BİR NEKAHET DÖNEMİNİN ARDINDAN
“Gördü gözüm dost yüzini yas kamu düğündür bana”
Yunus Emre
Aradan ne kadar zaman geçti, tam olarak hatırlamıyorum, ama bir yıla yaklaştı sanırım. Belli bir süredir bu gazetede yazı yazıyor, Bilecikli hemşerilerimle bazı şeyleri paylaşıyordum. Bu tür yazmalara, okuyanlardan çok benim ihtiyacım olduğunu söylemem bazılarını şaşırtabilir, ama gerçek bu.
Geçen süre benim için her yönden hususi bir dönemdi. Bir tür nekahet devresi de denebilir buna. Daha çok kendi içimde seyahatleri tercih ettim. Kişinin kendi içinde yaptığı seyahat kadar anlamlı olanı yoktur. Sadece yazmaktan değil, eş-dost meclislerinden de özenle uzak durmaya çalıştığım bir dönemdir bu.
Bugün itibarıyla derunumdaki benzer eğilimlerden tümüyle arındığım söylenemez. Belli bir yaşa ulaşanlarla kültür bunalımının yoğun biçimde yaşandığı dönemlere eren herkeste bu tür eğilimlerin olması normal karşılanabilir. Daha da açmak gerekirse, buna geçiş dönemleri demek daha uygun olabilir.
Geçenlerde bir doğa yürüyüşünden dönerken Faik Bey’le [Akarkarasu] karşılaştım. Yanında simâen tanıdığım başka beyler de vardı. Sanırım onlar da kalabalıklardan kaçıyor, kendilerini tabiata atıyorlardı. Tabiat, şu bizim nihaî sığınağımız olan ana kucağı, henüz kirlenmemiş bakir alanlar. Her karesi yaratıcıyı hatırlatan o kâinat kitabının muhteşem pasajları.
İnsanlar orada sadece kendilerini değil, ruhlarında bir marka gibi taşıdıkları o büyük sırrı, yaratıcıyla aralarındaki o büyük buluşmanın izini arıyorlar. O izden kalan hatıralar değil mi ki, hepimizi yeniden inşa eder, içimize yaşama sevinci verir. O değil mi bizi yeniden kendimizle, fıtratımızla, yani O’nunla temasa geçirtir.
Bazen kaynağını bilemediğimiz tuhaf iç çekişlerimiz, adını koyamadığımız sebepsiz hüzünlerimiz olur. Onlara çareler ararız [arar mıyız gerçekten?]. Bugün memleketlerin gelişmişlik ölçütü olarak sadece ekonomik kıstaslar kabul ediliyor: üretim ve tüketim miktarı ya da kişi başına düşen milli gelir gibi nicel değerler.
İnsanlık ailesinin ilkel dönemlerinden kalma bir geçim türü olan “çapul” da, bunun kaynaklarından biri olarak kullanılıyor. Ülkeler bombalanıyor, anne ve çocuklar silahlar altında ölüyorlar. Daha fazla tüketebilmek için yapılıyor bütün bunlar.
Pekâlâ, bütün bunlar yapılırken, ruhun malzemeleri üzerindeki katma değeri arttırmak için ne gibi araçlar geliştiriliyor. Buna dair atılan adımlar ne kadar ciddiye alınıyor. Buna sahiden de ihtiyacımız olduğunun farkına varılıyor mu dersiniz? Bundan çok emin değilim.
Hepimiz ruhumuzu hoyratça sokağa fırlatan, onun itibarını iki paralık eden malzemelerin peşindeymişiz gibi davranıyoruz.
İktidar sahipleriyle sermaye sahiplerinin tepişmesi kamaştırıyor gözlerimizi. Hepimizi sarsan, akıl ve ruhumuzu tutsak eden bir tutulma anı bu. Geçici olana bu kadar tutkuyla bağlanan, hem de bütün bunları bir bilim çağında gerçekliğin yalın bir hâliymiş gibi gö[ste]ren insanların yanılsamasını seyretmek ne kadar acı değil mi?
Vicdan sahipleri bunların çok daha acılarını hissetti.
Medine’nin Gülü de hissetti bunları. Her şeyin kendisine ayan-beyan olduğu Fahr-i Âlem de incindi bütün bunlardan.
Derken bu günlere geldik. O’nun adını ağızlarından düşürmeyenlerin de gündemleri devrildi bugün. Onlar da bir devrimin kurbanı oldular.
Hicranımız da gündemimiz de ağacın içine giren kurdun kurbanı oldular. Hepimiz birer kurbanız: çağın kurbanları.
Aşamadığımız, takıldığımız çağın kurbanlarıyız hepimiz.
Ne dersiniz sadece ben miyim ıssızlığın ortasında yolunu arayan yolcu a dostlar!
Ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.