Sultan Abdülhamid’i eşkıya anladı da âlimler anlamadı
“Karşısında Sultan II. Abdülhamid’i gören ve oyununu oynayamayan Avrupalı, padişahımızı devirmek için çalışıyor. Biz bari düşman gibi düşünüp düşmandan yana olmayalım.”
“Söyleyene değil, söyletene bak” derler. İster inanın, ister inanmayın, aydınlık bir yürekten damlayan bu arifane sözler bir âlimin değil, bir eşkıyanın ağzından çıkmıştır.
Aynı dönemde Elmalılı Hamdi (Yazır) Efendi gibi âlimler Sultan’ı tahttan indirecek düzmece fetvanın müsveddesini karalarken, Ödemiş dağlarında İttihatçılara direnmekte olan Çakırcalı Mehmed Efe (halk arasında “Çakıcı” diye bilinir) kendisini, İttihat ve Terakki’ye katılmaya davet maksadıyla ziyarete gelen Doktor Nazım Bey’e böyle efece posta koyuyor, Avrupalıların ülkeyi bölmek üzere hazırladığı planlara direnen padişahın yanında durmanın aslî görevi olduğunu söylüyordu.
Bu işte adına “halk irfanı” dediğimiz tarifsiz bir derinlikti.
“Efe” deyip geçmeyin, herkes efe olamaz ve kendisini çevresine kabul ettiremezdi. Çakırcalı da babadan efeydi. Babası Çakırcalı Ahmed Efe ile birlikte dağlarda eşkıyalık yapmış, yeri gelmiş halkı haraca bağlamış, yeri gelmiş soygunculuk yapmış, adam öldürmüş, Sultan Abdülhamid devrinde peşine nice zaptiye ve jandarma birlikleri düşmüş, kaç defa kıstırılmış, kaç defa affedilmiş, yine de silahını bırakmamış, tövbekâr olmamıştı. Zaten son nefesini de 1911 yılında dağlarda bir kuşatma sırasında yediği kurşunlar yüzünden vermişti.
Derken 1908 Temmuzunda Meşrutiyet ilan edilmiş, ardından Sultan Abdülhamid tahttan indirilmişti. İşte Çakırcalı Mehmed Efe Sultana yapılan bu haksızlığı kabul edememiş, Sultanın davasını üstlenmişti adeta.
Zeybek geleneklerinde hükümetin posta arabasını soymak küçüklük kabul edilir ve tekin sayılmazdı. Bunun için o tarihe kadar posta arabası soygununa kalkışmamıştı Çakırcalı. Ancak gün geldi, Muğla’da bir posta arabasını soyduğu görüldü. Nedendi acaba?
Halil Dural’ın Bize Derler Çakırca adlı kitabında dediğine bakılırsa efe, Sultan Abdülhamid’i deviren yeni hükümetten “intikam” alıyordu. Böylece Sultan Abdülhamid devri yönetimini çok saydığını halka ilan etmiş oluyordu. Bir nevi “Bu yeniyetmeler gayri meşru, benim gönlüm Sultan Hamid’den yana” mesajını iletiyordu. Artık “Hedefi hep hükümet kuvvetleri, hep hükümet paraları idi. Gaye yeni hükümeti yıkmaktı.”
Muğla posta arabasının soyulması gibi mesaj verici hamlelerden sonra kendisini Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından Doktor Nazım Ödemiş’te gizlice ziyaret eder. Davasından vazgeçmesini ister, “gerekirse sırt sırta vererek” birlikte çalışmak istediklerini anlatır. İkna olmayan Efe’nin Doktor Nazım’a verdiği cevap çarpıcıdır:
“Ağa, ben padişahımız Sultan II. Abdülhamid’in Türk milletinin kötülüğüne bir iş göreceğine inanmıyorum. ‘Meşvereti (istişare etmeyi) terk etti’ diyorsan ne yapsın? Herhâlde etrafındaki insanlar meşverete lâyık kimseler değil. Sonra ‘her tarafı hafiyelerle doldurdu’ diyorsun. Bu devirde hafiyesiz iş görülür mü ağa? Benim bile şu civarda yüzlerce hafiyem var. Buna göre var sen hesap eyle.”
Ardından yazımızın başına bir kısmını aldığımız cümleler azad olur ağzından:
“Avrupalı topraklarımızı paylaşmaya bugün değil çoktan karar verdi. Sultan II. Abdülhamid onların oyununa gelmiyor ve senin, benim, hepimizin, bütün Türk Milleti’nin haklarını korumaya çalışıyor. Karşısında Sultan II. Abdülhamit’i gören ve oyununu oynayamayan Avrupalı, padişahımızı devirmek için çalışıyor. Biz bari düşman gibi düşünüp düşmandan yana olmayalım.”
Asıl darbeyi sona saklamıştı tecrübeli Efe:
“Sen bakma, biz dağda gezeriz ama olup bitenlerden haberdarız. Ben sizin içinize girmem. İttihatçı falan olmam”.
Ahmet Eyicil’in Doktor Nazım Bey (2021) adlı kitabından aktardığımız bu sözler âlimlerin gösteremediği basiretin, hakkında “Bize derler Çakırca” diye türkü yakılan bir eşkıyanın ağzından dile gelmesi bakımından ibretliktir.
Mustafa ARMAĞAN - Yeni Akit Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.