MUZAFFER ÇEVEN

MUZAFFER ÇEVEN

TAHT DEDİĞİN…

TAHT DEDİĞİN…

Taht dediğin, kimine koltuk kimine tabut… Taht ve tabut, iktidarın geçiciliği, hayatın belirsizliği ve insanın ölümlü olduğunu dile getiren iki önemli sembol… Taht (Farsça, taht -yatmak veya oturmak amacıyla hazırlanmış zeminden yüksek yer; Arapça, serîr, kürsî, arş -hükümdarlık, hükümdarın koltuğu ve makamı); hükümdarların oturduğu, büyük ve gösterişli koltuk… Taht, iktidarın remzi… Taht, güç ve otoritenin, toplumsal düzenin merkezi… Birçok kültürde taht, kutsal bir nesne, ilahî güçle ilişkilendirilen makam… Taht, hükümdarlık ve saltanat alâmeti… Taht, devletin başının ve yönetim merkezinin simgesi… Taht; monarkların (siyasî otoriteyi uhdesinde bulunduran kişilerin), özellikle Hristiyanlıkta en yüksek kademelerdeki din adamları tarafından da kullanılan koltuk… Taht; Yunan mitolojisinde tanrıların oturdukları yer… Taht; doğu medeniyetlerinde ihtişamın, gücün sembolü… En eski taht, Girit'in kuzeyinde, Kandiye şehri yakınlarındaki Knossos sarayının duvarlarına bitişik olarak MÖ 1800'lü yıllarda inşa edilen, Girit uygarlığından kalma bir taht… Bilinen en gösterişli taht, mücevherlerle bezeli ve gümüş basamaklarla çıkılan bir platform üzerinde bulunan ve Delhi hükümdarlarına ait olan Taht-ı Tavus… Tahtın bulunduğu yer, pây-taht (başşehir)…

Allah’ın kürsîsi; gökleri ve yeri kuşatan Allah’ın kudret ve ilminin bütün kâinatı kapladığının ifadesi… (el-Bakara 2/255 -Âyetü'l-kürsî)… Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Süleyman, Yusuf ve Sebe Melikesi Belkıs’ın tahtı, kürsî ve arş… (Yusuf 12/100; en-Neml 27/23, 38, 41, 42; Sâd 38/34)… Kitâb-ı Mukaddes’te geçen ibare ‘kralın tahtı’, ‘tanrının tahtı’… Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’ın ve firavunun tahtı, arş… (Luka, 1/32; I. Krallar, 1/46; Yeremya, 22/30)… Taht; hem gücün ve ihtişamın yansıması hem iktidarın sonlu olduğunun işareti… Taht, insanın ölümlü olduğunun kanıtı… Taht, dünyanın sürekli değiştiğini ve hiçbir şeyin sonsuza dek aynı kalamayacağını gösteren bir ayna… Tahta kurulan ya da tabuta uzanan… Farkı fark eden, gerçekte en güçlü olan… Taht, bir koltuk, makam olarak bir güç; bir hapishane, tabut olarak zulüm aracı… Taht dediğin, gücün merkezi olmalı; düşüşün habercisi olmamalı… İktidarın sağlam, yıkılmaz görünmesi bizi yanıltmamalı… Tahta dediğin, çok çabuk tabuta da dönüşüverir… Mâlum, tahtlar yıkılır, mezarlar kalır… Tahtta oturanlar da bir gün toprak olurlar… Aslında, taht dediğin, yalnızlığın en büyük sahtı… Unutmayalım, taht, grevler ve sorumluluklar kötüye kullanıldığında, kemiklerin üzerinde yükselir… Hiçbir beşerî iktidar sonsuza dek sürmez… Tahtı yerle bir eden, tabuta ve kabire dönüştüren tek gerçek, doğum ve ölüm… Bu, öylesine, herkesin eşitlendiği bir taht… İktidarın elde edilmesi ve sürdürülmesi için ödenen bedeller, tahta çakılan çiviler gibi… Tahtı gönüllerde inşa edebilmek önemli… Nasıl mı? Güçlü bir konumda iken, tevazuyla… Başkalarının duygularını anlamaya çalışmakla ve onlara karşı daha anlayışlı olmakla... İktidarı kendi çıkarları için değil, toplumun iyiliği için kullanmakla... Ölümün farkında olmakla, hayatın kısalığını ve her anın değerini bilmekle...

‘Her şey çok güzel olacak!’ diye halkı kandırıp tahta kurulanların, ne yaptıkları, giderken bıraktıkları enkazdan belli… Tahtın en büyük put hâline geldiği ve tahta kurulanın firavunlaştığı hengâmedir bu… Taht mı, baht mı? İmar odaklı olan taht, baht olur… İmha odaklı olan ise, tabut… Taht dediğin; İslâm öncesinde Arap, Türk, Roma ve Sâsânî hükümdarlarının saraylarında altın ve mücevherlerle süslü, genellikle ahşaptan yapılmış koltuk olmuş… Taht, hükümdarın meclisinde bulunan kişilerle aynı seviyede olmamış… Taht; hep otağ ve salonlarda diğer resmî erkânın mevkiinden daha yüksek bir yere konulmuş… Türklerde taht, sadece bir koltuk değil, hükümdarlığın ve Tanrısal gücün bir simgesi olmuş… Uygur tahtları sekiz köşeli birer setten ibaret imiş… Taht, bazı savaşlarda orduyla birlikte gidilen yerlere götürülmüş… Taht, saraylarda, hükümdarın ve diğer yöneticilerin; devlet adamlarını, elçileri kabul ettiği, taht odası adı verilen bir bölüm varmış… İslâm tarihinde taht üzerinde oturma geleneğini başlatan ilk hükümdar, Muaviye bin Ebu Süfyân… Sonrasında, bütün İslâm devletlerinde halife ve sultanlar tarafından, taht, hâkimiyet ve hükümdarlık sembolü diye kullanılmış… Taht, genelde ahşaptan yapılmış ve üzeri altınla kaplanmış… Osmanlılarda cülûs merasimi padişahın öldüğü yerde veya başşehirde yapılırmış… Topkapı Sarayı’nda Bâbüssaâde önüne kurulan tahta oturan şehzade resmen padişahlığını ilân edermiş… Padişahlar sefere çıktıklarında tahtlarını birlikte götürürlermiş; taht arz çadırında kurulurmuş… Kanuni Sultan Süleyman'ın tahtı, güç ve hâkimiyetin emaresi imiş… Sultan Süleyman'ın tahtı, Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü dönemlerinde hüküm süren bir padişahın otoritesinin görsel bir ifadesi olmuş… Sultan Süleyman 1532’de Macaristan seferi sırasında Habsburg İmparatoru I. Ferdinand’ın elçilerini arz çadırında altın bir taht üzerinde kabul etmiş… 1. Ahmed, 1610’lu yıllarda abanoz, fildişi ve sedef kakmalı, gölgelikli bir taht yaptırmış… 3. Murad, 1. Ahmed ve 4. Murad’ın yaptırdığı sütunlu tahtlar meşhur imiş…

Yönetenlerin, güçlerini tahtan almaları ne kadar doğru? Makam dediğin, ha taht ha tabut… Peygamberimizin oturduğu yer düşünüldüğünde, gücün seviye farkından olmadığı çok net anlaşılabilir… Farklı ve yüksek koltuklarda oturanların, protokol kuralları ile takıntılı olanların kulakları çınlasın… Bize tek önder, peygamber… Peygamberimiz Hz. Muhammed… Peygamberimizin hayatı, sözleri ve davranışları, insanlık için yol gösterici… O, mütevazı hayat tarzı ile yaşamış; makam/taht tutkusundan uzak durmuş… Özellikle üstünlük taslama ve başkalarına karşı kendini yükseltme gibi davranışlardan kaçınmış… İslam ahlâkının temel ilkelerinden biri olan eşitlik ve kardeşlik anlayışının en güzel misâllerini hayatında uygulamış… O, Mekke'nin en zengin ve etkili insanı olabilecekken, sahip olduğu imkânları hiçbir zaman kişisel çıkarları için kullanmamış… O, mütevazı bir hayat sürmüş, tüm varlığını Allah yolunda harcamış… Onun evi, eşyaları ve kıyafetleri son derece sade imiş… Peygamberimiz bir gün sahabelere verdiği bir ziyafet sırasında, onlara hizmet ederken, uzaklardan geldiği anlaşılan at sırtındaki biri, Peygamberimizin meclisine yaklaşıp: ‘Bu kavmin efendisi kimdir? Bu kavmin efendisini arıyorum.’ dediğinde, Peygamberimiz Hz. Muhammed ‘Benim’ dememiş… O sırada sahabelerine su dağıtmakta olduğundan, atlıya şöyle cevap vermiş: ‘Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir!’… Onun ne kıyafeti, ne oturup kalkması ne de hareketleri farklı olmuş… O, hiçbir zaman üstünlük taslamamış veya makam tutkusu içinde bulunmamış, farklı koltukta oturmamış… O, ashabıyla birlikte oturmuş, onlarla aynı yemekleri yemiş ve aynı işleri yapmış… O, hatta bazen kendisi onlara hizmet etmiş… O, sözleriyle ve davranışlarıyla, insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmemiş ve herkese eşit ve âdil davranmış… O, liderliğin sadece emir vermekle değil, aynı zamanda hizmet etmekle de ilgili olduğunu yaşayarak göstermiş… O, insanlar için eşitlik ve kardeşlik anlayışıyla yaşamış en güzel misâl… O; ırkın, rengin, sosyal statü gibi farklılıkların, insanlar arasındaki eşitsizliğe neden olmaması gerektiğini söylemiş ve uygulamış… O, bütün insanlığın gönlünde taht kurmuş, söylediği gibi yaşamış, yaşadığı gibi söylemiş tek önder… O, zamanın ve mekânın iç içe dürüldüğü anda, miraç tahtına kurulmuş en büyük insan…

Kırıntı bilgilerle her konuda ahkâm kesip ‘tek adam, hırsız’ vb. saptamalar yapanların, zurnanın son deliği ya da bilindik dilli düdük olanların, ego illetine tutulmuşların, düşünce çilesi çekmeyenlerin, yolsuzluk yapanların, kirli parayı aklayanların, yalanla dolanla iş yapanların, yanlarına yaklaşılamaz olanların yanlarında olmak, bahtsız, talihsiz olmaktır… Paranın ve tahtın gücüne tav olanların tahtı, ateşte yanan tahtadan yapılmış bir attır, zulüm aracıdır… Taht; tahtı sevenlerin, koltuklarına kurulanların, makamlara sığınanların olsun… Bize taht olarak bir avuç toprak yeter… “Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun… Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız… Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader… Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz… Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!” (Necip Fazıl Kısakürek)… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz, linki arkadaşlarınızla paylaşıp destek olmanız, olumlu-olumsuz görüşlerinizi, eleştirilerinizi iletmeniz dileğiyle…

Bu yazı toplam 1202 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
MUZAFFER ÇEVEN Arşivi
SON YAZILAR