SILA-İ RAHİM AKRABALIK HUKUKU
Akrabalar arası ilişkiler konusu, ‘sıla-i rahim’ kavramıyla ifade edilir İslâm edebiyatında. ‘Rahim’ ile ana rahmi; ‘sıla’ ile de bağ kastedilir. ‘Akrabalar arası ilişki’ denilen bu bağ, rahimler vasıtasıyla ortaya çıkar. Rahim ile cenin arasında nasıl ‘kordon’ diye bilinen maddî bir bağ var ise doğduktan sonra da akrabalar arasında mânevî bir bağ söz konusudur. Cenin için kordon ne kadar hayatî önemi haiz ise Müslüman birey için de sıla-i rahim o denli önem taşır.
Yüce Rabbimizin en güzel isimlerinden olan ‘Rahmân’ ve ‘Rahîm’ ile ‘rahmet’ ve ‘rahim’ aynı kökten gelir. Kelimenin kökeni, acıma, esirgeme, merhamet etme anlamını taşır. Rahmân ile Rahîm arasındaki ilişki, sadece aynı kelimeden türemesiyle izah edilemez. Çok esirgeyen ve çok merhamet eden Rabbimiz, rahmet ve merhametini sadece insanlara değil, hayvanlara da ana rahmi aracılığıyla verir. En vahşi hayvanların dahi yavrularına olan şefkat ve merhameti bunun bir sonucudur. Bu, Rahmân"ın arşından çıkan rahmet ağının, rahim denilen hattan yayılmasıdır aynı zamanda.
Nitekim Allah Resûlü bir hadisinde, ’Rahim, Rahmân’dan uzanmış bir ağdır ve arşa bağlıdır.’ buyurmuş ve ‘Rahim’ ‘Rahmân’dan bir bağdır.’ şeklinde bir tanımlama yapmıştır. Biri, Rahmân ile Rahîm arasında, diğeri ise rahim ile aynı rahimden dağılan akrabalar arasında olmak üzere iki tür ilişki vardır. Her iki ağda da ilişki, rahmet ve merhamet akışı şeklinde gerçekleşir. Arada bağlantı varsa, rahmet ve merhamet akımı devam eder, bağ koparılmışsa rahmet ve merhamet de kopar.
Nitekim Hz. Peygamber"in bir kudsî hadiste şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben Rahmân"ım, o (akrabalık bağlarının adı) da rahimdir. Ona kendi ismimden türeyen bir isim verdim. Onunla ilişkiyi sürdürenle ben de ilişkimi sürdürür, onunla ilişkiyi kesenle ben de ilişkimi keserim."
Sıla-i rahim, câhiliye dönemi Arap toplumunda da değer verilen erdemler arasındadır. İslâm bu hususu daha da önemsemiş, câhiliyedeki birtakım yanlışları düzeltmiş ve onu ilk günlerden itibaren en temel öğretiler arasında sunmuştur. Câhiliyede bu ilişki, başkalarına karşı bir gurur, kibir ve övünme vesilesidir. Körü körüne, taassup derecesinde bir tarafgirlik, zalim de olsa, mazlum da olsa kan kardeşini tutma, kabilesini kayırma, kısaca nesebini âdeta putlaştırırcasına yüceltme söz konusudur. İslâm ise bu ilişkileri ıslah etmiş, temel ilkeleri, karşılıklı hak ve sorumlulukları merkeze alan bir ilişkiler ağı kurmuştur. Adalet, hakkaniyet, hukukun eşitliği ve suçun şahsîliği gibi İslâm"ın temel ilkeleri karşısında akrabalık bağları hiçbir avantaj sağlamaz. En yakın akraba da olsa, şahitlikte ve yargıda dürüstlükten ve adaletten asla ödün verilmez. Yakını bile olsa kimse kimsenin vebalini yüklenmez. Hatta bu konuda Peygamber Efendimizin dahi ayrıcalığından söz edilemez. Kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi, “kızı Fâtıma da olsa...” ne dünyada ne de âhirette yapabileceği bir şey yoktur.
Akrabalar arası ilişkiler konusu Kur"an"ın en temel öğretileri arasında yer alır. Yüce Rabbimiz birçok âyette akrabaya hakkını vermeyi, yardım ve iyilik etmeyi emretmekte, akrabalık haklarına riayetsizlikten sakındırmakta ve akrabalık bağlarını koparmanın, fitne ve fesat ile ilişkisinden söz etmektedir. İlk vahiy tecrübesinin ona verdiği ürperti ve heyecanı yatıştırmaya çalışan Hz. Hatice validemizin, “Çünkü sen, akrabalarla ilişkini sürdürürsün” demesi de Rahmet Elçisi’ nin bu konuda eskiden beri ne denli hassas olduğunu gösterir.
İslâm Peygamberi, ilk günlerden itibaren sıla-i rahmin önemini vurgular. Bizans kralı Herakleios, henüz Müslüman olmamış Ebû Süfyân’a, Hz. Peygamber"in neler getirdiğini sorar. Ebû Süfyân, Allah"a şirk koşmadan kulluk etme, namaz kılma, sadaka verme, dürüst ve iffetli olma, akrabalarla irtibatı devam ettirme şeklinde cevap verir. Hicret ettiği Medine’ye varır varmaz verdiği ilk mesajlar arasında yine sıla-i rahim vardır. İslâm"la şereflenen Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selâm şöyle anlatır: ‘Peygamber (sav) Medine’ye geldiği zaman halk onu karşılamaya çıktı. ‘Resûlullah geldi!" çığlıklarını duyunca, bir bakayım diye halkın içinde ben de gittim. Onun yüzünü açıkça görünce, bir yalancı yüzü olmadığını anladım. Ondan işittiğim buyruğu şu oldu: "Ey insanlar! Selâmı yayın, yemek yedirin, sıla-i rahmi yerine getirin (akrabalarınızla bağlarınızı koparmayın), insanlar uyurken namaz kılın ve cennete selâmetle girin."
Akrabalar ile ilişkilerin sürdürülmesinde din farkı dahi dikkate alınmaz. Şirk ve küfür gibi konularda anne babaya itaat edilmesi yasaklansa da onlarla dünyada beraberlik ya da beşerî ilişkilerin sürdürülmesi istenir. Nitekim Müslüman olmamasına rağmen, Peygamberimizin, vefat edinceye kadar amcası Ebû Tâlib ile sıcak ilişkiyi sürdürdüğünü bilmekteyiz.
Hz. Ebû Bekir"in kızı Esmâ anlatıyor “Kureyş"in Hudeybiye Antlaşması zamanında annem, İslâm"dan yüz çeviren müşrik biri olduğu hâlde kendisine yardım etmemi arzulayarak bana geldi. Bunu haber verdikten sonra Resûlullah"a (sav), ‘Yâ Resûlallah! Onunla ilgileneyim mi?’ dedim. O da ‘Evet, annenle ilgilen.’buyurdu.’
Hadislerde dile getirilen önemli bir akraba ilişkisi de amcayla olan bağdır. Baba yüzü görememiş Sevgili Efendimizin, kendisinden sadece iki yaş büyük olmasına rağmen, amcası Abbâs’a olan düşkünlüğü mâlûmdur. O, bir vesileyle ondan söz ederken, ‘Aynı hurma kökünden çıkıp da ayrılan dal.’ benzetmesini kullanır. Bir gün Hz. Abbâs, Peygamber Efendimizin yanına öfkeli bir şekilde girer. Ona öfkesinin sebebini sorunca, “Bu Kureyş ile bizim aramızda ne var? Birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüzlüler, bizimle karşılaştıklarında ise farklılar!” der. Bunun üzerine Peygamberimizin mübarek yüzü kızaracak kadar öfkelenir ve şöyle der: “Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki Allah ve Resûlü için sizleri sevmedikçe bir kimsenin kalbine iman girmez.” Sonra şöyle devam eder: “Ey insanlar! Amcamı rahatsız eden, beni rahatsız etmiş olur. Çünkü bir kişinin amcası, baba yarısıdır.”
Akrabalar arası ilişkiler, sevgi, saygı ve ziyaretleşme gibi hususların yanı sıra sosyal hayatın her alanında karşılıklı yardımlaşmayı da gerektirir. Bu dayanışmanın, diyet, miras gibi hukuku gerektiren tarafları olduğu gibi, ahlâkî boyutu da vardır. İyilik yapma konusunda öncelikli kimseler, ilk önce anne, sonra baba, kız kardeşler ve kardeşler şeklinde sıralanır. Genel olarak yardım elini uzatmada, özel olarak zekât ve sadakada en yakınlardan başlanır. Bu durum, Peygamber Efendimizin “el-akrab, fe"l-akrab” şeklinde ifade ettiği üzere, en yakından uzağa doğru devam eder. Herhangi bir yoksula verilen, bir sadaka sayılırken; yoksul akrabaya verilen, biri sadaka, diğeri sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır.
Zorda veya darda kalan bir kimse, öncelikle akrabalarının sorumluluğuna havale edilir. İlk muhacir hanım sahâbîlerden Fâtıma bnt. Kays"ın durumu bunun bariz bir örneğini oluşturur. Resûlullah, kocası tarafından üç talâkla boşanan Fâtımayı, iddet müddetini tamamlaması için İbn Ümmü Mektûm"un evine gönderir. Çünkü aynı zamanda âmâ olan bu sahâbî, Fâtıma"nın amcaoğludur.
İlgi ve ilişkiyi sürdürmeyi fazlasıyla hak eden yakın akrabalardan biri de teyzedir. Kültürümüzdeki ‘Teyze ana yarısıdır.’ ifadesi, bu konudaki hadislerin aynasıdır. İbn Ömer’in rivayet ettiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’e gelerek sorar: ‘Ey Allah"ın Resûlü! Ben büyük bir günah işledim, bana tevbe imkânı var mı?’ Hz. Peygamber, ‘Annen var mı?’diye sorar. Adam, ‘Hayır.” deyince, ‘Teyzen var mı?’ diye sorar. Adam, ‘Evet.’ diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘Öyleyse git ona iyilik yap!’ buyurur ve ekler, ‘Teyze, anne konumundadır.’
Resûl-i Ekrem"in öğretisine göre, “Sıla-i rahim yapan, akrabasından gördüğü iyiliğe iyilikle karşılık veren kimse değil, akrabası kendisine iyiliği kestiğinde dahi onlara iyilik yapandır.” Nitekim bir adam Efendimize gelerek, “Yâ Resûlallah! Benim yakınlarım var! Ben onlarla irtibatımı sürdürüyorum, onlar benimle alâkayı kesiyorlar! Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar! Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba davranıyorlar!” der. Bunun üzerine o, ‘Eğer dediğin gibi isen, neredeyse onlar senin iyi davranışların karşısında eziliyorlar! Sen böyle devam ettikçe Allah onlara karşı daima sana bir yardımcı verecektir!” buyurur. Konuyla ilgili çeşitli rivayetlerde Hz. Peygamber, akrabalık ilişkisini kesenle ilişki kurmayı, vermeyene vermeyi ve sataşanı affetmeyi, faziletlerin en üstünü olarak anmıştır.
Nebevî öğretiye göre, “Akraba ile bağı koparmaya yemin de edilmez, nezir de!” Nitekim malı mülkü olan sahâbîlerden Mâlik b. Nadle el-Cüşemî, amcasının oğluna bir şey vermemeye ve onunla ilişkiyi sürdürmemeye yemin ettiğini söyleyince Hz. Peygamber ondan, daha hayırlı olanı yapmasını ve yemininin kefaretini ödemesini istemiştir.
Allah Resûlü’nün bazı hadislerinde akrabalar arası ilişkiler, doğrudan iman ile de irtibatlandırılmış, bazılarında ise söz konusu bağı koparmanın doğuracağı olumsuz sonuçlara işaret edilmiştir: “Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, misafirine ikramda bulunsun. Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, akraba ilişkilerini sürdürsün...”
Resûlullah (sav) bir hitabesinde de şöyle buyurdu: “Cimrilikten sakının, çünkü sizden öncekiler cimrilik sebebiyle helâk oldular. Cimrilik onları vermemeye sevk etti de vermediler, akrabaya iyiliği kesmeye sevk etti de kestiler, günah işlemeye sevk etti de günah işlediler.”
Aslında sıla-i rahim, câhiliye döneminde de oldukça önemsenen ahlâkî bir erdemdi. Gerek Kur’an, gerekse hadisler bu erdemi daha da geliştirdi ve bu konuda Müslümanları aktif olmaya davet etti. İslâm’ın bu konuda getirdiği bir başka husus, akrabalar arası ilişkilerin karşılık esasına dayandırılmaması, aksine ilişkiyi kesenle ilişkinin sürdürülmesi şeklindeki faziletli tavırdır.
Yüce dinimizde, sıla-i rahme bu kadar önem verilmesine rağmen, maalesef modern dönemlerde Müslümanların bu konuda oldukça zayıfladıkları görülmektedir. Bilhassa tarım toplumundan sanayi toplumuna, köy ve kırsal hayattan şehir hayatına geçişle birlikte akrabalar arası bağlar neredeyse kopma noktasına gelmiştir. Zira tarıma dayalı hayatta akrabalar aynı bölgede yaşamaktaydı ve işleri gereği birbirlerine daima ihtiyaç duymaktaydılar. Milyonların yaşadığı şehirlerde ise insanımız hem bireyselleşti hem de yalnızlaştı. Gerek hayat şartları, gerekse "kimseye muhtaç olmadan yaşama" dürtüsü, bireyi akrabalarından uzaklaştırdı. O kadar ki kişi yoğunluğu sebebiyle ailesine, çocuklarına, ebeveynine, sıla-i rahme yeterli zaman ayıramamaktadır. Günümüzdeki bunca iletişim ve ulaşım araçlarına rağmen, sıla-i rahim her geçen gün biraz daha zayıflamaktadır. Ne yazık ki sıla-i rahim artık sadece birinci dereceden akrabaların ziyaretine indirgenmiş, ikinci ve üçüncü dereceden akrabalar âdeta birbirlerini unutmuşlar, genç kuşaklar ise belki de hiç tanışamamışlardır. Söz konusu ilişkiler de neredeyse bayramlaşma, düğün veya cenaze merasimlerine katılma şeklinde kısa süreli devam etmektedir
Şu hâlde Müslüman, dinimizin bu kadar önem verdiği rahim ve rahmet bağlarını zayıflatmamalı, aksine güçlendirmelidir. Bağların kopmasıyla, aradaki rahmetten, sevgi ve merhametten mahrum kalınacağı unutulmamalıdır. Resûl-i Ekrem"in ifadesiyle, ‘Akraba ilişkisini kesen, cennete giremez.’
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM
HİSSEMİZE DÜŞENLER
- Mümin, Allah'a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınmalıdır.
- Allah Teâlâ'nın insanlar arasında gözetilmesini istediği akrabalık bağı, onun Rahman isminin bir tecellisi olup kullarına olan merhametinin bir gereğidir.
- Akrabaları sık sık ziyaret etmek, yardıma ihtiyaçları var ise yardımlarına koşmak, ilgi ve desteği üzerlerinden eksik etmemek dinî ve insani bir sorumluluktur.
- Akrabalık bağlarını gözetmek, insana hem bu dünyada fayda sağlayacak hem de ahiret yurdunda mükâfata vesile olacaktır.
GÜNÜN AYETİ:
“O halde akrabaya da hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. Bu, Allah'ın hoşnutluğunu isteyenler için en iyisidir. İşte gerçek kurtuluşa erenler de onlardır." (Rûm, 30/38)
GÜNÜN HADİSİ:
"Merhamet edenlere Allah merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki gökteki de size merhamet etsin! Akrabalık bağı (sila-i rahim), Rahmân'dan bir bağdır. Kim akrabalarıyla irtibatını sürdürürse Allah da onunla irtibatını sürdürür; kim de akrabalık bağını keserse Allah da o kimseyle bağını keser.” (Tirmizî, Birr, 16)
BİR SORU & BİR CEVAP
SORU : Akrabalık ilişkilerini kesecek bir vasiyet uygulanabilir mi?
CEVAP : Dinimiz, yakınları arayıp sormayı, uzakta olanları imkân nispetinde ziyaret etmeyi, muhtaç olanlara yardımda bulunmayı emreder (Buhârî, Edeb, 10-11). Bu itibarla mesela “Ben öldükten sonra amcanı ziyaret etmeyeceksin” gibi akrabalık ilişkilerini kesecek bir vasiyet geçersiz olup yerine getirilmesine çalışmak caiz değildir.
KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan : Hakkı ŞENER DİN HİZMETLERİ UZMANI
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.