Cumadan Gönüllere

Cumadan Gönüllere

HELAL KAZANÇ EL EMEĞİ, GÖZNURU, ALIN TERİ

HELAL KAZANÇ EL EMEĞİ, GÖZNURU, ALIN TERİ

 

Enes    b.  Mâlik’in anlattığına göre, Medineli bir   sahâbî birkaç kez Hz.    Peygamber’e gelerek ihtiyacını dile    getirmiş ve   her   defasında o cömert Peygamber’den karşılıksız ikramlar alarak evine dönmüştü. Bir   gün    yine bir   şey    istemeye geldiğinde Allah’ın Elçisi (sav), “Evinde hiçbir şeyin yok mu?” diye    sordu. Sahâbî, “Hayır, evimde sadece bir   örtü    var.    Bunun bir kısmını elbise olarak kullanıyor, diğer kısmını da   evde    altımıza seriyoruz. Bir   de   su   içtiğimiz bir   bardak var.”    diye    dert    yandı. Bunun üzerine Sevgili Resûl, “Onları bana getir.” diyerek onu evine gönderdi.

   Sahâbî hemen evine gitti    ve   bahsettiği eşyaları getirdi. Resûlullah (sav) onun getirdiği eşyaları eline alarak orada bulunanlara, “Kim bunları satın almak ister?” diye    sordu. Topluluk içinden birisi, “Ben onları bir   dirhem karşılığında alırım.” diyerek öne çıktı. Allah Resûlü (sav)    iki   veya    üç   defa, “Kim bir dirhemden fazla verir?” diye sorunca bir başka sahâbî, “Ben iki dirhem veririm.” diye ortaya atıldı.

 Bunun üzerine Hz.    Peygamber, adamın getirdiği eşyaları iki   dirhem karşılığında satın almak isteyene verdi. Alışveriş sonucu kazandığı iki   dirhemi de   adama vererek, “Bu dirhemlerin birisiyle yiyecek satın al ve ailene götür. Diğer dirhem ile de bir keser satın alıp yanıma gel.” dedi.

Sahâbî keseri getirince Allah Resûlü ona    bizzat kendi eliyle bir   sap taktı ve   keseri ona    uzatarak, “Git, bununla odun topla ve sat. Seni on beş gün boyunca da görmeyeyim.” diye tembihledi.

Medineli sahâbî, Allah’ın Elçisi’nin bu   emri üzerine hemen gitti    ve   çalışmaya koyuldu. Günlerce odun    toplayıp sattı.    On  beş   gün   sonra, on  dirhem biriktirmiş olarak çıkageldi. Çarşıda kazandığı paranın bir  kısmı ile  elbise, geri   kalanı ile  de  ailesine yiyecek satın    almıştı. On  beş   gün   önce    muhtaç bir hâlde yanına gelen    ve  ailesini geçindirmeyi bilemeyen bu  sahâbînin ekmek parasını kazanmayı başardığını gören Resûlullah (sav),    ona   şu  çarpıcı öğüdü verdi:“Bu (şekilde çalışarak başkalarına muhtaç olmadan geçinmen) senin için, kıyamet gününde yüzünde dilencilik lekesi ile gelmenden daha hayırlıdır.”

Hz.    Peygamber’in en   yakınında bulunma ayrıcalığına erişmiş olan Enes’in ağzından dinlediğimiz bu   hadise, saadet çağını süsleyen kutlu hatıralardan sadece birisidir. Aynı zamanda ilhamını ilâhî kaynaktan alan eşsiz bir   hayat dersidir, bildik anlatışla, ‘balık vermeyi değil, balık tutmayı öğreten’ çarpıcı bir derstir!

Hayat, insanı geçimini temin etmek için    mücadeleye mecbur bırakmaktadır. Her    ne   kadar rızkı veren Allah ise   de   onu    elde    etmek için    çalışıp çabalamak insanoğluna düşmektedir. Dinimizde âhiret hayatını kazanma adına da   olsa uzlete çekilmek, münzevi bir   hayat yaşamak, dünyayı ve çalışmayı terk    etmek, kısacası ruhbanlık yoktur. Ve  İslâm’a göre emek, helâl kazanç ve alın teri mübarektir, mukaddestir. Müslüman, bir taraftan dünyasını kazanmak, diğer taraftan da âhireti için    hazırlık yapmak durumundadır. Bundan dolayıdır ki   Müslümanlar, din,    dünya ayırımı gözetmeksizin iki   cihan saadetine erişebilmek uğruna durmadan, yorulmadan çalışmalıdır.  Zira    Yüce Rabbimizin de   ifade ettiği gibi, “İnsan için, sadece kendi çalıştığı vardır ve çalıştığı da ileride görülecektir.”

Geleneksel zamanlarda, Müslümanlar çalışma hayatına, günün en bereketli zaman dilimi olan sabah namazı ile   başlarlardı. İnanan insan, sabah aydınlanırken kendisini hayırla rızıklandırması dua    ve   niyazlarıyla Allah’a iltica ederdi. İbadet aşkıyla güne erkenden başlayan mümin, aynı şevkle helâlinden kazanmaya, maişetini alın    teriyle temin etmeye koyulurdu. Allah Resûlü’nün, “İnsanın yediği şeylerin en güzeli, kendi kazancından olandır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” hadisini aklından çıkarmazdı.   Rahmet Peygamberi’nin, “Allah’ım! Ümmetim için (günün) erken vakitlerini bereketli kıl!” duasına mazhar olmaya gayret ederdi.

 Bu   duayı arkasına alarak tarlasının yolunu tutan, dükkânını açan, tezgâhının başına geçen, bir   insanın çalışma iştiyakı elbette ki   farklı olacaktır. Hem zamandan kazanan hem de fecrin bereketinden yararlanan Müslüman, böylece sadece maddî açıdan değil, mânevî açıdan da kârlı çıkacaktır. Dünyada başarılı olur,    çünkü çalışan kazanır, kişi işinin hakkını veriyorsa er   veya geç    dünyadaki beklentilerine ulaşır. Alın    teri    ve emeği birleşmişse, helâl kazanç için    çabalamışsa âhiretini de   kazanır. Zira    kişinin    ailesinin rızkını temin etmesi ve   onları başkalarına muhtaç etmemesi,   aynı zamanda dinî    bir   gerekliliktir ve   o  bu   görevini yerine getirerek âhiretteki mükâfatı da hak eder.

Allah Resûlü’nün tavsiyesi de   bu   yöndedir. O   şöyle buyurur: “Sizden birinizin urganını alıp (dağa gitmesi), sırtında bir bağ odun getirip satması ve böylece Allah’ın onun itibarını koruması, bir şey verip vermeyecekleri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.”

Âhiret inancı tam    olan    ve   bu   bilinç içinde hayat sürdüren İstiklâl Şairimiz merhum Mehmet Akif bu gerçeği ne güzel dizelere dökmüş:

“Bekâyı hak tanıyan, sa’yi bir vazife bilir;

Çalış, çalış ki bekâ, sa’y olursa hak edilir.”

Alın teriyle yetinen, yaptığı işle    bir    değer üreten ve   bu üretimle kendine, ailesine, ülke ekonomisine fayda sağlayan bireyin hayatı anlamlı ve  değerlidir. Bunun da   ötesinde, insanın bu   amacını daha da   anlamlı kılan bir   diğer kazanç da  Yüce    Allah’ın çalışan, çaba    gösteren insanlara yönelik vaadleridir: “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim...” Sevgili   Peygamberimizin, “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” buyurarak kişinin kendi ailesi için   harcadığı para sayesinde sadaka ecri    alacağını söylemesi ne  güzel bir   vaaddir! Kısacası, Allah Resûlü’nün beyanıyla: “Kesinlikle hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd (as) da kendi elinin emeğini yiyordu.”

Çalışmaya ve   insanın emeğine bu   derece değer veren dinimiz, tembelliği hiçbir zaman hoş    karşılamamıştır. Zira tembellik, çalışmanın önündeki en   büyük engeldir. Kişinin çalışma azmini köreltir, onu    miskinleştirir ve   başarısızlığına sebep olur.    Ashâbını çalışmaya ve helâl yollardan kazanmaya teşvik eden Sevgili Peygamberimiz, sayılamayacak kadar çok zararından dolayı olsa gerek, tembellikten Allah’a sığınmıştır.Allah tarafından birer örnek ve   öğretmen olarak seçilmiş olan diğer peygamberler de   çalışıp maddî ya   da   mânevî bir   değer üretme konusunda çaba içinde olmuşlardır. Ancak konumları ve   eşsiz kişilikleri gereği, sadece elde    edecekleri sevaplar için    yapmamışlardır bu   görevi. Onlar hem kendilerini görevlendiren Rablerine şükürlerini ifade edebilmek hem de ailelerine karşı yükümlülüklerini yerine getirerek onurlu bir   şekilde yaşayabil- mek için kendi geçimlerini sağlamışlardır.

Peygamberlerden her    biri    yaşadığı memleketin şartlarına ve   imkânlarına göre    birer meslek sahibiydiler. Hz.    İdris terzilik- le,  Hz.    Nuh ve   Hz. Zekeriyyâ peygamberler marangozlukla, Hz.    İbrâhim, Hz.    Hûd ve   Hz. Salih peygamberler ticaretle, Hz.    Eyyub ise   çiftçilikle uğraşarak kimseye yük    olmadan rızkını temin etmenin en   güzel örnekleri olmuşlardı. Hükümdarlığını yaptığı devletin gelirleriyle geçinmeyi uygun görmeyen Hz. Dâvûd, usta    olduğu demircilik mesleğinde demiri hamur gibi    yoğurup kil   vermek suretiyle, zırh    yaparak geçimini sağlamıştı. O,   bir   hükümdar olmasına rağmen kendi elinin emeğinden başkasını yememişti.

Bir   de   Hz.    Musa ve   Hz.    Muhammed (sav)    gibi    sürü    otlatmış peygamberler vardı. Aslında her   nebî    hayatının belli    döneminde hayvanlarla uğraşmış,    çobanlık yapmıştır. Nitekim bir   gün    Sevgili Peygamberimiz, “Allah’ın gönderdiği her peygamber koyun gütmüştür.” deyince yanındaki dostları, “Ya sen?” diye    sormuşlar, Allah Resûlü de, “Evet, ben de bir miktar ücret karşılığında Mekkelilerin koyunlarını güttüm.” cevabını vermiştir. Gençlik yıllarında da  ticaretle meşgul olan   Kutlu Elçi’nin bu  açıklaması, kim  bilir   belki    de nebîlerin sade    ve mütevazı insanlar olduklarını vurgulamak içindir. Onların, ailelerinin geçimini temin etmek başta   olmak üzere, yaptıkları tüm  işlerde başarılı olabilmelerini sağlayan en   önemli özellikleri, çalışkanlık, başkasına el  açmamak ve  boyun eğmemek, zorluklar ve  sıkıntılar karşısında sabırlı olmak ve  insanları yönetebilmeyi mümkün kılan    dirayettir.

Peygamberlerin mesleklerinin çeşitliliği, kişilerin ve   toplumların ihtiyaç ve   imkânlarına bağlı olarak kazanç yollarının farklı olmasının tabiî olduğunu gösterir. Bununla birlikte bu   kazanç yollarının meşru olması da   son    derece önemlidir. Onun için    dinimiz, insanlar arasında haksızlığa neden olan    ve   toplumun temel değerlerine zarar veren hırsızlık, gasp, kumar, rüşvet, tefecilik, karaborsacılık ve   alışverişte hile    yapmak gibi    her   çeşit haksız kazanç yolunu yasaklamış, kazanılan mal    ve   mülkün helâl yollardan elde edilmiş olmasına büyük önem vermiştir.

Müminlere yaraşan hareket, emek sarf    etmek, alın    teri   dökmek ve üretmektir. Yüce Mevlâ, “Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” âyetiyle, çaba    gösterenleri dünyada ve   âhirette ödüllendireceğini beyan etmektedir. Ayrıca imkânlarını seferber ederek işin   en iyisini yapmaya çalışmak, elde   edilen başarı ile  yetinmeyerek daha    iyisi    için yeniden kolları sıvamak da  müminlere yakışan bir  hayat tarzıdır. Bu   noktada hırs    ve tamahkârlığın karşıtı olan    kanaatkârlık ayrı, helâl kazanç için    gücü nispetinde çalışma, kazanma ve   bunları Allah yolunda harcama ayrıdır. “Kendi rızkımı temin ettim, bu   kadarı bana yeter, aşırıya gitmemek gerekir!” şeklindeki bir   yaklaşım, sürekli çalışmayı ilke    edinmeleri gereken ve   “İki   günü eşit    olan    aldanmıştır.” anlayışına sahip olmaları    beklenen inanan insanlarda olmamalıdır. “Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma!”25 şeklindeki ilâhî buyruk,    hem    âhireti hem    de dünya geçimini birlikte ele   almayı, denge içinde yürütmeyi gerektirmektedir.

 Bu   anlamda ümmetine yol   gösteren Hz.    Peygamber, Allah rızası gözetilerek yapılan bütün emeklerin değerli olduğunu anlatmıştır. Resûlullah (sav) ve   ashâbı arasında geçen şu   diyalog, Efendimizin çalışmayı nasıl değerlendirdiği konusunda bizlere bilgi vermektedir: Bir   gün    Peygamber Efendimiz, ashâbı ile   otururken güçlü ve   heybetli bir   adamın geçtiğini görürler. Oturanlardan bazıları, “Ey    Allah’ın Elçisi! Keşke bu   kimse gücünü Allah yolunda kullansa!” diye    temennide bulunur. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Eğer bu kimse çocuklarının geçimi için çalışırsa, Allah yolundadır. Eğer yaşlı ana babasının ihtiyaçlarını gidermek için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolunda hizmettir. Eğer kendi izzet ve erdemi için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolundadır. Fakat riya ve gösteriş için çalışmaya koyulursa, işte o zaman o, şeytanın yolundadır.” buyurur. Böylece Sevgili Peygamberimiz çevresine ve kendisine yardımcı olma amacını taşıyan bütün çabaların Allah   rızasına uygun olduğunu belirterek, müminleri bu   anlamda her    türlü meşru çalışmaya teşvik etmiştir.

 Mal biriktirmek ve mülk edinmek her   ne   kadar insanın ihtiyacı ise   de aslında dünyalığa düşkün olan insan tabiatına uygun bir   tutumdur. Elbette elde  edilen serveti hayra vesile kılmak arzu edilen bir  durumdur ama nihaî hedef, malın, sahibini ilâhî rızaya götürmesidir. Peygamber Efendimiz, “Dul kadınların ve yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye çalışan kimse, Allah yolunda cihad eden veya geceleri namazla, gündüzleri oruçla geçiren kimse gibidir.” ifadeleriyle mal    ve   mülkün anlamlı yerde kullanıldığı takdirde Allah katında ne   kadar makbul olacağını anlatmaktadır. Öte    taraftan, insandaki mal    sevgisinin, servete düşkünlüğün ve mülk hırsıyla sermaye biriktirmenin bir   sonu olmadığını, tamahkâr insanın asla    tatmin olamayacağını Kutlu Elçi    şu   çarpıcı ifadesiyle belirtmiştir: “Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi dolusu malı daha olmasını arzu eder. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doldurur. Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.”

Sevgili Peygamberimiz insan yapısından kaynaklanan bu   zaaftan dolayı    ashâbını ikaz    etmeyi de   ihmal etmemiştir. Meselâ onun, savaş sonrası elde    edilen ganimetlerden payına düşeni aldığı hâlde, birkaç defa    daha gelip kendisine verilenin artırılmasını isteyen Hakîm b.  Hizâm’a tavsiyesi, bu   konuda bizim için    de   güzel bir   ölçüdür: “Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala engin bir gönülle ve göz dikmeksizin sahip olur sa, kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa, tıpkı doymak bilmeyen obur bir kimse gibi onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür.” Hadisten anlaşıldığı üzere, Allah Resûlü’nün belirlediği ölçü    dünya malından uzaklaşmak değil, malı dünyanın geçici bir   güzelliği olarak görüp değerlendirmektir. Biriktirilen servete teslim olmamak, bilakis onu    teslim almak, gerektiği yerde harcamak, Allah rızası için feda etmek ve hayırlı işlere vesile kılmaktır.

 Geçimini sağlamak için    çalışmanın farz    bir   ibadet olduğu düşüncesiyle diğer ibadetleri terk    etmek de   doğru bir   davranış değildir. İbadet, insanı yaratan ve   ona    pek    çok    lütuflarda bulunan Yüce Yaratıcı’ya teşekkürü ifade etme biçimidir. İnsan, en   güzel surette yaratılmış ve   evrende olan    her   şey   onun hizmetine verilmiştir. Dolayısıyla mümin daima Allah’a şükretmeli ve   tüm    bu   imkânları kendisine sunan Rabbine minnettarlığını   göstermelidir. Ailenin geçimini sağlamak için çalışmanın ibadet olması ise   farklı bir   kategoridir. Helâlinden kazanmak için    yaptığımız her    türlü meşru iş,   Allah’ı hoşnut etmekte ve   en   geniş anlamda “kulluk/ibadet” kapsamına girmektedir. Ancak bu   durum, farz    olan    namaz, oruç ve   hac    gibi özel    ibadetler ile   karıştırılmamalıdır. İnanan insandan beklenen, imkânlar nispetinde kendisini ve   ailesini huzur içinde, yaşatmaya yetecek kadar çalışması, bunu ibadet bilinciyle ve   karşılığını sadece Rabbinden umarak yapması, diğer taraftan da   Rabbi ile   arasındaki kulluk bağını zedeleme-mesidir: “Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” (Nur,24/34)

                                             KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

 

GÜNÜN AYETİ:

"Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü, 'Şu helaldir, şu da haramdır.' demeyin, sonra Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz, Allah'a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (Nahl, 16/116)

 

 

 

 

GÜNÜN HADİSİ:

Nu'man b. Beşir, Resûlullah'ı (s.a.s.) şöyle derken işittiğini nakletmektedir:

"Helal belli, haram da bellidir. Onlar arasında bir takım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur. Bu, tıpkı bir koruluğun etrafinda hayvan otlatan çobanın durumuna benzer, her an oraya girebilir. Dikkat edin! Her hükümdarın bir koruluğu vardır. Dikkat edin! Allah'ın koruluğu ise O'nun haramlarıdır. Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O sağlam olursa bütün beden sağlam olur, ama bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin! İşte o kalptir!" (Müslim, Müsâkât, 107-108)

GÜNÜN DUASI:

Allah’ım! Lutfundan bize rızık ver, bizi rızkından mahrum etme, bize verdiğin rızıkları bizim için bereketli yap, katında bulunan nimetlere rağbetimizi arttır ve bizi gönül zenginliğini eyle”

 

ASR-I SAADET'TEN

Bir gün Resûlullah ashâbına helal haram konusunu anlatırken onlarla şu bilgiyi paylaştı: "Yüce Allah şöyle bir benzetme yapıyor: Bir yol düşünün! Dosdoğru bir yol. Her iki taraf boydan boya duvar. Her iki duvarda da yerlere kadar sarkmış asılı perdeleri bulunan açık kapılar var. Yolun başında bir uyarıcı yola girenlere şöyle bağırıyor: 'Ey insanlar! Şu doğru yola hep birlikte girin, ayrılmayın!' Yolun ortasında başka uyarıcılar da bulunmakta ve kapıların perdesini açmaya çalışanları ikaz ediyor: 'Ne yapıyorsun! Açma orayı sakın. Eğer açarsan oraya düşer, yoldan çıkarsın!' diyorlar."

 

Peygamber Efendimiz, paylaştığı bu bilginin daha iyi anlaşılması amacıyla şu kısa ama özlü açıklamayı yapmış ve helal haram konusundaki ölçülerle bu hususta bilinçli olmak gerektiğine işaret etmişti: “İşte bu yol, İslâm'dır. İki taraftaki duvarlar Allah'ın sınırları, açık kapılar ise O'nun yasaklarıdır. Yolun başındaki uyarıcı, Yüce Allah'ın Kitabı; yolun ortasındaki davetçiler de Yaradan'ın her Müslümanın kalbine yerleştirdiği vaizdir.” (İbn Hanbel, IV, 183)

         HİSSEMİZE DÜŞENLER

  • Helal ve haramlar Kur'an ve sünnette belirtilmiştir.
  • Allah ve Resûlü haricinde hiç kimsenin mutlak anlamda helal-haram belirleme yetkisi yoktur.
  • Helal-haram duyarlılığına sahip olmak bir müminde bulunması gereken en önemli hasletlerindendir.
  • Kişi, haram olan bir tutum ya da davranışı haramlığını bilerek gerçekleştirdiğinde günahkâr olur.
  • Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi de helal sayan kişi küfre düşer.

 

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU   :  Bankada vadeli hesapta bekletilen para ile hac yapılır mı?

CEVAP : İslam dini kişilerin meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini helal yollardan elde etmelerini önerir. İbadetler de helal kazanç ile ifa edilmelidir. Bankada vadeli hesapta bekleyen paranın aslı helal olduğu için bu para ile hacca gidilebilir. Ancak bu yolla elde edilen faiz gelirlerinin sevap beklemeksizin fakirlere veya hayır kurumlarına dağıtılması ve tövbe edilmesi gerekir.

 KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

                                      Hazırlayan : Erhan YILMAZ İL VAİZİ

 

Bu yazı toplam 913 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cumadan Gönüllere Arşivi
SON YAZILAR