"YA RABBİM, PADİŞAHIMIN KILICINI KESKİN EYLE!"
Çocukluğumda komşumuz bir dul hanım vardı. Hemen hemen her gün bize gelir, akşam evine yatmaya giderdi. Birkaç gün gelmese, annem onu arar ve ona sitem ederdi. Bu hanım, herkesin değer verdiği “Kadın Abla” idi… “Abla” dedikten sonra, “kadın” demek lüzumsuz değil mi? Hayır!.. “Kadın”, bu tamlamada, bir cinsiyet ifadesi değil, maddî ve manevî güzelliği, iyiliği, hoşluğu belirten, hürmete lâyık görüldüğünü ifade eden bir sıfat… Dede Korkut destanlarında da “Karıcık anam” deniyor. “Karıcık”, “sevimli ve muhterem hanım” demek. “Koca” aynı mânânın erkeğe uygun sıfatı… O zaman “karıkoca” ve “kocakarı”nın aslında neler ifade ettiği, günümüzde hangi değişikliğe uğradığı daha iyi anlaşılır. “Kadın”, cinsiyet ifadesinden ayrı olarak, güzel, iyi, hoş, dürüst gibi takdir ifade eden mânâları toplayan bir sıfat… Sivas çevresinde “madımak” denen sebzeye, şu anda da bizde “kadın parmak” deniyor. Meselâ ne kadın ev, ne kadın yemek… Hattâ ne kadın kadın… Hattâ, ne kadın erkek…
“Kadın Abla” lâkabının, komşumuza ne kadar uygun olduğunu zaman içinde daha iyi anladım. Kardelen dergisinin site editörü Yavuz´un ninesinin annesi olan “Kadın Abla”yı, şu anda tanıyanlardan sağ olanlar var… Ayrıca –bugün daha iyi takdir ediyorum– tam bir sanatkâr… Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber, Köroğlu, Karacaoğlan… Dede Korkut destanlarından bazıları… Bütün bunların hikâyelerini, mahallenin kadınlarına ve çocuklarına anlatan çevremdeki üç kişiden biriydi. Ayrıcı pek çok masal ve halk hikâyesi… Yeri gelince, o çok güzel sesiyle –bugün bile kulağımda– türkülerini de söylerdi. Uzun kış gecelerinde, “Kadın Abla”dan bir masal veya hikâye dinleyip de yatmak ne büyük zevkti. Zamanla anladım ki, ne büyük nimetmiş...
Kâinatın Efendisi´nin (sav) “Size kocakarıların imanı gerekir” buyurduğu ölçüye örnek teşkil edecek derecede dindardı “Kadın abla”… Bir gün öğle veya ikindi namazını kılmış, hafif sesle mırıldanarak dua ediyordu. Öğretmen okulunun ilk yıllarındayım… Uzun duasından bir cümle dikkatimi çekiyor:
–Ya Rabbim, padişahımın kılıcını keskin eyle!..
Aman Allah´ım ne diyor bu kadın?!..
Bugün semboller ve onların ifade ettiği geniş mânâlarla yüklü olduğunu anladığım bu kısa cümle; “Kurtulduk padişahtan, sultandan” nakaratlarıyla kafası işgal edilmiş çocuğun dikkatini çekiyor ve onu kızdırıyor. Ona, şu cahil kadına, düştüğü tezadı öyle bir göstermeli ki, söyleyecek söz bulamasın ve bir daha böyle saçma sapan dualar etmesin… Böyle cahillikler yüzünden geri kalıyor memleket… O gün, o kadar hikâye ve masalın anlatılması için insanda nasıl bir hafıza, zekâ ve kültür olması gerektiğini idrak edemezdi. Duasını bitirmesini bekledi. Daha seccadesini toplayamadan ona seslendi:
–Kadın Abla!.. Ortada padişahlık mı kaldı ki, padişah mı kaldı ki; kılıcı keskin olsun? Artık padişahlık yıkıldı, kılıcın hiçbir gücü yok!.. Olmayan şeye dua ediyorsun…
Kendisini her zaman hayran hayran dinleyen, masal anlatması için en çok ısrar eden, bir gün gelmese, dün neredeydin, niye gelmedin diye nazlanan, sitem eden, hattâ vazifeni niye yapmadın diyen amir gibi azarlayan; salıncağını salladığı bu yarının yeni yetme delikanlısına şefkatle baktı… Hiç de şaşırmış, padişahlığın kalktığını ilk defa duymuş ve bozulmuş gibi değildi. Seccadesini yerine koydu, kendisine hesap soran çocuğun yanına oturdu. Gözlerinin içine bakarak:
–Ben duamı ederim!.. Padişah deyince benim ne demek istediği Allah bilir! Bana dua ettiriyorsa, karşılığı da vardır!
Sonra ne diyeceğini bilemeyen çocuğu da duasına dâhil etti:
–Allah padişahımızın kılıcını keskin eylesin!..
Kameraya alınmış gibi bugün bile kelime kelime, an be an hatırımda olan bu sahne ile benim takıntılarıma, itirazlarıma rağmen şefkatle davranan Kadın Abla´dan; devleti, devlet başkanını ve devlet-millet irtibatının nasıl olması gerektiğini, devletin kuvvet kaynağının ne olması gerektiğini öğrendim. Allah rahmet eylesin!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.