DERESAKARI’DAKİ GÜREŞ
1960’ın ilk yılları… Büyük ihtimal 64, 65… Bilecik Selbükü köyünde öğretmenim… Komşu Deresakarı köyünde bir düğüne davetliyiz. Düğün çok kalabalık… Bir de güreş var… Şimdikiler gibi (şov) değil… Hakiki güreş… Er meydanı…
Deresakarı’da bir de Amerikalı var. Hani “köşe taşı” derler ya, işte öyle… Boylu poslu… Batılı ifade ile Herkül… Taş gibi adaleleri, elbiselerinden taşıyor… O zaman “barış gönüllüleri” adı verilen (misyonerler) gönderilmişti, Türkiye’ye… Bilecik’te bazı köylerde vardı. Deresakarı’ya iki tane gelmişti. (Mayk) gittikten sonra yerine “Bop” geldi. (Bop) da (Mayk) gibi papaz. Gerçekten papaz… Özel yetiştirilmişler… Camiye girmiş, İslâm harflerini biliyor, yazıların hepsini yüksek sesle okuyor; sadece Peygamberimizin (sav) adını okumuyor. Ona ben İngilizce İslâm’ı anlatan kitaplar hediye etmiştim. Bu Bop da orada güreşi seyredenler arasında.
Birkaç güreşten sonra, her halde bizim güreşçileri gözüne kestirmiş olmalı, Herkül meydana çıktı ve kelimelerle değil ama hareketi ile “er diledi”… Halterci imiş.
Bu meydan okuma, eğlenceli güreşin havasını birden bire değiştirdi. Bütün dikkatler meydana çevrildi… Bop, ilk karşısına çıkanı kısa sürede yendi… İkinciyi de…
Bütün dikkatler, sütçü beygiri gibi dolaşan papazın üstünde. Düğünün diğer sahalarındaki kişiler de meydana yığıldı. Bop, meydanda dolaşıyor, meydan okuyor. Sesi çıkmıyor ama meydan okuyor. Kimse karşısına çıkmaya cesaret edemiyor. Herkes, karşısına çıkacak kıratta bir pehlivanın olmayışından dolayı ezik, üzgün…
Galiba Pazaryeri’nin Sarıdayı köyünden; bu köyü bilen bilir, pehlivanlığı ile meşhurdur, Nurettin Yaşar isminde bir genç çıktı… Bilecik Endüstri Meslek Lisesi’nde öğrenci imiş… Bop’un yanında çocuk gibi kalıyor… Zaten de yeni yetme bir delikanlı… Rakiplerini yenmişti Nurettin. Herkes, eyvah taze delikanlıyı, tecrübeli kuvvet timsali ezecek diye hayıflanıyor… Nurettin’i vazgeçirmek istediler. Nurettin, bir Amerikalının kendi memleketinde, meydan okumasını, meydandaki herkes gibi, içine sindiremiyor… Hiç denemeden meydandan çekilmeyi, atalarından tevarüs “ER MEYDANI” geleneğine yakıştıramıyor… Meydana çıkıp, Allah ne verdiyse, bir denemek de yiğitlik… Çıkmamaktansa, yenilmek de...
Bütün nefesler tutuldu… Devle sivrisineğin güreşi… Herkes ümitsiz… Ama Nurettin’in yiğitliğini herkes takdir ediyor. Bop, genç delikanlıya karşı kısa sürede üstünlük sağladı. Nurettin’in burnundan kan geldi… Zorla güreşi bıraktırdılar ve meydandan çektiler… Millet ağlıyor… Bop, bir kenarda oturuyor. Halk istese onu bir kaşık suda boğar. Yüzyılların yiğitlik geleneğini, ER MEYDANINDA kozların paylaşılması gerektiği ahlâkının koruması altında olduğunun acaba Bop farkında mı? Kimse bırakın üzerine saldırmayı, bağırıp çağırmayı ve küfür etmeyi, ona karşı tek bir söz bile söylemiyor… Huşûnetle bile bakmıyor... Herkes tek yürek, onu ER MEYDANI ölçüleri içinde yenecek yiğidi arıyor…
Çevreyi, cemiyeti tanıyanlar; nihayet, bir isimde birleşti… Sadri… Sadri nerede? Bilecik’te bir yerde çalışıyormuş… Düğüne davetli imiş ama hasta olduğu için gelememiş… Aş taştı, kepçeye paha yok… Bilecik’ten hasta yatağından kaldırıp getirmişler meydana… Geçen zamana rağmen dağılmak yok. Düğün unutulmuş, bütün dikkatler, Türk’ün kendi ülkesinde, pehlivanı Sadri’nin Amerikalı ile güreşine odaklanmış… Kapışma başladı… İlk saniyelerde kimse ne olduğunu anlamadan Bop kendini sırt üstü yerde buldu. Yabancı bir ülkede, kendisine karşı gösterilen civanmertlikten sonra bu yenilgiyi sessizce kabul etmesi gereken Bop, itiraz ediyor… Pehlivanımız, sakin, tekrar güreşmeyi kabul ediyor… Yine Bop yerde… Artık gâvurda itiraz edecek hal yok… Kenara çekildi… Kimse, aleyhinde tezahürat yapmadı, bağırmadı, “adamı biz böyle yaparız!” bile demedi, alay etmedi…
O gün, sadece Sadri Usta, bir yabancıyı yenmedi, sadece bir güreş kazanmadı… Türk Milleti, asaleti, yiğitliği ve mertliği ile misyonerin kendini kabul ettirme plânlarını da yendi.
Allah, razı olsun! Eline imkân verilseydi, Bilecik’ten bir güreş ekibi çıkarabilirdi. Şampiyonlar çıkarabilirdi. Onunla, seneler sonra yaptığım röportajda öyle söyledi bana. Bütün müracaatlarına ve fedakârlıklarına rağmen ona bu imkân verilmedi. Allah, Sadri Ustaya rahmet eylesin!.. (04.10.2004)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.