarak kıl” tavsiyesinde bulunmuş, kendisi de hastalandığında namazını oturarak kılmıştır.
İbadetlerde Mutedil ve Devamlı Olmak:
İslâm, her konuda olduğu gibi ibadet hayatında da dengeli ve tutarlı davranmayı tavsiye eder. Dinimiz, güç yetiremeyecekleri işler ve ibadetlerle insanları sorumlu tutmaz. Bu çerçevede Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm'de kulları için zorluk değil kolaylık istediğini, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyeceğini, herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutacağını beyan etmiştir. Sevgili Peygamberimiz de, “Güç yetirebileceğiniz amelleri yapmaya gayret ediniz.” buyurmuştur. Eşi Hz. Âişe'nin hiç uyumadan namaz kılan bir kadını kendisine tanıtması üzerine de, “Olmaz ki! Gücünüzün yettiği kadar ibadet edin. Allah'a yemin olsun ki, Allah usanmaz da siz usanırsınız. Allah katında ibadetlerin en değerlisi, sahibinin devamlı yaptığıdır.” diyerek insanları güç yetiremeyecekleri ibadetlere kalkışmamaları gerektiği konusunda uyarmıştır.
Bu çerçevede Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Güç yetirebileceğiniz amelleri yapmaya gayret ediniz. Allah usanmaz da siz usanırsınız. Allah katında amellerin en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır.”
Nitekim Rasûlullah (sav) bir kudsî hadisinde şöyle buyurmuştur:
Yüce Allah'ın, “Ey âdemoğlu, her durumda kendini bana ibadete ver ki, gönlünü zenginlikle doldurup ihtiyacını gidereyim. Böyle yapmazsan ellerini meşguliyetle doldururum, ihtiyaçlarını da gidermem.” Hatta Rasulullah, Abdullah b. Amr'ı, şöyle ikaz etmiştir:
“Falan gibi olma! O, gece namazlarına devam ederdi, sonradan terk etti.”
Nitekim gece namazı kılmayı âdet hâline getiren kişinin bazı hâllerde teheccüde kalkamasa da kalkmışçasına Cenâb-ı Hak tarafından mükâfatlandırılacağını ifade etmiştir.
Bu çerçevede, Sevgili Peygamberimiz ibadetlerde aşırılıklara asla taviz vermemiş, itidalden uzaklaşarak ifrat ve tefrite düşenleri uyarmış, kendisi de mutedil bir ibadet hayatının örneklerini yaşantısıyla sunmuştur. Nitekim kendisine ibadetleri soran bir kimseye namaz, zekât, oruç ve hac ibadetinin Allah'ın emri olduğunu söylemiş, bunun üzerine muhatabının, “Seni hak din ile gönderen Allah'a yemin olsun ki bunlardan ne fazla yaparım ne de az!” demesi üzerine Resûlullah (sav), “Eğer sözüne sadık kalırsa mutlaka cennete girer.” buyurmuştur.
Yükümlülük Kişinin İmkanına Göre Değişir:
Yüce Allah, bir kimseyi ancak ona verdiği ile yükümlü kılar.
Peygamberimizin, “İnsan, hesap günü, hayatını nerede tükettiğinden, servetini nasıl kazanıp nerede harcadığından, ne gibi işler yaptığından, bedenini nasıl yıprattığından ve bildiklerini yaşayıp yaşamadığından sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz.” hadisi bu yargıyı destekler.
Yani zengin olmayan bir Müslüman, zekât, hac, kurban, sadaka-i fıtır gibi malî gücü gerektiren ibadetlerle; sağlığı elverişli olmayan bir Müslüman oruç gibi sıhhati gerektiren ibadetlerle mükellef olmaz. Namazda ayakta duramayan bir kimse ayakta durmakla, su bulamayan veya bulup da kullanma imkânı olmayan bir kimse de abdest ya da gusülde azalarını yıkamakla mükellef değildir.
Yükümlülüğü Kaldıran Haller:
Ayrıca İslâm'da fertlerin ibadetlerle yükümlü olmalarını sürekli ya da geçici olarak kaldıran birtakım hâller de mevcuttur. Bu hususta Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, akıl hastalığına duçar olandan aklı başına gelinceye kadar ve ergenlik çağına gelinceye kadar çocuktan.”
Bu bağlamda uyuyup ya da unutup namaz vaktini geçiren bir kişinin durumu Hz. Peygamber'e sorulmuş, o da böyle bir namazın kefaretinin uyanınca ya da hatırlayınca kılmak olduğunu beyan etmiştir.
İslâm'da kişinin mükellef olmasının şartı akıl ve idraktir. İslâm âlimleri mükellefin akıl ve kavrayış sahibi olması gerektiğinde görüş birliği içindedirler. Akıl ve idrak sahibi olmayan varlıkların yükümlü olması düşünülemez.
Her ne kadar bulûğa erene dek ibadet etmekle yükümlü olmasalar da Hz. Peygamber döneminde çocukların ibadet hayatının içerisinde olduğu müşahede edilir.
Sahâbî hanımlar çocuklarını oruç ibadetine alıştırmak için de özel çaba sarf ederler, hatta Âşûrâ orucunu çocuklarına da tuttururlardı.
Diğer taraftan, uyku ve çocukluk hâli gibi, delilik hâli de kişinin ibadetlerle mükellef olmadığı durumlardandır. Hatta aklını yitirmiş bir insan, ibadetle mükellef olmak şöyle dursun, cezaî sorumluluktan bile muaftır.
Dinimiz, insanın, iradesine bağlı olmayan durumlardan dolayı ibadetlerini ifa edememesini, geciktirmesini veya eksik bırakmasını da mazeret saymıştır. Bu durumu Sevgili Peygamberimiz, “Allah, yanılarak, unutarak ve zor kullanılarak yaptıklarından dolayı ümmetimi sorumlu tutmaz.” sözüyle açıklamıştır. Bu konuda Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de, “Ey Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme!” şeklinde dua etmemizi öğretmiştir. Bu çerçevede istemeden hata ile yapılan bir işin günahının olmadığını da ifade buyurmuştur.
Unutanın mazur sayılacağını öğreten Allah Resûlü ise, söz gelimi namazda iken kaç rekât kıldığı hususunda yanılan kişinin iki secde yaparak namazını tamamlayabileceğini ifade etmiştir. Kendisi de, dört rekâtlı bir namazda yanılarak iki rekâtta selâm vermiş, bir sahâbînin ikazı üzerine kalan rekâtları tamamlamış ve sehiv (yanılma) secdesi yaparak namazını ikmal etmiştir. Allah Resûlü, oruçlu olduğunu unutarak yiyip içen kişi için de, “Kim oruçluyken unutarak bir şey yiyip içerse, orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirmiş, içirmiştir.” buyurmak suretiyle, unutarak yeme-içmenin orucu bozmayacağını söylemiştir.
Diğer taraftan Sevgili Peygamberimizin,“Yüce Allah, dile getirmedikleri ve yapmadıkları müddetçe, içlerinden geçirdikleri şeylerden dolayı ümmetimi sorumlu tutmaz.” hadisine göre, kişiye içinden geçirdiği hâlde yapmadığı işlerden dolayı bir vebal yoktur.
Sonuç:
Yüce Allah insanı kendisine kulluk etmesi için ve kulluk edebilecek kabiliyette yaratmış, aklı başında ve ergen olan her mümini farz ibadetleri yapmakla sorumlu tutmuştur. Kişinin ibadetle mükellef olmasının çerçevesi, ibadete güç yetirebilmesi ile çizilmiştir. Dinimiz bu bağlamda hiç kimseyi gücünün yetmediği ibadetlerle sorumlu tutmamış, akıl, idrak ve iradeyi ibadetle mükellef olmanın şartlarından saymıştır. Bu nedenle kişinin, akletme ve idrak kabiliyetinin bulunmadığı uyku, baygınlık, delilik, çocukluk gibi durumlarda ibadetle mükellefiyeti kaldırılmış; aynı şekilde kişi unutma, yanılma ve başkası tarafından zorlanma sebebiyle yerine getiremediği ibadetlerden dolayı da sorumlu tutulmamıştır. Fakat böylesi durumlar için Kâinatın Efendisi ve müminler, Yüce Yaratıcı'ya şu şekilde yakarışta bulunmuşlardır:
“Ey Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM
HİSSEMİZE DÜŞENLER
- İnsan, mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılmış ve yeryüzünü mamur kılmak üzere emaneti yüklenmiştir. Emanet insanın akıl ve hür iradeye dayalı yükümlülükleri olup doğru iyi ve hayırlı olanı yapma sorumluluğudur.
- İnsan, kendisine bahşedilen akıl nimetinin bir gereği olarak Allah'a ve mahlûkata karşı sorumluluklarını öğrenme ve yerine getirmekle mükellef kılınmıştır.
- İnsandan üç durumda sorumluluk kaldırılmıştır. Bunlar; tedbir almakla birlikte uyuyakalmak, akli melekelerini kaybetmek ve henüz ergenlik çağına gelmemiş olmaktır.
- Yüce Allah kullarına gücünün üstünde sorumluluk yüklemez. Zira O, kullarına zorluk dilemez, daima kolaylık sağlar.
- Toplu hâlde gerçekleştirilen yolculuklarda, ibadetlerde ve eylemlerde özellikle en zayıf halka hesap edilmeli ve onların durumu gözetilmelidir.
GÜNÜN AYETİ:
"De ki: Kuşkusuz ben, kendisine içten bir inanç ve bağlılık göstererek Allah'a ibadet etmekle yükümlü kılındım." (Zümer, 39/11)
GÜNÜN HADİSİ:
Ebû Hüreyreden (r.a.) nakledildiğine göre, Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “...İhsan, O'nu görüyormuş gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu göremesen de, O seni görmektedir... (Buhârî, Tefsir, Lokmân, 31)
GÜNÜN DUASI:
"Allah'ım! İbadetlerimizi hakkıyla yapabilmeyi nasip ve müyesser eyle."
BİR SORU & BİR CEVAP
SORU : Müslümandan namaz ibadeti ne zaman ve hangi hâllerde düşer?
CEVAP : Akıl sağlığı yerinde olan ve ergenlik çağına ermiş her Müslümana namaz farzdır. Bu şartları taşımayan kimseler namazla mükellef değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadiste çocuklar ve akıl sağlığı yerinde olmayan kimselerin sorumlu olmadığını belirtmiştir (Ebu Davud, Hudud,16).
Bunun yanında sağlıklı olmayanlardan da bazı durumlarda namaz yükümlülüğü düşer: Hanefilere göre, sadece başını hareket ettirerek namaz kılmaya gücü yetmeyecek derecede rahatsız olan kimse namaz kılmaz. Kişinin bu halde kılamadığı namazları bir günlük (beş vakit) namazdan az ise, iyileştikten sonra bunları kaza etmesi gerekir; kazaya kalan namaz beş vakit veya daha çok olursa o kimsenin bu namazları kaza etmesi gerekmez. Eğer kişi bu hastalıktan ölürse, kaza etme imkanı bulamadığı için borçsuz olarak Allah’ın huzuruna çıkmış olur. Baygın kalan kişi için de aynı hükümler geçerlidir. (Kasani, Bedai’, I, 106, 107, 108). İmam Şafii bayılmanın tam bir namaz vakti sürmesi halinde namazın kazasının gerekmeyeceğini söylemiştir (Şirbini, Muğni’l-muhtac, I, 204).
Hayatını yatalak olarak geçiren kişi, eğer yataktan kalkıp abdest alamıyorsa veya abdest aldıracak birini bulamıyorsa yanında bulunduracağı tuğla, kiremit veya taş gibi bir madde üzerine teyemmüm eder. Yatağından doğrulmaya ve kıbleye yönelmeye tek başına imkan bulamayan kişi, kendisine yardım edecek kimse de olmadığı takdirde yerinden doğrulmadan, yüzünü çevirebildiği kadar kıbleye çevirerek yattığı yerde namazını ima ile kılar (Serahsi, el-Mebsut, 1/112-113; Kasani, Bedai’, 1/48). Hastalığından dolayı kendi başına teyemmüm edemeyen ve bu konuda kendisine yardım edecek birini de bulamayan kişi kendisini abdestli gibi sayarak isterse namazını ima ile kılar; isterse de kazaya bırakır; iyileşmesi halinde kaza eder, iyileşmeme durumunda ise kendisinden yükümlülük düşer (İbn Nüceym, el-Bahr, 1/246-249,151; Haskefi, ed-Dürrü’l-muhtar, 1/184-185, 423; İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 1/185, 423).
KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan : Erhan YILMAZ İL VAİZİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.