ALİ ERDAL

ALİ ERDAL

ADINI KOYAMADIK!

ADINI KOYAMADIK!

Karabasan gibi ülkemize çöreklenen ihanet çetesini, çeyrek asrı aşkın bir süre geçtiği halde niçin yok edemedik? Bunca şehide ve gaziye, masrafa ve yatırıma, cezalara ve aflara ve açılımlara rağmen niçin hakkından gelemedik?

Hiç lâfı dolaştırmadan açık seçik söyleyelim: Adını koyamadık da onun için!..

Sebep bu kadar basit mi?.. Evet bu kadar basit!

Çünkü hangi adı verirseniz, ona göre tavır alırsınız, ona göre davranırsınız, yapılması gerekeni ona göre tespit edersiniz ve ne yapacağınızı bilirsiniz; gücünüzü ona göre kullanırsınız…

Eşkiya derseniz başka, hain derseniz başka tavır alırsınız. Asi derseniz başka suçlu derseniz başka davranırsınız.

İhanet çetesinin, daha işin başında ne olduğunu tespit etmeli ve adını koymalıydık. Mensuplarını, çete başını, yandaşlarını ve destekçilerini de buna göre isimlendirmeliydik.

Başlangıçta isim veremediğimiz gibi şimdi de verebilmiş değiliz. Bakın hâlâ, “PKK terör örgütü” deniyor; genel söylem bu… İlgilisi ve ilgisizi, bilgilisi ve bilgisizi ondan böyle bahsediyor. Televizyonlar böyle söylüyor, gazeteler böyle yazıyor. Onun kendine verdiği adı niye kullanıyorsun? Adını söyleyerek niye propagandasını yapıyorsun; bir isim bulamadıysan “terör örgütü” de sadece… Adını kullanmak onu tanımak, varlığı kabul etmektir. Onun fiillerini içine sindirdiğini ilân etmektir. Farkında olmadan meşru görmektir. “Terör örgütü” demek bile yetersizken, hattâ yanlışken bir de kendisinin koyduğu ad kullanılıyor ve bundaki zaaf da fark edilmedi, edilmiyor. Çoluğu, çocuğu, kadını, ihtiyarı, öğretmeni imamı bile öldürdüğü halde, hâlâ yaptıklarına “terör” deniyor… Faillere de “terörist” deniyor. İhanet çetesine, isyan hareketine, cinayet mekanizmasına, hem de kendi verdiği adı da kullanarak “terör örgütü” demek zaafı, ancak, son katliamından sonra anlaşılır gibi oldu… Son katliamdan sonra görüldü ki, bu ifade yeterli değil…

Hatırlar mısınız, başlangıçta “anarşist” denmişti. Bu, ferdi ifade ediyor, örgütü değil. Yani örgüte bir isim verilemedi. İhanet çetesi de aynı ferdî isimlendirmeyle ifadeye çalışıldı: Anarşist… “Üç beş çapulcu”… Şurada burada rastgele karışıklıklar çıkaran maceracılar… Bir süre sonra dağılıp gidecekler… İsimlendirmeye ne lüzum var… Kısa süre sonra topluluk olarak da isimlendirmek ihtiyacı doğunca, onun kendisine verdiği ad kullanıldı: “PKK”!.. Bir süre sonra hainler zulmü o noktaya götürdü ki, fiillerini ifadede “anarşist” yetersiz kaldı. Bu sefer “terörist” demek yaygınlaştı. Nihayet onun da yetersiz olduğu çeyrek asrı aştıktan sonra anlaşılır gibi oldu.

Doğru tespit yapamadığımız için doğru isimlendiremedik. Doğru isimlendiremeyince doğru hareket edemedik. Maksadını anlayamadık, kaynaklarını kurutamadık, desteklerini göremedik ve hainlik hareketi, bizim zaafımızdan dolayı gittikçe güçlendi. Yılanın başını küçükken, adını koyamadığımız için ezemedik. Bunun için söylemlerimiz, nutuklarımız, “kanı yerde kalmayacak” nakaratları hep yetersiz kaldı. Dolayısıyla da inisiyatif bizim elimizde olamadı. Onlar hamle yaptı, biz sadece “mücadele” ettik. Siyasîlerimiz, meydanlarda “terörle mücadelemiz, hız kesmeden devam edecek” diye bangır bangır bağırdı. Bunun, “Terör, devam edecek, yok edemeyeceğiz; ne yapalım, mücadele etmek zorundayız” diye acizlik beyanı olduğu anlaşılamadı. Sanki devam ettirmekle o mükellef…

Doğru isimlendirme, tavır belirleme için o kadar mühim ki… Meselâ kuduz köpek, kuduz olduğu tespit edildikten sonra “itlâf edilir”. Tespiti doğru yapmadınızsa, belâyı buldunuz demektir. Doktor önce hastalığı teşhis eder ve ismini söyler. Tedavi, hastalığın adını koyduktan sonra başlar… Halk, pazarlık ederken bir malın fiyatını belirlemeye “adını koymak” der.

Her topluluk, her hareket, her fikir; kendisine düşmanlık edecek zihniyeti peşin olarak, daha ortaya çıkmadan bilir ve ortaya çıktıkları takdirde onlara kendi verdiği isme göre davranır. Hastalığın ismini doktor verir, mikrop vermez. Roma, Spartakus’un hareketini “isyan” olarak isimlendirdi, liderine de “asi” dedi ve ona göre davrandı. Osmanlı, “Celâlî isyanları” dedi, “Şeyh Bedreddin isyanı” dedi. İsrail, vatanları için mücadele eden Filistinlileri, “terörist” olarak isimlendiriyor ve bu isimlendirmeyle bütün dünyayı kandırıyor. BDP, ihanet çetesi mensuplarına “gerilla” diyor… Siyasîlerimiz “terörle mücadele” gibi pasif bir ifade kullanırken onlar “savaş”tan bahsediyor. “Taraflar silâh bıraksın” diyebiliyolar. Niçin?.. Biz “terör örgütü” diye isimlendirdiğimiz için bu cüreti gösterebiliyorlar.

Her topluluk, her hareket, her fikir önce kendisini belirtir. Ben buyum der; ondan sonra da bana karşı olan da şudur, göreceği muamele de şöyledir der.

Allah Resulü’nden (sav) sonra ortaya çıkan peygamberlik iddiacılarına karşı hiç tereddüt edilmedi. Üzerlerine gidildi ve haklarından gelindi. Çünkü İslâm, hem kendisini, hem karşısındakini doğru isimlendirmişti… Kendisi İslâm… Selâmete götüren iman… Karşı çıkan ya kâfir (hakikati örten), ya müşrik (hakikati yanlış ifade eden), ya münafık (karşı cepheden olduğu halde, bizden görünen, müslüman görünen)… Her birine karşı nasıl davranılacağı da belli… Peygamberi Hak, peygamber olduğunu iddia eden “kezzap”… Yalanın, yalancının ta kendisi… İtlâfı gereken kuduz köpek…

En büyük devletimizin başına Kürt Teali Cemiyetini, Ermeni Taşnak Cemiyetini musallat edenlerin, Türkiye Cumhuriyeti’ni açıkça Ermeni soykırımı yalanı ile köşeye sıkıştırmak isteyenlerin, el altından başımıza ne çoraplar öreceğini bilmemiz gerekirdi. Ona göre adını daha işin başında koymalıydık ve ona göre davranmalıydık.

Adını koyamadık…

 

Bu yazı toplam 1322 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
ALİ ERDAL Arşivi
SON YAZILAR