Köycülük mü yoksa endüstricilik mi paradoksu
Doksanların başlarında geçen çocukluk yıllarımda, tarım ve hayvancılığın tüm Anadolu halkının temel geçim kaynağını olduğunu hatırlarım. Köylüler saman balyalarken, çayırlarda kuzucuklar kaçışırken, dedem üzümlerden pekmez yaparken, arılar çamlara doğru oğul verirken ve daha birçok güzel anı yer alır zihnimde. Bununla birlikte gençlik dönemlerimde hocalarımızdan işittiğimiz ‘’Dış güçler yalnızca elma ve armut üretin dediler, Sanayimizin ilerlemesine izin vermediler, Biz de yapardık!, Yapılanı kapattılar!, Sabretmedik ‘’ söylemleri; devletçi ve milliyetçi bir akademisyen olmamızın bir sebebidir belki de. Yolun yarısına ulaştığım günümüzde ise; ne sanayi kaldı, nede tarım! Peki, ne olacak gelecekte dersin? benim diğer yarım!
Dedelerim kekik balı süzer, tarlalarımıza nohut eker, otlaklarda koyun sürülerini semirtir ve bağlarımızdaki üzümden pekmez yaparlardı. Babam ve amcalarımsa siteler sanayinde ihracatı yapılan klasik mobilya üreticileriyken, eniştem çocukluğumun geçtiği Beypazarı’nda yenilikçi bir motor ustasıydı. Sanayide el emeği zanaat hikâyeleri, köydeyse can suyu olma öyküleriyle geçti hayatta ilk yılarım.
Ne zaman lise yılarında Türk Ocaklarında yapılan münazaalarda yer alan, Köycülük mü – Endüstricilik mi? konusuna, Tarımı ve Hayvancılığı savunan grup üyesi olarak dâhil oldum. İşte o zaman başladı bu anlamsız paradoks benim için. Genç bir liseli gözünde yapılan savunma belli; Tarım olmasaydı mermi mi yersin, yoksa silah mı? Cevapsa gerçekten çok manidar; silah varsa merak etme zorla ürettirirsin!
Teknik Eğitim ve Mühendislik eğitimleriyle paralel elde ettiğim deneyim, ekonomik kriz sırasında temel gıdalarda oluşan artış ve ithalat & ihracat arasında ortaya çıkan açık; bu pardoksdan çıkış yolunu yirmi yıl sonra gösterdi bana. Aslında doğru slogan; ‘’Devletçilik ve Halkçılık için katma değer üreten Endüstricilik ve Köycülük’’ olmalıdır, mutlu gelecek kuşaklar için.
İlk olarak bu paradoks nasıl ortaya çıkıyor bunu çok iyi kavramalı. Ülkemizin mevcut kaynakları sınırlı, bu yüzden her iki alana da büyük yatırımlar yapmak gerçekten çok zor gibi gözüküyor. Karar vericiler ithalata odaklanmış ihracat politikası güdüldüğünün farkında değil gibi. Yapılan planlamalar genelde genişleme ve ihracat potansiyelinin artırılması öngörülü.
Tarım politikaları ise anlam veremediğim şekilde; herkese motor dağıtalım, hayvan verelim, kredi verelim temelli. Köyde her beş kişiden birinin milyarlık traktörü var, hayvanların yem maliyetleri yüzünden inekler ete kesilir durumda, tarım için verilmiş çoğu krediye ya çocuklara düğün yapılmış ya da köye ev. Tarımda ve Hayvancılıkta millilik oranı ve nitelik artışı çalışmaları çok az. Sonuç olarak mı? Buğday ithal, pirinç ithal, gübre ithal, arkadaş yağ bile ithal!
Birde tabi ki zamanında engellenerek yapamadığımız sanayi hamleleri var. Bence bu hususta dikkat edilmesi gereken en önemli nokta; sanayi yatırımları ne kadar yüksek teknoloji potansiyeli üretiyorsa, devlet tarafından o kadar desteklenmeli. 100 dolar ihracat yapılan bir ürünün üretimi için, eğer 49 doları geçiyorsa gerekli ithalat boşa kürek çekmektir benim için. Girişimci isterse kendi öz sermayesini kullanır. Nede olsa para onun! İhracatta KDV muafiyeti yeniden düzenlenerek ancak yatırımcı doğru bir biçimde yönlendirilebilir. Ne kadar ihracat için az ithalat o kadar teşvik olmalı bu yeni sistemde. Unutmayalım bu Dolara ve Euro’ya olan ihtiyaç asrın kapitülasyonudur. Şu anki sistemde bu kapitülasyonları besleyense; üretim için dış kaynaklara talep, faiz ve kur artışı. Sonuç yaşanan yüksek enflasyon.
Bir ustam ‘’ Burak bir gün İbrahim Tatlıses’in arkasında çalacaksan devam et bu saza’’ demişti. ‘’Yoksa en fazla düğün çalgıcısı olursun’’ diyerek eklemişti. İşini yapmak için değil, en iyisini yapmak için; sanayiye yüksek miktarda yatırım yapılacaksa, üstün nitelikte değerli teknolojik ürünler için yapılmalı. Yoksa git hiçbir şey yapamasan, Cevizlik, Elmalık ve Vişnelik yap! İnan ana kartı, işlemcisi ve ekranı yurt dışından gelip sadece plastiğini ürettiğin TV’nin montajını yapmaktan daha değerli. Tabi ki tarım ve hayvancılık için de ihracat azaltılmalı. Hatta mümkünse teknoloji ve bilim milli tarım politikaları için kullanılmalı. Yoksa buğdayı dışardan alıp unu ihracat et, gübreyi ithal edip meyve yetiştir ve yabancı fideyle dikilmiş domates üret. Ne anlamı kaldı köycülük ilkelerine bağlı tarımın.
Gübre pahalı, sulama yetersiz, mazot artmış ve mevsimler değişmiş. Tabi bu yorumlar ana haber ve tartışma programlarının konusu. Asıl hiç gündeme gelmeyen konular ise; Herkesin dönüm dönüm arazisi en az elli hisse olmuş. Arazi bölünemiyor farklı hukuki ve sosyal sebeplerden. Sonuçlar ortada, kavga çıkınca gidip kimse ekmiyor biçmiyor. Birde ekonomik kriz sonucunda oluşan maliyet artışıyla çoğu toprak maalesef boş kaldı. Bazı köylüler devlet desteğiyle alınmış traktör üzerinde koyun güderken, Afganların ata mesleği çobanlık olmuş, Tüm ailelerin en büyük derdiyse çocuklarını okutmak. Sonucuysa köyde rençper ve çoban bulunamıyor. En tirajı komik olansa rençper olan da kendine eş bulamıyor. Gönüller doğalgazlı ve asansörlü geniş evlerde, kim yaşar bu kadar çileyle sobalı köylerde.
Endüstride kalkınma projelerinde ve politikalarında ihracat artacak diye ithalatı artıracak politikalar yerine yüksek ham madde, teknoloji ve bilgi pazarlanabilecek yatırımlar öncelikli alanlar olmalı. Bu amaç sağlanamıyorsa, milli köycülük projelerine yatırımcılar ve destekler yönlendirilmeli. Bu paradokstan kurtularak devletin bekası ve halkın refahı sağlanmalı. Böylece savaşta karnı tok, ekonomik olarak refaha ermiş olan asker ve millet, üstün teknoloji cephane kullanarak, her türlü ambargoyu uygulayan düşmana meydan okumalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.