Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

OSMANLIDA CELALİ İSYANLARI VE KÖYLÜ 2

OSMANLIDA CELALİ İSYANLARI VE KÖYLÜ 2

Değerli okuyucularım Celali İsyanlarının sebeplerini yazmaya devam ediyoruz. Bizim tarihi olayların bir parçası olmamıza imkân yoktur. Zaman olgusunun doğası nedeniyle geçmişe dönemez, onun bir parçası olamayız. Ancak ondan ders çıkartabilirsek tarihi hatalardan kurtulabiliriz. Hatalardan ders çıkarmak ise tekâmül etmiş bireylerin yapabileceği bir işlevdir. Tekâmül etmiş birey olabilmek için ise yüksek karakter özellikleri ve ileri bir bilgi/bilişsel yapı, bilinç düzeyine sahip olmak şarttır. Bu kapsamda öne çıkan bir iki sözü aktarmak istiyorum. “Milletlerin gücü nüfusunun sayısı ile değil, elitlerinin sayısı ile ölçülür”. “Kamuoyu ile yönetilen yetenekten yoksun şekilde yönetilir”. Tabi burada kastedilen elitler tekâmül etmiş bireylerdir. O nedenle biz okuyucuların bilişsel yapılarını artıran yazılarımıza devam edeceğiz.

Tekrar konumuza dönersek, Osmanlı tarihinin en üst noktası Kanuni devri olarak aktarılır. Hatta “Muhteşem Süleyman Dönemi” hep okuyup, duyduğumuz bir tabirdir. Aslında bu tabirini kullananlar batılılardır. Tıpkı Bizans tabiri gibi. An itibariyle değerlendirdiğimizde “o dönem başlayan olayların zaman içerisindeki nelere yol açtığı”, mutlaka sormamız gereken bir sorudur. Cevapları tek tek vermeye başlayalım.

Osmanlı üretim sistemi tarım ve esnaflığa dayalı bir sistemdi. Aynı dönemde dünyanın diğer bölgelerindeki ekonomik sistemler de aynısı veya benzeri idi. Yani özellikle tımar sistemi ile arazi tarımda kullanılıyor, geniş halk kitleleri toprak ile yaşam buluyordu. Askerlik sistemi de toprak sistemi ile ayakta kalmaktaydı. Yeniçeriler gibi kadrolu, az sayıdaki askerler hariç sefer zamanında ordunun temel insan kaynağı toprak sistemi idi. Bunun yanında fetihler ile elde edilen hazineler ve sağlanan vergiler devlet ekonomisine taze kan katıyordu. Ama imparatorluğun ana gelir kaynağı toprak ve köylülerdi. İmparatorluğu ayakta tutan sistemin bozulması yıkılmanın da başlangıcı idi. İşte Yavuz döneminde başlayıp I. Ahmet dönemine kadar devam eden bu dönemde yaşanan Celali İsyanlarının ana sebebi sosyal ve ekonomik yaşamın direği olan köylerin boşaltılması, topraklarının ellerinden çıkması olmuştur. Yani sistemin en büyük dişlisinin dişleri kırılmış, ayarı bozulmuştu. Bundan sonra sıra diğer dişlilere gelecekti. Şimdi o dişlileri anlatalım. Akdağ bu büyük kitleyi şu şekilde tanımlamaktadır: Zamanın hukuk dilinde «çift bozan» adını alan bu kimseler, «levendât» ve «suhtevât» denen ayrı karakterde iki yeni tip insan zümresinin meydana gelmesine sebep olmuşlardı”.

Dilerseniz ilk gruptan başlayalım. Levendât yani leventler çiftbozanların en çok yaptıkları yeni işlerden birisi olmuştu. Düşündüğümüzde bu uygulama kötü bir şey değil bilakis çok iyi bir şey olmalıydı. Yani topraksız kalan köylüler ordu için yeni, taze bir insan kaynağı oldu. Hem de ucuz. Ama sonuç öyle düşünüldüğü gibi olmadı. Olması da mümkün değildir. Kimse para için kendini feda etmez. Askerlik bir gelir kapısı haline gelince daha yüksek gelirler için yollar aranmaya başlanır. Hele elinizde bir de silah varsa. Bunu biz değil tarih söylüyor. Konuyu yine Akdağ’dan dinlemeye devam edelim:

“Levendler”, doğrudan doğruya köyü terk eden delikanlılardan ibaretti. Tarlalarını ve mallarını satmak mecburiyetinde kalan ve bu suretle geçim zaruretlerine düşen erkekler, tek başlarına yerlerinden ayrılarak, levendlik hayatına atılmakta idiler. Leventlerin müracaat ettikleri işyerleri şunlardı: Bunlar, ümeraya «kapu halkı» olarak yazılıyordu. Hakikaten, çiftbozan reaya için en mühim sığınak, bu «ümera kapusu» idi. Devlet de Budin, Bağdat, Erzurum vesair sahalarındaki pek çok hudut kalelerine bu leventlerden pek çoklarını azap, yeniçeri, gönüllü yazarak yollamakta idi. Bunlara 5 akçeden aşağı ulûfe verilmiyordu. Fakat, köylerini terk edenler o kadar çok idi ki, hepsinin buralara yerleşmelerine imkân yoktu. Bursa, İstanbul, Edirne şehirleri ve bütün bu mıntıkalar, levendlerin en çok toplandıkları yerlerdi”.

İşte gelir olarak devleti ve askerliği çıkış noktası olarak gören bu yeni kitle huzur ve güven değil, bilakis sorun kaynağı olmuştu. Yeni leventlerin gelir kaynaklar son derece sınırlı idi. Daha da önemlisi aynı özelliklere sahip kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları yeni silahlı gruplar daha yüksek gelir için her türlü şeyi yapmaya başladılar. Akdağ bunu Celali İsyanlarının başlangıcı kabul etmektedir. “Şehirlerde birçok cinayetler ve hırsızlıklar oluyordu ki, bunları levendlerin yaptığı muhakkaktı. Levendâtın üçer beşer gruplar halinde «harâmîliğe» çıkmaları ise, Celâlîliğin başlangıcı sayılır...”

Bu hafta da yaptığımız çağrıyı yineleyelim. Yol yakınken köylüleri tarihteki aynı sürece itmeyelim. Üç beş kuruş, birkaç mevki için bu düzeni bozmayalım. Bunun bedelini sadece biz değil asıl gelecek nesiller, çocuklarımız ödeyecek. Kimse eliyle çocuğunu, sevdiklerini uçurumdan aşağıya atmaz ya da bilerek ateşe sürmez. Ama ego denen zalim canavar insana öyle şeyler yaptırır ki o kazanıldığı zannedilen şeyler sonunda sevdiklerinizin gözleriniz önünde eriyip yok olmasına neden olur. Tarih böyle söylüyor. Umarım ders alına.

Toprağı bir şekilde elinden alınan köylüler için iki yol vardı. Ya köyünde kalıp yeni toprak sahiplerine ırgatlık yapacak ya da yeni yerlerde yaşamaya çalışacaktı. Köyünde kalanların küçük ve şanslı olanları, küçük bir kitleri yeni ağalarının yanında ırgatlık şansı yakalayabildi. Büyük bir kitle ise şehirlere göçmek zorunda kaldı. Bunların neler olduğunu ise dönemin hukuk dili ile aktaralı. da iki şansı vardı.

Bahsettiğimiz tarihlerde toprakların köylülerin ellerinden bir şekilde alınması çiftlik düzeninin başlangıcı sayılır. Ancak burada bahsi geçen çiftlik tabiri bilinen anlamda değildir. III. Murad devrinin sonlarına doğru çiftliklerin sayısı hayli miktarda arttı. Ortaya çıkan yeni arazi sahipleri satın aldıkları toprakların birçoğu büyük tarlalardan ibarettir ve tek bir blok teşkil etmek suretiyle hakikî çiftlik kuranların fazla değildir. Akçağ durumu şu şekilde aktarmaktadır. “Bu şahıslar o dönemde geniş topraklar üzerinde tarım, üretim yapmak yerine elverişli yerlere ağıllar ve ahırlar yapmak suretiyle, çok miktarda hayvan beslemekteydiler. Bu bakımdan arazi sahiplerinin, kıymetli tarlaları zaptederek, bir köy ağası şeklinde, köyün içinde yerleşmeleri şüphesiz köy halkı için daha zararlı olmuştur. Çünkü, çoğunluğu resmî hüviyet sahibi olan bu yeni tip köy zenginleri ziraatten ziyade hayvan besledikleri için, yüzlerce koyun sürüleri ziraati müşkül hale getirmişlerdi; bu şekil aynı zamanda, köy halkını «angarya» hizmetlerinde kullanmayı da kolaylaştırıyordu. Sonradan türeme bu köy zenginlerinin kimler olduğunu söylemek mevzuumuz için lâzımdır. XVI. asrın ortalarından, XVII. asrın başlarına kadar yarım asır kadar zamanda, köylerde geçen hâdiseler tetkik olunurken, arazi veya çiftlik sahibi olarak karşımıza çıkanlar hep, kadı, müderris, yeniçeri, sipahi, zaim, çavuş ve nüfuzlu timar erbabı gibi kimselerdi”. Yani devletin memuru, görevlisi çiftbozanın sebebi ve kazananı görünüyordu. Düzeni, adaleti sağlaması gerekenler düzenin bozucuları olmuştu. Köylünün toprağı onların zenginlik kaynağı olmuştu.

Yazımızı şimdilik burada sonlandıralım. Gelecek yazımızda konuya kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Bu yazı toplam 490 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR Arşivi
SON YAZILAR