TAKDİR EDİLMELİ
Birbirlerini memleket meselelerine bakışları yönünden değerlendirmesi gereken siyasîlerin; birbirlerine çatmalarını ve çamur atmalarını, birbirlerini küçümsemelerini ve haklı haksız itham etmelerini hep yadırgamışımdır. Milletin sessiz çoğunluğunun da bundan rahatsız olduğundan eminim.
Fikrinin yanlışlığını veya doğruluğunu ele almak yerine, rakibe sataşmak… Fikri değerlendirmek yerine kişiyle cedelleşmek... Meseleyle alâkasız kelime oyunları ile hakaret, alay, küçümseme… Ağzıyla kuş tutsa da, en acı dille ve acımasız bir üslûpla tenkit… Asla iyiyi ve doğruyu görmemek…
Rakibin değeri gölgelensin ki, konuşma imkânını ele geçirmiş, ne diyecek diye gözünün içine bakılan “ben” göze girsin... Başka türlü görünmek mümkün değil, yoksa gölgede kalacak ve silinip gidecek. Böylelerini göre göre, demek siyaset bu ve böyle olmak gerekiyor kanaati yaygınlaşıyor. “Bu işler böyle yürüyor” sözü tabiî hale geldi. Benim babam seninkini döver misali “taraftarlar” ve “seçim atmosferi” de “horoz dövüşlerini” kızıştırıyor. Safları kesinleştiriyor ve dişleri keskinleştiriyor. Bu yoldan dönmek yok… Gladyatörlerin, rakibi yenmekten başka şansı yok… Siyaset sahnesinde ayakta kalmak buna bağlı…
Korkarım, iyi bir örnek görsek, birisi çıksa rakibin falan hareketi ve sözü de çok yerinde dese; kötü kokuya alışanın gül kokusundan rahatsız olması gibi yadırgayacağız…
Başbakan Erdoğan’ın (Papandreu)ya cevabını, Devlet Bahçeli’nin değerlendirmesini dinlerken bunları düşündüm…
Papandreu, Erzurum’da 2011 Dünya Ünivarsitelerarası Kış Oyunları tesislerinin açılış töreninde konuştu. Kendisini davet edenlerin ve kendisine hitabetme imkânı verenlerin gözlerinin içine baka baka, Türk milletini“işgalci” olarak niteledi. Neymiş Türkiye Kıbrıs’ta “işgali bırakmalı” imiş… Ne olurmuş bırakmazsa? Avrupa Birliği’ne giremezmiş… Mantıksız, zamansız, gelişiyle ve orada bulunuşuyla alâkasız lâflar… İflâsın eşiğinde çöplük haline gelmiş bir ülkenin başbakanı olarak ıstıraptan; değil başkasına çatmak, konuşacak mecali kalmaması gerekirken… Bir yandan Türkçe lâflar edip aklınca centilmen, diğer yandan ev sahibine hakarete kalkıştığı için kaba… Üstelik de kendisi de biliyor ki, söyledikleri yalan… İşte ona Başbakan Erdoğan’ın verdiği cevabı Devlet Bahçeli “doğru” bulmuş. Şöyle diyor: “Sayın Başbakan’ın Yunanistan Başbakanının yapmış olduğu değerlendirmeler karşısında Yunanistan politikalarına karşılık verdiği cevapları doğru buluyorum”… Bu kadarla yetinmiyor Bahçeli; cevabın, “cesaretle verilmiş” olduğunu da belirtiyor.
Hayretten küçük dilimi yuttum. Her halde pek çok kişi de şaşırmıştır. Cevaptan dolayı değil, az önce ifadeye çalıştığım iklimin, bu tavrı nasıl karşılayacağını düşünmekten dolayı... Bu adamın kafasına saksı mı düştü diyenden tutun, seçimler yaklaştı ya şirinlik yapıyor diye samimiyetsizlik isnadına kadar ne yorumlar yapanlar olmuştur. Ne olursa olsun… Kimsenin elinde (samimiyetölçer) yok. Aksi varit olana kadar, her sözün samimiyetle söylendiğine inanmalıyız. Hattâ dün, bizi samimiyetsizlikle suçlayanların sözlerinin bile… Kaldı ki, böyle bir tavır, samimiyetsiz bile olsa, takdire değer. Ve üç hilâlli partinin genel başkanına yakışır.
Böyle değerlendirmeleri takdir etmezsek, yukarıda tasvire çalıştığım iklimden nasıl kurtuluruz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.