TOPLU CİNNET
Bir yılbaşı daha geldi, geçti… Her partinin sahiplendiği Kiziroğlu türküsünün dediği gibi, her sene olduğu gibi “hışmınan geldi, geçti”… Cinayetler işlendi, kadınlar kızlar taciz edildi. Çamlar kesildi… Kazalar oldu… Kavgalar, hırsızlıklar, gasplar, soygunlar… “Peh, peh, peh!..”
Bu memlekette –o hale getirildi ki– ağaç kesmek, cinayetten daha büyük suç… Ama yılbaşı sebebiyle çamlar kesilebilir. Hem de ne mânâya geldiği ve niçin yapıldığı düşünülmeyen bir gecelik tuhaf gösteri ve gösteriş uğruna… Yılbaşında çam katliamına kimse karşı çıkamaz… Ağaç kesildi diye, hükümet devirmeye kalkışan Gezi Parkı eylemcilerinde bile gık yok… Yılbaşı oldu mu her şey mubah… Hattâ mubahtan öte, evinde katledilmiş bir çam bulundurmamak, (konjonktüre) karşı çok büyük bir çam devirmek olur. O gece sadece çam katliamı değil; içki de, kumar da, ahlâksızlık da hoş görülür. “Bu gece yılbaşı kardeşim!”… Gerçi Allah´a şükür, artık eskisi kadar değil… Ama yine de, her yılbaşı “hışmınan” geliyor ve maddî, manevî her şeyi devirip gidiyor.
Ertesi gün, moda tabirle “yeni yılın ilk günü” yılbaşı olaylarını pişkin pişkin haber veriyorlar… Kaç kişi öldürülmüş, kaç kişi kaza ile ölmüş, ne kadar yaralı… Nerelerde ne hırsızlıklar yapıldı, kavgalarda sonuçlar ne oldu, tacizlerden kaç kişi tutuklandı vesaire… Ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Kaç ton havai fişek atıldı, ne kadar kaçak içki yakalandı (kaçak olmayanı meşru ya); bilânçosu çıkarılıyor. Şöyle göğsünü gere gere… Eee yılbaşı!.. Dünyanın her yerinde oluyor, –kimin kızından aşağı kaldık– görüyorsunuz böyle olaylar; olmasında da hiçbir mahzur yok havaları, habercilerin ortak tavrı… “Özgür basın” da öyle, özgür olmayan da… Falan kişi filancaya tokat attı diye kıyametlerin koparıldığı, tokat atan kişiden tepedeki “diktatöre” kadar bütün yetkililerin istifası istenen bu memlekette, olur böyle vakalar kabilinden, hattâ yılbaşı kardeşim bu, böyle şeyler yılbaşının şanındandır, edasıyla vatandaşa duyuruluyor… “Habercilik görevi” böyle yapılır işte…
O gece doğan çocuklar âdetâ takdis ediliyor… Yılın ilk bebeği… Prensler, prensesler… Şanslı ailelerle röportajlar… Yılbaşında, hiç olmazsa yılın ilk günlerinde doğsun diye, ne pahasına olursa olsun, sezaryenle doğum peşinde koşanlar… Yeni yılın ilk içkisini içen ünlüler, kendilerini teşhir fırsatını kaçırmıyor… Yeni yılın ilk cinayetini işleyene madalya verirlerse şaşmayın…
Kumar bile o gece meşru… Hem de “millî” sıfatı ile…
Kadını, kirli nazarlara, “dansöz” sıfatı vererek, eski yılın kaçıp gittiğini yeni yılın girdiğini zannettikleri dakikalarda peşkeş çekmek, –eskisi kadar değilse de– o gecenin olmazsa olmazlarından…
Hediyeler verildiğine göre bayram mı? Bayramsa, bu ne biçim bayram? Eğlenceyse, nasıl eğlence? Bayram ve eğlence, felâketler getirir mi? Bayram mı, seyran mı, yortu mu, tortu mu belli değil!..
Yılda bir gece; her türlü rezalet, ahlâksızlık, taciz, delilik, saçmalık, aklınıza ne geliyorsa topluca yapmak lâzım… Bir kişi çıksa dese ki; “yılda bir defa bütün rezaletleri yapacağım, cinayet işleyeceğim, kadınları taciz edeceğim”; hemen onu aklından zoru var, zavallı “travma geçiriyor” deyip, tımarhaneye götürürler. Ama yılbaşında topluca cinnet, safa geldi hoş geldi… Yaşasın toplu travma…
Travmanın ne olduğu şöyle ifade ediliyor: “Fizik ve ruh bütünlüğümüzü tehdit eden; günlük normal hayatın akışını bozan; dehşet, kaygı ve panik meydana getiren; kişinin anlamlandırma kabiliyetini yok eden âni ve beklenmedik şekilde gelişen bu tür olaylar”… Yılbaşında böyle olmuyor mu?
Yılbaşı, sosyal bir travmadır; ne zaman farkına varacağız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.