ALİ ERDAL

ALİ ERDAL

TOPLULUKLARI İDARE ETME HAKKI KİMİN?

TOPLULUKLARI İDARE ETME HAKKI KİMİN?

Toplulukları idare etme hakkı kimin, hangi gücün? Hangi hak; sıradan kişileri “ekselânsları” yapar, yapabilir? Lâyık olanlar, neye göre ve nasıl belirlenir? Devlet idare etme hakkını, yani meşruiyeti kim verir?

Dünya; Faşizm'in, Sosyalizm'in, Komünizm'in iflâslarını gördü. Babadan oğula saltanatın zaaflarını yaşayarak gördü. En hafif arızası, kapasiteli ve kabiliyetli memleket evlâtlarını birbirine harcatmak ile ülkeyi ve devleti sahipsiz bırakmak olan demokrasinin zaaflarını da görmekte.

Evet demokrasilerde en bâriz iki arıza... Devletin sahibi yok... Bir… Güya sahibi millet... İkincisi... Milletin kabiliyetli ve kapasiteli değerleri, mevki ve makam havucuyla birbirine kırdırılıyor...

Şimdi dünya düşünüyor... İçten içe kaynayan Doğu da; sömürdüğü ülkelerdeki rejimleri, işine geldiği gibi değiştiren, Avrupa'daki krallıklara ve İslâm dünyasında işine gelenlere ses çıkarmayan; yani kendi icadı demokrasiye ihanet eden, bir yandan da demokrasi nutukları atan şaşkın ve ikiyüzlü Batı da arayış içinde. Papa 2. (Jan Pol), 1991 yılında Katolik âlemine yayınladığı genelgede Komünizmin çöküşü ile tek kurtuluşun Kapitalizm'de olduğu düşüncesinin yaygınlaştığına işaret ediyor ve “buna katılmamak mümkün değildir” diyor. “Ancak…” dedikten sonra Batı'nın son reçetesinin de işe yaramayacağını, –bilerek veya bilmeyerek– ifade ediyor: “Ancak Kapitalizm'in düzeltilmesi gerekir. Birçok ulusun gelişmesini önleyen engelleri ve tekelleri kaldırmak lâzım. Kapitalizm'in geri kalmış milletleri daha geri bırakan vasıfları değiştirilmeli öyle olmadıktan sonra kurtarıcı olamaz. Teröristlerin, kartellerin hâkimiyetine engel olucu bir düzenleme yapılmalıdır”. Denize düşen, yılana sarılır. (Kafka)ların, (Niçe)lerin, (Sartır)ların çığlıklarını duymayanlar, bilinenin tekrarı bu nasihate mi kulak verecek? Demokrasi, Batı'nın dünyaya son teklifi…

Bu arayış, yeni bir dünya doğurur. Ama Allah bilir, Batıdan değil. (08 Mart 2011)

Devletlerin meşruiyetlerini bugün; (esas)a değil, üstelik de istismara müsait bir (usul)e, herkese göre değişen (demokrasi)ye dayandırmaları, üstelik onu (esas) gibi düşünerek putlaştırmaları; rejim, yani devlet yönetimi sistemi, arayışına ek olarak, dünyanın en büyük buhranı... Ve bütün buhranların merkezi... Batı, esasa ait, buhranı giderecek bir çözüm bulamıyor.

Devletli olma hakkı...

İnsanüstü kudrete dayandırmak, imtiyazlı sınıf meydana getirdiği ve liyakat göz ardı edildiği için terkedilmiş...

Üstün ırk düşüncesinin boş bir hayal olduğu görülmüş. Toplum kibri...

İşçi sınıfına dayanmak yüzyıl dolmadan iflâs etmiş... Bir sınıfa dayanmanın iflâsı...

Müteşebbis sınıfa yani zenginlere, parayı kontrol edenlere, kapitalizme dayanmanın mahzuru ayan beyan...

Kaldı, “demokrasi” denilen “usul”e dört elle sarılmak...

Hâlbuki dünya, (usul)den önce, (esas)a muhtaç. Devlete meşruiyet verecek bir esasa... Şimdi herkes görüyor ki halkın tercihi yönlendirilerek, demokrasi âlet edilebiliyor, halkın iktidarı maskesi ile egemenler sultası kurulabiliyor... Misal vermeye lüzum olmayacak kadar ayan beyan... Buhranlar kazanında kaynıyoruz. Çocuğun elinden oyuncağını alır gibi, para babaları oynuyor halkın seçtikleri ile. İstediklerini seçtiriyorlar, istediklerini yaptırıyorlar, dinlemeyenin sesini ve tesirini kesiyorlar, iktidardan düşürüyorlar. Halk yanıltılabiliyor, halkın isteği diye menfaatler yutturulabiliyor. “Demokrasi getirmek” yalanıyla, ülkeler talan edilip kan gölüne çevrilebiliyor. Helvadan put yapıp tapan, ondan sonra onu yiyen cahilden ne farkı var demokrasiyi menfaatine âlet edenin. Bu da icat ettiği putu, demokrasiyi; önce övüyor, ondan sonra da onu menfaatine âlet ediyor, yani yiyor.

Devlet, millet ve memleket idaresi, bir hanedana, bir zümreye ait olamaz diyen insanlık; devleti sahipsiz bırakan, menfaatçilere ve her türlü istismara örük veren, en kabiliyetli kişileri güçlü olma hırsıyla gladyatör haline getiren bir usule mecbur kaldı; daha doğrusu mecbur bırakıldı. Usul, esas olarak kabul etmeye zorlanıyor.

Bütün tecrübeler işaret ediyor ki, dünya buhranının merkezinde; her şeyi çekip çevirecek, devletlere meşruiyet verecek ve doğruda zaptedecek fikir ve iman manzumesinden mahrumiyet var...

Her geçen gün artan terör, şiddet, cinayet, katliam, uyuşturucu ve alkol iptilâsı, yalan ve talan, haklı veya haksız cinnet geçirmiş gibi sokaklara dökülmeler, silâhı kapan psikopatın önüne geleni katletmesi ispat ediyor ki, dünyayı idare edenler, itaata lâyık görülmüyor. Devlet idareleri, rejimleri ve idarecileri meşru sayılmıyor. İradesini bir kaynağa istinat ettiremeyen menfaat şebekelerine, çetelere karşı, adı devlet de olsa her yol mübah görülüyor... Lâ teşbih, dinsizin hakkından, imansız...

Batı’nın, fikirde ve eşyada her yeni icadı, yangına benzin... Görüyor musunuz terörü neyin doğurduğunu? Bu gayrimeşru zemin, devletlerin, hattâ şirketlerin; davar köpeği gibi terör örgütleri kurmasına ve kullanmasına fırsat ve imkân veriyor.

Eskiden “âsi” denirdi... İsyan eden bile kendini böyle ilân ederek, hak edene itaati kabul ederdi. Hak edene itaat, hak etmeyene isyan... Bugün, devletlilerin kendilerinin de meşruiyetlerinden şüpheleri var ki, karşı çıkanlarına “âsi” diyemiyorlar, “terörist” diyorlar. Âsi, zulme başkaldırdığını söyler... Âsi, doğru veya yanlış, haklı veya haksız, hak arayandır. Terörist ise, hiç bir açıklama yapmadan, sebep söylemeden yakar, yıkar, öldürür. Zalim idareci, isyancısını doğurur, doğuruyor; âsi, zalim idareci yüzünden ortaya çıkıyor. Terör ise gayrimeşru sistemin, gayrimeşruluğun veledi... Argo tabirle, –kusura bakmayın deyim yerine oturuyor– “fırlama”sı!.. Bu ifadenin daha beterini bile hak ediyor. Devlet olma hakkını, meşru zemine oturtamayan (Frankeştayn); canavarını meydana getirdi: Terör! ‘Köle, efendisini doğurmuştur.’

Meşruiyeti, iman verir. Çağımızda yaptığı makinelerle, robotlarla, yaratılışla oynamaya kalkan, bununla böbürlenen ‘Faust’; eşyaya hâkimiyet cakasında. Ve... Fert ve cemiyeti nizama sokacak kendinden üstün kudret olmadığı vehmine saplanıp kaldı... Yani ruhunu, Allah’a karşı kibreden, şeytana sattı. Hâkimi olduğunu zannettiği eşyanın, maddenin, mahkûmu oldu.

İnsanlığın bugünkü buhranı; başta ‘devlet’ olmak üzere hiç bir şeyin kontrol ve disiplin altına alınamaması... Bunun sonucu... Devletler ve paktlar başta olmak üzere bütün kurum ve kuruluşlar kritersiz; keşifler ve icatlar disiplinsiz; teknik ve sanayi, haberleşme ve iletişim kontrolsüz; sanat ve mizah, başıboşluğun ve cinselliğin mahkûmu; ekonomi hırsın ve hırsızın oyuncağı; adalet mizansız, cemiyet nizamsız. Hal böyle olunca, her şey hak yerine, menfaat üzerine... Güçlü olan haklı... İstediğini yapabilir. Bugün herkesin dilinde... İnsanları, (çip) takıp gütmeye gücü yetenin istediğini yapmaya hakkı vardır.

Dünyanın her yerinde...

Asabî ‘istemezük!’ çığlıkları!..

Değişim, yenilik, diriliş, doğuş, reform, düzenleme istekleri...

Yeni dünya düzeni ve benzeri arayışlar...

Kavga, dövüş... Kimse kimseyi dinlemiyor, anlamıyor. Müzakerenin adı bile tartışma... En yumuşak toplantılarda meseleyi müzakere etmiyorlar, tartışıyorlar.

Gösteriler, yürüyüşler, boykotlar, açlık grevleri, protestolar...

Hemen silâha sarılmalar, bombalar, suikastlar, katliam...

Ve silâhlanma yarışında devletler...

Bütün bunların yaygınlığı gösteriyor ki ‘insan’; bir iman ve devlet nizamı arıyor. Çivisi çıkmış dünyayı nizama soksun...

Sadece devletleri değil, bütün dünyayı idare ettiklerini zanneden seyisler, buhranın farkında değil ama düşünen adamlar, yeni bir nizam, yeni bir idare sistemi arayışının çilesini çekiyorlar. O mütefekkir, devlete herkesten çok ehemmiyet veren bir milletin içinden doğabilir. Köklü ordular ve güçlü devletler kurma kapasitesinde, teşkilâtlanma kabiliyeti yüksek, başka milletleri de yönetme tecrübesi olan bir millet bünyesinden, yani Türk milletinden bir mütefekkir; bu devlet buhranına cevap verebilir, deva bulabilir. Müslüman olmadan önce de devlet olmanın kitabelerini dikmiş, müslüman olunca ilk eserleri devlet üzerine olmuş, gerçekleştirdiği dünyanın en büyük devletine ‘Devlet-i ebed-müddet’ demiş bir milletten beklenebilir böyle bir eser. Devlet olmak yönünden başarıları cumhurbaşkanlığı forsunda pırıldayan; bu günkü haliyle bile İslâm âleminin lideri milletin içinden, o milletin şahsında insanlığa sunulmuş, “küllî hakikat mizanının İslâmiyet olduğuna iman” formüllü bir kurtuluş reçetesi: İdeolocya örgüsü. “Hâkimiyet Hakkındır” düsturuna göre hareket edecek “gerçek münevverler otoritesi”... Devleti sıradan bir teşkilâtlanma değil, hakkı gerçekleştirecek yüce yapılanma ve teşkilâtlanma gören milletin içinden çare diye kıvranan insanlığa sunulmuş reçete: İdeolocya Örgüsü.

Babadan oğula idarelerin mahzurlarını yaşamış ve görmüş, demokraside aradığını bulamamış ve bulamayacak insanlığın bunalımına çare: “Seçkin münevverler yönetimi”!..

Bu yazı toplam 8176 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
ALİ ERDAL Arşivi
SON YAZILAR