KAFAMA TAKILANLAR
Hocam soru şu: Allah bizim ne yapacağımızı, sonuçta nerede ve nasıl olacağımızı biliyor. Ben şayet cehennemliksem ve bunu da O biliyorsa beni neden yarattı?
İlginç bir soru. Sorudan çok sanki bir suçlama veya yakınma. Modern zamanların ruh hâlinin yansıması. Modern zamanlarda sürekli gerilim yaşıyoruz. Her gün birçok sorunla karşılaşıyoruz ve boğuşuyoruz. Çevremizdeki insanlar hatta hiç bilmediğimiz kişiler bizden bir şeyler bekliyor, istiyor, olmayınca suçluyor. Bütün bunlar da hâliyle bizi geriyor, kötümser ve olumsuz bir düşünceye itiyor. Çünkü bütün beklentileri karşılamak, isteklere cevap vermek ve yaşanılan dünyada en iyi olmak ve refah içerisinde yaşamak herkes için mümkün olmuyor. Birisinde olan ötekinde eksik kalıyor, bir tarafın tam olması beri tarafın eksikliğini gidermiyor.
Hocam, biraz somutlaştırsak?
Şöyle somutlaştırayım. Günümüz insanlarına bakıyorum, en çok istedikleri maddi imkân ve teknoloji. Kadın, erkek, genç, yaşlı fark etmiyor. Ulaşmak için çabalıyor ama ulaştığı anda mutluluğu için bunun yeterli olmadığını ve kendisini tatmin etmediğini görüyor, anlayacağınız umduğunu bulamıyor. Ondan sonra tekrar arayışlara başlıyor. Her ulaşamama veya ulaştığında tatmin olamama hâli, insanda muazzam bir gerilim oluşturuyor. Bu arada yaptığı hatalar veya olumsuz işler de eklenince müthiş bir karamsarlık duygusu benliğini kaplıyor.
Peki, soruya gelecek olursak?
Önce soruyu sorana gelelim. Bu soruyu soran ya inançlı birisi veya inancını terk etmiş ama tam da ondan kurtulamamış, hâsılı yeni konumuna bir türlü alışamamış bir kişilik hâli. Bu da onu takıntılı hâle getirmiş. Takıntısı cehennem veya cehenneme gitme ihtimali. Cehenneme gitmekten korkuyor ama kendisine ve yaşantısına bakınca ondan kurtuluşun mümkün olmadığını düşünüyor. Sorumluluğu, kendisini yaratan Allah’a atarak bu psikolojiden kurtulmaya veya en azından bir teselli bulmaya çabalıyor.
Buna takıntı denilebilir mi?
Takıntı dememin sebebi, bu kişi o kadar kötümser bir psikolojiye kendisini sokmuş ki mutlak surette cehennemlik olduğuna inanmış. İşte takıntı dememin sebebi tam da bu yanlış inancıdır. Hâlbuki hiç kimse mutlak surette cehennemlik değildir. Bu şuna benziyor: Aile içinde suçludan, hapishaneden, mahkûm olmaktan bahsediliyor. Kimlerin buralara düştüğü konuşulurken bazı suçlar da dile getiriliyor. Evdeki genç bakıyor ki o suçları kendisinin de işleme ihtimali var. Bu suçları işlediğinde ise hapse düşeceği düşüncesi bir anda beynini zonklatıyor. Dönüp annesine, “Beni böyle bir dünyaya neden doğurdun?” diye çıkışıyor. Bu ruh hâli, kişinin kendisini mutlak kötü olmaya konumlama, bunun sonucunda suç işleme ve hapse girmeyi kesin görme takıntısıdır. Hiçbir anne çocuğunu kötü olsun diye doğurmayacağı gibi Yüce Allah da hiçbir kulunu cehennemlik olsun diye yaratmaz. Öte yandan dünyada kötülüğün bulunması mutlaka onların işlenmesini gerektirmez. Kişinin bunlardan korunması ve kurtulması, ömür süresi içerisinde her zaman mümkündür. Kurtulamadığı yerde adalete başvurma imkânı vardır. Şayet adalet bu dünyada gerçekleşmezse ahirette mutlak surette gerçekleşecektir.
Peki ama çelişki yok mu? Hem cehenneme gideceğini biliyor hem yaratıyor?
Buna cevap vermeye şöyle bir örnekle başlayayım: Öğretmen, öğrencisinin çalışmadığını ve yeterince sınava hazırlanmadığını bildiği hâlde sınav yapsa, öğrenci de “Dersten kalacağımı bile bile neden sınav yapıyorsun?” diye sorsa, haklı ve yerinde bir soru olur mu? Tabii ki olmaz. Çünkü öğretmenin görevi sınav yaparak başarılı ve başarısızı ayırt etmek, yani adaletin yerine gelmesini sağlamaktır. Sözgelimi, bu gerekçeyle okullardaki sınavlar kaldırılsa eğitimin bir anlamı kalmaz. Çünkü eğitimde amaç iyi ve başarılı kişilere hak ettiği değeri vermektir. Kimin iyi ve başarılı olduğunu tespit de ancak sınav yoluyla gerçekleşir. Sınavı kazanan ve başarılı olan öğrenci öğretmene değil doğrudan kendisine fayda sağlar, başarısız olan da kendisine zarar verir. Başarısız olan öğrencinin öğretmeni ve sınavı başarısızlığına gerekçe göstermesi anlamlı olmadığı gibi dünya hayatında başarılı olması için eline her türlü imkân verilmiş kişinin yaratıcısını sorumlu tutması da anlamlı değildir. Aslında kişi samimi ve insaflı düşünse bu gerekçelerin boş bahane olduğunu kolaylıkla görür.
Bizzat Allah’ın yaratması üzerinden gidersek nasıl anlamalıyız?
Yüce Allah insanı yaratmış, iyi ve kötü şeklinde iki seçeneğin olduğu bilgisini kendisine vermiş ve ayrıca bütün bunları kavrayacak akıl ve zekâyla onu donatmıştır. Nitekim her insan verilen bu imkânlarla lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilir, ona göre tavır alır ve davranış geliştirir. Bütün bunları bilmesi ve kavraması Yüce Allah’ın verdiği akıl ve zekâ, tavır alması ve lehine olanı seçmesi ise irade sayesindedir. Bütün bu imkânlar varken ve insanın önünde de seçenekler belliyken bazı şeyleri takıntı hâline getirmesi ve kaybedeceği karamsarlığına düşmesi ya verilen imkânları kullanmamasından ya da çevrenin baskısındandır. Birincisinde yani verilen imkânları kullanmama hususunda sorumlu kişinin kendisidir. Çevresel baskı ve zorlama söz konusuysa ya bu çevreyi değiştirme imkânını araştırmalı ya da baskıyı hafifletecek ve kaldıracak bir yol bulmaya çalışmalıdır.
Sanki burada dinin kurallarına yönelik bir yakınma var.
Dinin kurallarından yakınan kişi, pekâlâ diğer kurallara uyabilmektedir. Kuralsız bir dünyanın olmadığını herkes bilir. Böyle bir dünyayı hayal eden anarşizmin ne duruma düştüğü de açıktır. Bütün kuralları kabullenirken sadece dinin kurallarını sorun etmek, insaflı ve haklı bir yaklaşım değildir. Aslında burada benim anladığım: Bu kişilerin bir kısmı öte dünya inancından bir türlü kurtulamıyor ve bu inanç kendilerini içten içe rahatsız ediyor. Bu inancın yerine başka bir şey de koyamıyor. Dinin kurallarını yok saydığında zihninde oluşan boşluğu da bir türlü kapatamıyor. Ayrıca bu yok saymanın dünyayı ne hâle getirdiğini görüyor. Yüz milyon civarında insanın ölümüne sebep olan İkinci Dünya Savaşı bunu anlatmaya yetiyor. Çünkü savaşın aktörlerinin çoğu dinsiz, kalanı da dinden uzak liderlerdi.
Allah’ın biliyor olmasını nasıl açıklayacağız?
Yüce Allah’ın kişinin cennetlik veya cehennemlik olduğunu bilmesi, zaman ve mekân sınırının olmamasındandır. Dolayısıyla Yüce Allah şu anı bildiği gibi geçmişi ve geleceği de aynı şekilde bilir. Buna karşın insanın kendi geleceğini bilememesi ise zaman ve mekân sınırları içinde bulunmasındandır. Ancak Allah’ın bilgisi kişiyi cennetlik veya cehennemlik yapmaz, bilakis o kişilerin kendileri cennetlik veya cehennemlik olurlar, Yüce Allah da onları o hâlleri üzere bilir. Dolayısıyla burada sorumlu olan bilen değil, yapandır. Şayet kişi cehennemlik işler yapmasa Yüce Allah onun cehennemlik olmayacağını bilir. Öte yandan Allah kullarına karşı merhametlidir ve bunun gereği olarak cehennemden kurtulma imkânını herkese vermiştir. Kişinin kendisinde bulunan duyular, akıl, zekâ ve irade bu imkânların başında gelir. Peygamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle yol göstermesi de önemli bir imkândır. Bütün bu imkânları kullanmayıp yok saymak veya tersine hareket ederek cehennemi hak etmek, kişinin sorumluğundadır. Dönüp “Allah beni neden yarattı?” diye sorması ya tembelliğine bahane bulması veya inkâr ve isyanına gerekçe üretmeye çalışması anlamına gelir. Hele bir de içinde yok edemediği inancın etkisiyle gerilime düşüp karamsarlığa kapılması, bunun psikolojik takıntıya dönüştürülmesi demektir. Bütün bu sıkıntılardan kurtulmanın yolu, kişinin içinde var olan inanca kulak vermesi ve o doğrultuda bir hayata yeniden başlamasıdır.
Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.