CİHAN SULTANI (1)
22 Eylül 2012, Sultanların Sultanı, Cihan Sultanı, Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin Hakka yürüyüşünün 492. sene-i devriyesidir. Tarihimizin, şevketimizin, şecaatimizin, şehametimizin yüz akı onu, pala bıyığından, kulağındaki küpesinden öte, ahfâdı ne kadar tanıdı, bildi, içine sindirdi, özüne, sözüne özendi, izinde yürüdü acaba! Ona layık bir konsepte onun adına sempozyum yapıldığını, törenle anıldığını, hiç işiten, gören var mıdır? Öyle ya, onu anmak, hatırlamak neyimize! Anmak ve hatırlamak bir tarafa, çok anlamadığımız, tanımadığımız onu, vefatının sene-i devriyesi olan bu ay da, bu ay ki, oğlu Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman da bu ayda, 7 Eylül de Hakka yürümüştü. Evet, onu bu münasebetle bir nebze anmak, anlatmak ve neslimize tanıtmak ve hatırlatmak istedim.
Cihan Sultanı, Yavuz Sultan Selim Han... Zarf ve mazruf misali, birbirine ne kadar da mutabık... O, 1470 senesinde Amasya’da doğdu. Osmanlı padişahlarının dokuzuncusu, 2. Bayezid Han’ın oğlu, Sultan Süleyman Han’ın babasıdır. Hilafet, onunla Osmanlıya geçti ve İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü oldu. Çaldıran da Şah İsmail’i mağlup ederek Tebriz’i, Mısır’ı, Mekke ve Medine’yi Osmanlı topraklarına kattı. Küçük yaşta İstanbul’a gönderilen Selim, dedesi Fatih Sultan Mehmet’in terbiyesinde yetişti. Onun, Osmanlı sultanları içerisinde aklî ve naklî ilimlerde en yüksek derecede olduğunu pek çok ilim ehli söyleye gelmiştir.
O, ihtişamı sevmeyen, debdebeden uzak sade bir hayatı şiar edinen bir sofi, “Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha azdır” diyen kudretli bir cihangir, kılıç kuşanan, at kişneten, ferman buyuran, şevketli bir Sultan olsa da, onun cesareti ve cesameti “Yavuz” ismine muvafık bulunsa da ve o, bu ve buna benzer sıfatlarıyla temayüz etse de, bilinse de, öne çıksa da, kısa döneme sığmayacak kadar işleri başarsa da, o bir Allah dostu, peygamber sevdalısı ve o bir “Veli” idi. İşte onun aşkını, şevkini, imanını atlastan ibrişimle zaman ve mekânda destanlaştıran, gönüllerde taçlandıran tarihten birkaç yaprak...
Bu haşmetli Sultan 1517 de, 13 günde Tih çölünü ordusuyla geçiyor ve kırılması mümkün olmayan bir zoru başararak Kahire’ye giriyor. Büyük aşka büyük çileler gerek! / Çöle daldı “gül bahçesi” diyerek, / Vurdu sevdasını mihenk taşına, / Önde yüce Resul... düştü peşine! diyen kalem bunu anlatmak istemiştir. Çöle girilir girilmez yağmur yağmaya başlamış, ordunun rahat hareketine Mevla imkan tanımıştı. Hünkar yaya olarak ordunun başında... Bir rütbeli: Hünkârım, atınıza binseniz... Hünkâr sırrı ifşa ediyor: Nasıl bineyim... Görmüyor musunuz, Hz. Muhammed önde bize yol gösteriyor...
Yavuz, muzaffer ordusuyla Kahire de ilk cumayı kılıyor. Okunan hutbede kendisi için söylenen “Hâkimü’l Haremeyni’ş Şerifeyn / Mekke ve Medine’nin hâkimi” unvanını hoş görmeyerek, “Hâdimü’l Haremeyni’ş Şerifeyn / Mekke ve Medine’nin hizmetçisi” manasındaki ibarenin söylenmesini ferman ediyor ve bunu belirtmek için de sarığının üstüne süpürge biçiminde “Sorguç” takıyor.
Yavuz’un has ve can dostu Hasan Can anlatıyor: Bir kış gecesi, sabah namazını kıldıktan sonra Sultan Selim’in hizmetine koşan Hasan Can’a, Padişah: Hasan, bu gece ne rüya gördün? diye sormuş. Hasan Can rüya görmediğini söyleyince, Padişah: Böyle uzun geceler rüyasız geçmez, benden saklama, diyerek ısrar etmiş. Hasan Can, gerçekten rüya görmedim deyince, Padişahın garibine gitmiş. Meseleyi değiştirerek başka sohbetlere dalmışlar. Padişah bir müddet sonra Nedimini bir iş için Kapı Ağası Hasan Ağa’ya göndermiş. Hasan Can oraya vardığın da, gayet dindar ve hassas bir zat olan Kapı Ağasını, başını ellerinin arasına alarak derin bir düşünce içerisinde olduğunu, sürmeli gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşandığını görünce sebebini sormuş. Ağa: Bu gece bir rüya gördüm, diyerek anlatmaya başlamış: Yüzleri nuranî, elleri silahlı bir tabur büyüklüğünde insan sarayın kapısının önüne geldiler. İçlerinden biri biraz öne çıkarak bana: Ben, Ebu Talip’in oğlu, Hz. Muhammed’in damadı Ali’yim. Arkamda gördüğün bu cengâverler Peygamberimizin askerleridir. Ön saftakiler Hz.Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dır... Var git Selim Han’a haber ver, “Haremeyn Hizmeti” ona sipariş olundu, dedi.
Bu rüyayı dinleyen Hasan Can hemen huzura koşarak, Padişahım, rüyayı gören ben kulunuz değil, saray Ağası Hasan kulunuzdur diyerek rüyayı olduğu gibi anlatmış. Yavuz, nedimine dönerek: “Be hey çocuuuk! Ben sana demez miyim ki, ecdadım bir yere memur olmayınca hareket etmezdi. Onlar velayet ve keramet sahibi idiler... Şükür Mevla’mıza ki, bizim Mısır seferimizin rüyasını da bu hikmet sahibi ve himmet ehli zat gördü...”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.