DÜNYEVİLEŞMEK VE TAMAHKÂRLIK: Geçici Olana Gönül Bağlama
Peygamber Efendimiz (sav) Bahreyn halkıyla savaş yapmadan bir barış antlaşması imzalamış ve vaktiyle buraya elçi olarak gönderdiği Alâ’ b. Hadramî’yi Bahreyn’e vali tayin etmişti. Toplanan cizye vergisini Medine’ye getirmesi için de “ümmetinin emini” olarak nitelendirdiği Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı (Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 21) göndermişti.
Günlerce süren yolculuktan sonra nihayet Ebû Ubeyde cizye malları ile birlikte bir sabah, namaz vakti Medine’ye ulaşmıştı. Peygamber Efendimizin arkasında kılınan sabah namazının ardından, Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den yüklü miktarda bir mal ile döndüğü haberi yayılıverdi kısa sürede. Sahâbe hemen onun yanında toplanarak neler getirdiğini sormaya başladılar. Bu arada Allah Resûlü de mescitten çıkıyordu. Dışarıda Ebû Ubeyde’yi ve etrafında toplananları gördü. Ebû Ubeyde’nin yanında oluşan kalabalığın, onun Bahreyn’den getirdiği mallar nedeniyle toplandığını fark etmişti. Resûlullah, sahâbîleri bu hâlde görünce gülümsedi ve onlara, “Öyle sanıyorum ki siz, Ebû Ubeyde’nin pek çok şey getirdiğini duydunuz!” buyurdu. Onlar da, “Evet, ey Allah’ın Resûlü!” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Sevinin ve sizi sevindirecek nimetleri bekleyin! Vallahi (bundan sonra) sizin için fakirlikten korkmam. Ancak ben sizden önceki ümmetlerin önüne dünya (nimetleri)nın yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılıp onların o dünya (nimetleri) için yanıp tutuştukları gibi sizin de yanıp tutuşmanızdan ve bunun onları helâk ettiği gibi sizleri de helâk etmesinden korkarım.” (Buhârî, Meğâzî, 12)
Hz. Peygamber’in ashâbını uyardığı dünyevîleşme, dinî inanç, değer ve davranışların insanın hayatından uzaklaştırılması anlamına gelip Yüce Yaratıcı’yı hatırdan çıkarıp tamamen dünyaya yönelme, ölümü unutup dünyaya bağlanma, dünyaya kilitlenip ahireti hiç düşünmeme hâlidir. Kişinin Allah’a karşı olan sorumluluklarını unutup ahirete yönelik hazırlık yapmaması dünyevileştiğinin göstergelerindendir.
NEDEN DÜNYEVİLEŞME?
Dünyevileşme, Allah’ı ve âhireti tamamen inkâr etme neticesinde olabileceği gibi Allah’ın varlığını kabul ettiği hâlde bu inancın kişi üzerindeki etkisini görmezden gelme şeklinde de olabilir. Allah’ın varlığını kabul etmeyen, onu inkâr eden kimselerin pek çoğu âhiret hayatına inanmadıkları için zaten dünyevileşmişlerdir. Öte yandan Allah’a iman etmiş ancak dünya hayatının geçici fırsatlarına aldanmış birçok Müslüman’ın da dünyevileşmesi söz konusu olabilmektedir. Âhirete iman ettikleri hâlde hiç ölmeyecekmişçesine dünyaya sarılan, ölüm ve ötesini sürekli öteleyen, âhirete yönelik gerekli yatırımı ihmal eden nice Müslüman vardır. Aslında bu tutum, biraz da insanın tabiatından kaynaklanmaktadır. Yüce Allah’ın belirttiği gibi insanoğlu, çarçabuk geçen dünya hayatını sever ve âhireti geri bırakır. (Kıyâme, 75/20-21)
Kur’an’da anlatılan dünyevîleşmiş insan tiplerinin ortak özelliği dünyadan mal, şöhret ve hükümranlık gibi bir menfaat elde etmiş olmalarıdır. Rabbimiz, “Biz, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, ‘Biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz.’ demişlerdir.” (Sebe’, 34/34) buyurarak bu gerçeğe işaret etmektedir. Onlar bu dünyayı âhirete tercih etmişlerdir. (İnsan, 76/27) “Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse şüphesiz, cehennem onun varacağı yerdir.” (Nâziât, 79/37-39)
Hiç kuşkusuz insanoğlunun doğasında dünyaya ve onun nimetlerine karşı bir ilgi bulunur. Yarattığı kullarının fıtratındaki bu gerçeği Yüce Allah, “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 3/14) âyetiyle vurgular.
Allah Resûlü de Yüce Yaratıcı’nın belirttiği bu gerçeğin farkındaydı. Nitekim o, bir defasında ashâbına, “Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadi daha arzu eder. Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur. Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 116) ifadeleriyle bunu hatırlatmıştır.
EN BÜYÜK TEHLİKE
Daha önce yaşayan ümmetlerin dünya nimetlerine düşkünlükleri nedeniyle birbirleriyle çatışmış olmaları, Allah Resûlü’nü ümmeti adına endişeye sevk ediyordu. Nitekim O bu endişesini ashâbıyla da paylaşmıştı. Hatta Allah Resûlü kendi vefatından sonra ümmetinin İslâm’ı bırakıp tekrar şirke dönmeyeceğinden emin olduğu hâlde, “Vallahi ben vefatımdan sonra, sizin Allah’a şirk koşmanızdan değil dünya konusunda didişip çekişmenizden korkarım.” (Buhârî, Meğâzî, 28.)
Buyurarak onların dünya nimetleriyle imtihanı konusunda korkmaktan kendini alamadığını ifade ediyordu.
Allah Resûlü’nün bu endişesi, bütün müminlere değil dünyaya aşırı tamah gösterip imtihanı kaybedenlere yönelikti. Zira Allah’ın kulları için yarattığı dünya nimetleri ve rızıkları herkesten önce Allah’a iman etmiş kimselere lâyıktır: “De ki: ‘Allah’ın, kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?’ De ki: ‘Bunlar, dünya hayatında müminler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür.’” (A’râf, 7/32) Bu yüzden insan elbette dünyası için de çalışacaktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 28/77) buyrulmuştur. Önemli olan geçici olana aşırı düşkünlük göstererek kalıcı ve daha değerli olanın göz ardı edilmemesidir. Zira Cenâb-ı Hak, “Dünya malının (değeri) azdır. Âhiret ise takva ehli için daha hayırlıdır.” (Nisâ, 4/77) buyurmuş ve “Bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir; ama âhiret gerçekten kalınacak yurttur.” (Mü’min, 40/39) âyetiyle de dünya hayatının ve kazanımlarının geçiciliğini vurgulamıştır
Dünyaya rağbet, insanoğlunun sahip olduklarına her şeyden daha fazla değer vermesidir. Bu, dünyaya tamahın en tehlikeli boyutudur. Bu boyutta dünyevîleşen kişinin benliğini kuşatacak en büyük korku, sahip olduğu şeyleri kaybetme korkusudur. Kişinin tamah ettiği şey mal olunca o, bu malı kaybetme korkusuyla ondan en küçük bir miktarı bile başkasıyla paylaşmaya yanaşmayacaktır. Eğer bu tamah bir mevki ya da makama ise bu kişi elde ettiği makamı kaybetmeme adına her şeyi yapabilecek bir ruh hâline bürünebilecektir. Bu ise sadece o kişiyi değil sonuçları itibariyle tüm toplumu olumsuz yönde etkileyecektir.
Mal, makam, şöhret, lüks hayat gibi insanoğlunun dünyada tamah ettiği pek çok şey olmasına rağmen, bunlar arasında hemen her dönemde ilk sırayı mal sevgisi almıştır. Allah Resûlü’nün, “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26) şeklindeki uyarısı da muhtemelen bundan dolayıdır.
Resûl-i Ekrem, dünyaya tamahtan uzak durma yönünde sadece talepte bulunmakla kalmamış, kendisi ve ailesi de bu hususta örnek teşkil etmiştir. Onun için Rabbine, “Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını, yaşantılarını sürdürebilecekleri kadar ver!” diye dua etmiştir. (Müslim, Zekât, 126)
DÜNYANIN KIYMETİ
Hayat şartları ve maddî imkânlar ne kadar değişirse değişsin, Hz. Peygamber’in bu tutumunda bir değişiklik olmamıştır. Hasırdan yapılmış yatağından kalktığında yanaklarında hasırın izlerini gören sahâbenin, “Ey Allah’ın Resûlü! Üzerinde yatman için sana bir yatak temin etsek!” demesi üzerine Sevgili Peygamberimiz ashâbının bu talebini geri çevirirken şöyle diyordu: “Benim dünya (konforu ve lüksü) ile ne işim olur ki! Ben, dünyada bir ağacın altında gölgelendikten sonra yola koyulup orayı terk eden bir yolcu gibiyim.” (Tirmizî, Zühd, 44) Allah Resûlü, dünyada bir yolcu gibi olmayı ashâbına da tavsiye ediyordu. Nitekim bir gün Abdullah b. Ömer’in omuzunu tutarak, “Dünyada (kimsesiz) bir garip yahut bir yolcu gibi ol!” buyurmuştu. (Buhârî, Rikâk, 3)
Allah Resûlü, Kur’ân-ı Kerîm’de gelip geçici olduğu defalarca belirtilen dünya hayatı için (Mü’min, 40/39) aşırı derecede hırs yapılmasını anlamsız buluyordu. Bir gün Tekâsür sûresini okurken ağzından, “Âdemoğlu, ‘Malım, malım!’ der. Ey âdemoğlu! Acaba yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip (âhirette karşılığını almak üzere) önden gönderdiğinden başkası senin malın mıdır?” (Müslim, Zühd, 3) “Kendisi ölür gider, malını insanlara bırakır. (Müslim, Zühd, 4) cümleleri dökülüvermişti.
Bir defasında da Hz. Peygamber (sav), yeryüzünün bolluk ve nimetlerinin aldatıcı cazibesine dair ashâbına uyarılarda bulunurken onlardan biri, “Hiç hayır (mal), şer getirir mi?” diye sormuştu. “Elbette hayır (mal) ancak hayır getirir.” karşılığını veren Efendimiz, “Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Ne mutlu sahip olduğu maldan yoksullara, yetimlere ve yolda kalmışlara verenlere! Malını haksızlık yaparak kazanan ise bir türlü doymak bilmeyen obur kimse gibidir. Kıyamet gününde bu mal onun aleyhine şahit olacaktır.” buyurmuştu. (Müslim, Zekât, 123)
ZENGİNLİK ZARARLI MI?
Malın hayır getirmesi hak ederek elde edilmesine ve Allah yolunda harcanmasına bağlıdır. Yüce Yaratıcı’nın, “Onlar, ne ticaretin ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymadığı insanlardır. Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr, 24/37) şeklinde tavsif ettiği bir mümine mal elbette hayır getirir. Çünkü böyle bir kimse mala tamah etmeyecek, âhirete götüreceği sermayenin malı değil, sadece ameli olduğunu (Buhârî, Rikâk, 42) hiç hatırından çıkarmayacaktır.
Aslında hayır veya şer malın kendisiyle değil o mala sahip olanlarla ilgili nitelemelerdir. Dünyaya tamah edenle etmeyenin durumu burada ortaya çıkacaktır. Sahip olduğu nimetlerin üzerine titreyerek onlara bağlananlar infakta bulunmaya yaklaşmazken, onları Allah’ın kendisine ihsan ettiği geçici nimetler şeklinde algılayanlar, en sevdikleri şeyleri bile gözlerini kırpmadan Allah yolunda harcamaktan geri durmayacaklardır. Malın hayır getirmesini hak ederek kazanılmasına bağlayan Allah Resûlü, şer getirmesini ise hak etmeden, hırsla elde edilmesine ve ona tamah gösterilmesine bağlamaktadır.
Netice olarak ümmetinin hırsla mal peşinden koşmasını hoş karşılamayan Peygamber Efendimiz, ellerinde bulunan nimetlerin kıymetini bilmeleri konusunda sürekli uyarılarda bulunmuştur. Bazen, “Zenginlik, mal çokluğu değil gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikâk, 15)buyurarak zenginliğin maldan ibaret olmadığını vurgulamış, bazen de “Sizden her kim ruhen ve bedenen sağlıklı olup, günlük yiyeceği de yanında olursa dünya onun olmuş gibidir.” (Tirmizî, Zühd, 34) buyurarak sağlıklı ve huzurlu bir yaşamın her şeyden daha önemli olduğunu bildirmiştir. Ayrıca O (sav), “Sizden (maddî yönden) daha aşağı olanlara bakın! Sizden yukarıda olanlara bakmayın! Bu, Allah’ın nimetini küçümsememeniz için daha uygundur.” (Müslim, Zühd, 9) tavsiyesiyle müminlere kanaat ve şükür değerlerini salık vermiştir.
Şu hâlde dünyevileşmek, Allah’ı ve ahireti unutarak büyük bir hırsla dünyaya sarılmak, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya malına düşkün olmaktır. Dünyevî imkânları elde etmek ya da zengin olmak dünyevileşmek değildir. Yeter ki insan elde ettiği maddî imkânların mahkûmu olmasın, onları Allah’ın rızasına uygun bir şekilde kullanabilsin... Allah Resûlü’nün üzerinde durduğu temel nokta budur. Nitekim sahip olduğu malın hakkını verip şükrünü eda eden kimseler için zenginliğin olumsuz olması bir yana faydalı yönüne de işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Takva ehli kimseler için zenginliğin bir zararı yoktur.” (İbn Mâce, Ticâret, 1) “İyi insan için, iyi mal ne güzeldir!” (İbn Hanbel, IV, 197)
BİR AYET:
“Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta bir çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çerçöp haline gelmiştir. Âhirette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.” (Hadid, 20)
BİR HADİS:
Enes b. Mâlik’in rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kimin kaygısı âhiret olursa Allah onun zenginliğini kalbine yerleştirir, iki yakasını bir araya getirir ve dünya zelil bir şekilde ona gelir. Kimin kaygısı da dünya olursa Allah onun fakirliğini iki gözü arasına koyar ve onun iki yakasını bir araya getirmez; kendisine de ancak onun için takdir edilen dünyalık ne ise o gelir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 30)
BİR DUA :
Allah’ım! Senden dünya ve ahirette afiyet diliyorum. Allah’ım! Beni bağışlamanı; dinim, dünyam, ailem ve malımda bana afiyet vermeni diliyorum. Allah’ım! Ayıplarımı ört. Endişelerimi gider. Allah’ım! Önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden beni koru. Altımdan tuzağa düşmekten Senin yüce kudretine sığınırım.
BİR SORU & BİR CEVAP
SORU: Dinen haram olan işlemler için bir gayr-ı menkulün kiraya verilmesi caiz midir?
CEVAP: Bir Müslüman, haram olan iş, mal veya hizmet üretimini kendisi yapamayacağı gibi, bunları yapacak kişiye de gayr-ı menkulünü kiraya veremez. (Bk. Muhammed b. Hasen, eş-Şeybani, el-Asl, III/465; Serahsi, el-Mebsut, XVI/38-39; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Raik, VIII/371-372; İbn Kudame, el-Muğni, VI/151).
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İyilik ve takvada yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (Maide, 5/2). “Kim iyi bir işe aracılık yaparsa, onun da o işten nasibi sevabı vardır. Kim de kötü bir işe aracılık yaparsa onun da o günahtan bir nasibi sorumluluğu vardır.” (Nisa, 4/85)
Ayrıca hadislerde de haram olan bir şeyin kullanımı, üretimi ve bu konuda başkasına yardımcı/destek olunması kesin olarak yasaklanmıştır: “Resûlullah faizi yiyene, yedirene, (sözleşmesini) yazana ve şahitlik edene lanet etti. “Onlar (bu günahta) müsavidirler (eşittirler)” buyurdu. (Müslim, Müsakat, 106 (1598). Resûlullah (s.a.v) aynı şekilde içki konusunda da sekiz kişiye Allah tarafından lanet edildiğini belirtmiş; bunlardan birinin de taşıyıcısı/yardımcısı olduğunu ifade etmiştir. (Bk. Ebu Davûd, Esribe 2 (3674); Ahmed, I/316)
Sonuç olarak, bir Müslümanın ücret mukabilinde haram iş yapması veya yaptırması caiz olmadığı gibi, içinde haram iş yapacağı kesin olarak bilinen kişi ya da kurumlara gayrı menkulünü kiraya vermesi de zaruret olmadıkça caiz değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.