ŞAHİTLİK İNSANÎ BİR ÖDEV
Ensardan Hazrec kabilesine mensup olan Beşîr b. Sa’d’ın karısı Amre bnt. Revâha, kocası Beşîr’den malının bir kısmını oğlu Nu’mân’a hibe etmesini istedi. Beşîr, hanımı Amre’yi bir yıl oyaladıktan sonra onun teklifini kabul etti. Ancak Amre belirli miktar malı oğlu Nu’mân’a verdiğine dair Hz. Peygamber’i de şahit tutmasını istedi ondan. Bunun üzerine Beşîr, hicretten sonra Medine’de doğan ilk ensarlı çocuk olan oğlu Nu’mân’ı elinden tutarak Hz. Peygamber’e götürdü ve “Ey Allah’ın Resûlü, bunun annesi olan Bint Revâha, oğluna yaptığım bağışa senin de şahit olmanı istiyor.” dedi. Hz. Peygamber ona, “Senin ondan başka oğulların var mı? diye sordu. Beşîr, “Evet.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Hepsine bunun gibi bağışta bulundun mu?” dedi. Beşîr, “Hayır.” cevabını verince Hz. Peygamber, “Ben zulme ve haksızlığa şahitlik yapmam!” buyurdu.
Yaşanan bu olayda görüldüğü üzere Allah Resûlü hakkın ve adaletin tesisinde şahitliğe çok önem vermiş, zulme yani haksızlığa yol açacağı konusunda endişe ettiği hususlarda şahitlik yapmamıştır. Şahitlerin sorumluluğu sadece şahit oldukları olayı olduğu gibi resmetmeleri ile sınırlı değildir. Aynı zamanda şahitler, hakkı korumak, kollamak, zulme, gaspa ve haksızlığa meydan vermemekle de sorumludurlar. Çünkü şahitlik, kabul etmek, benimsemek, inanmak demektir. Zulme şahitlik yapan onu kabul etmekte, desteklemekte ve böylece ona ortak olmaktadır. Bu noktada şahitlik, gerçeğin tespiti, doğrunun yanlıştan ayrılması, hak edene hakkının teslim edilmesi açısından çok önemli bir işleve sahiptir.
Allah Resûlü’nün doğru şahitliğe bu denli önem atfetmesi Kur’an’ın da şahitlik konusuna özel vurgu yapmasıyla ilişkilidir. Şahit; tanık, bilen, muttali olan, hazır olan ve delil demektir. Şâhid/şehîd kelimesi ve türevleri Kur’an’da elli beş yerde geçmektedir. Kur’an’da Allah’ın şahitliği ile ilgili olarak kullanılan, “Rabbinin, her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet, 41/53.), “Şahit olarak Allah yeter.” (Nisâ, 4/79) ve “Siz ne iş yapsanız biz sizin için şahitleriz.”(Yûnus, 10/61.) şeklindeki ifadeler dikkat çekicidir. Bu ifadeler Allah’ın, kullarının bütün yaptıklarını görmesini, bilmesini, onları devamlı murakabe etmesini ve kendisinden hiçbir şeyin saklı kalmayacağını anlatmaktadır. Bu âyetler, “...Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir...”(Hadîd, 57/4.) âyetinin açıklaması niteliğindedir. Diğer taraftan Esmâ-i Hüsnâ’dan birisi olan “eş-Şehîd” ismi de “şâhid” kelimesinin mübalağa ifade eden şekli olup hiçbir şeyin Allah’tan gizli kalamayacağını, O’nun zamandan ve mekândan münezzeh olarak her an her şeyin bilgisine vâkıf olduğunu ifade etmektedir. Kur’an’da ayrıca kıyamet günü için gizli ve saklı olan her şeyin ortaya konulacağı, herkesin toplanarak hazır bulunacağı gün anlamında “el-yevmü’l-meşhûd” tabirinin kullanılması, bazı melekler için kulları gözetleyen anlamında “şahit melekler” ifadesinin geçmesi şahitliğin önemine atıftır.
İslâm’a göre şahitlikte esas olan, hakkın, hukukun üstünlüğünün korunması, haktan yana tavır konulması, sadece gerçeğin tanıklığının yapılmasıdır. Bu açıdan her Müslüman, hakkın şahidi, gerçeğin tanığı olmakla emrolunmuştur: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Nisâ, 4/135.)Böylece insanlara nasıl şahitlik yapacakları bildirilmiş, şahitliğin gerekliliği vurgulanmış, esasları belirlenmiştir. Örnek olarak da borçlanma ve anlaşmalarda, boşanma davalarında, miras ve vasiyet davalarında, zina suçunun tespitinde, reşid olan yetimlerin mallarının velîleri tarafından kendilerine teslim edildiği sırada şahitliğe başvurulması istenmiştir.
Âyetlerde geçen, “Şahitliği Allah için dosdoğru yapın.”(Talâk, 65/2.) “Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.”(Nisâ, 4/135.) vurgusu da şahitliğin Allah rızası gözetilerek ve Allah adına yapılması gerektiğine işaret etmektedir. Aynı zamanda şahitlik hususunda bir sorumluluk hissi oluşturarak haksızlığı bertaraf etme, adaleti tesis etme yönünde bir bilinç inşa etmektedir. Bunun neticesinde bireyler gördükleri, tanık oldukları olaylarda, hakikatin ortaya çıkması için çaba göstereceklerdir. Çünkü ilgisiz, sorumluluk hissi taşımayan, nemelazımcı bireylerin yaşadığı bir ortamda istenilen ölçüde hakkaniyet ve adaletin sağlanması güçtür.
Bu açıdan bakıldığında şahitlik hem sorumluluk hem de olayla ilgisi bulunan diğer kimselerin şahitler üzerindeki hakkıdır. Bunun için Allah Resûlü insanları tanık oldukları durumlarda şahitlik yapmaya teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Şahitlerin en hayırlısını size bildireyim mi? Kendisinden talep edilmeden şahitlik yapan kişi.” Böylece Allah Resûlü Müslümanlardan şahitlik görevini davet edilmeden, gönüllü olarak yerine getirmelerini istemiştir. Bu bağlamda Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, “... Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar...” (Bakara, 2/282.) buyurarak nikâh, borçlanma, alış-veriş, anlaşmazlık gibi hukuku ilgilendiren ve şahitliğin gerektiği tüm konularda şahit olarak davet edilenlerin bu görevi yerine getirmelerini istemektedir. Diğer bir âyette de, “Şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır...” (Bakara, 2/283.) buyurarak gördüğü ya da bildiği bir olay hakkında şahitlikten kaçınmanın çok büyük bir vebal olduğunu vurgulamaktadır. Tanık olduğu meseleyi olduğu gibi anlatmayan veya başka bir yöne çeviren kişi haksızlığa kapı aralayacaktır. Haksızlığın yaygınlaşması ise güven kaybına ve kamu vicdanının zedelenmesine neden olacaktır. Diğer taraftan şahitler tanık oldukları veya şahitlik yapacakları meselede şahitliklerine göre hakkın tesis edileceği bilincinde olmalı ve bu sorumluluk anlayışı içerisinde hareket etmelidirler. Aksi takdirde Resûl-i Ekrem’in belirttiğine göre, büyük bir veballe yüz yüze kalacaklardır.
Talep edilmeden şahitlik yapılmasını öven Peygamber Efendimizin gelecekte yaşanacak bazı sosyal değişimleri anlatırken kendisinden istenmediği hâlde şahitlik yapan insanlar olacağını haber verdiği görülmektedir. Bu doğrultudaki hadisler birlikte okunduğu zaman bu rivayetlerin daha çok insanların bildiklerini ulu orta, gelişi güzel açıklayarak bireysel mahremiyeti ihlâl etmelerini engellemeye yönelik olduğu anlaşılacaktır. Özellikle zina, hırsızlık, yol kesme, gasp, uyuşturucu kullanma gibi durumlara şahit olanların bildiklerini rastgele herkesle paylaşmaları diğer insanlara kötü örnek olabileceği gibi sosyal bünyeyi de tehdit edecektir. İnsanların can, mal, nefis, akıl ve nesillerini korumayı amaç edinen Hz. Peygamber, şahitliğin özellikle ilgili makamlarda, sorumluluk bilinci ile yapılmasını amaçlamıştır.
Hadis kitaplarımızda şahitlikle ilgili rivayetlerin yer aldığı şehâdet, kadâ’, ahkâm, kasâme, iman, edeb, rikâk gibi bölümler okunup incelendiğinde pek çok rivayetin yalancı şahitlikle alâkalı olduğu müşahede edilecektir. Bunlardan birisi ashâb-ı kirâmdan Ebû Bekre tarafından anlatılan şu olaydır: “Resûlullah (sav) üç kere, ‘Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?” buyurdu. ‘Evet, söyle yâ Resûlallah!’ dedik. Bunun üzerine Resûlullah, “Allah’a ortak koşmak ve anne-babaya saygısızlık/kötülük etmektir.” buyurdu. Sonra arkasına yaslanmış hâldeyken doğruldu ve şöyle dedi: “Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır.” Olayı anlatan Ebû Bekre (ra), “(Hz. Peygamber) bu cümleyi o kadar çok tekrarladı ki ‘Susmayacak.’ dedim.” diye eklemiştir.
Allah Resûlü bir hutbesinde de yalancı şahitliğin Allah’a ortak koşmaya denk bir suç olduğunu ifade etmiş ve benzetmenin iyice anlaşılması için Hac sûresinin otuzuncu âyetini okumuştur: “...Artık putlara tapma pisliğinden kaçının, yalan sözden kaçının.” Ayrıca o, âhiret günü yalancı şahidin ayağının kayacağını ve cehenneme yuvarlanacağını söylemiştir. Bu bağlamda Yüce Allah da namaz kılanların şahitliklerini dosdoğru yaptıklarını beyan etmiş, böylece alnı secdeye değen yani Allah’a iman etmiş olan kimsenin yalancı şahitlikte bulunamayacağına işaret etmiştir. Çünkü yalancı şahitlik zulümdür. Hakkı gasp etmektir. Kul hakkına tecavüzdür. Adaleti ortadan kaldırmak ve insanları yanıltmaktır. Hak etmeyene hakkı temin etmektir. Bunun için de mümine yakışmayan en kötü fiillerden birisidir.
Şahitliğin hakkı ve adaleti tesiste önemli bir işleve sahip olması, kimlerin şahitlik yapabileceği hususunu da önemli hâle getirmektedir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de şahitlik yapacak kişilerin toplum içinde şahitliklerine güvenilen, adalet sahibi kimselerden olması gerektiği vurgulanmış, iffetli kadınlara iftira atmak gibi bir kötülüğü sabit olan insanların şahitliklerinin ise asla kabul edilmemesi emredilmiştir. Bu çerçevede Allah Resûlü, “Emanete ihanet eden erkek ve kadının, had cezasına çarptırılanın ve (din) kardeşine kin besleyenin şahitliği caiz değildir.” buyurmuştur. Allah Resûlü ayrıca zina suçu işleyen erkek ve kadının şahitliğinin, çölde yaşayan kimsenin şehirlinin aleyhine şahitliğinin caiz olmadığını ifade etmiştir. Hakkın tesisi için azami derecede özen gösteren Allah Resûlü haksızlığa sebep olabilecek ihtimalleri bile dikkate almış bunun için hizmetçinin ev sahibi lehine şahitlik yapmasını reddetmiştir. Böylece ulaşılmak istenen hakkaniyet ve adaletin gerçekleşmesi için şahitlerin tarafsız, çıkar peşinde koşmayan, genel ahlâk kurallarına bağlı insanlardan olması gerektiğine işaret buyurmuştur. Ayrıca Allah Resûlü, şahidin, hakkında şehâdette bulunduğu olayı net bir şekilde görmüş olması gerektiğini de bildirmiştir. Ancak istenilen özelliklere sahip kişilerin bulunmaması hâlinde, konunun önemine ve şartlara göre değerlendirme yapılabilecektir. Nitekim sahâbeden Ebû Musa el-Eş’arî’nin başvurulacak hiçbir kimse bulunmadığı bir davada güvenilir olduğu kanaatine vardığı gayri müslimin şahitliğini, ona yemin ettirdikten sonra kabul ettiği görülmektedir. Aynı şekilde Abdullah b. Zübeyr de çocukların şahitliklerini sadece kendi aralarında birbirlerini yaralamaları durumunda kabul etmiştir. Bu uygulamadan hareketle hüküm veren İmam Mâlik böyle bir durumda çocukların başkalarının telkinine açık olmamasını şart koşmuştur. Bunun dışında çocukların başkalarının leh ve aleyhinde yaptıkları şehâdet geçerli değildir. Tüm âlimlere göre şahidin akıllı, şuuru yerinde ve bulûğa ermiş olması şarttır.
Peygamber Efendimizin bazı kimselerin şehâdetini kabul etmemesi, onların kişilik değerine yönelik bir uygulama olmayıp adaletin gerçekleşmesini sağlamak adına üst düzey bir titizliğe işaret etmektedir. Göçebe bedevîlerin, yerleşik hayat sürdüren insanlar aleyhindeki şahitliklerinin kabul edilemeyeceğini ifade etmesi, onların, içinde bulunduğu şartları, kültür ve eğitim farklılığını dikkate aldığını göstermektedir. Hadiste söz konusu olan kişiler sadece şahitliğin bilincinde olmayan bedevîlerdir. Bu durum, konunun ciddiyetini bilen ve bunun gereğini yerine getirenleri kapsamamaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’in şahitlik yapabilecek bilgi ve görgüye sahip olan bedevîlerin şahitliğine başvurduğu konuyla ilgili rivayetlerden anlaşılmaktadır. Ramazan ayının başladığını veya tamamlandığını tespit amacıyla hilâlin görülmesi (rü’yet-i hilâl) gibi önemli bir konuda Peygamber Efendimizin tek bir bedevînin şahitliğini kabul etmesi bunun güzel bir örneğidir.
Şahitlik konusunda getirilen bütün düzenlemeler adalet ve hakkaniyetin yerini bulması amacına yönelik olup, şahısların cinsiyeti veya sosyal konumu ile ilgili değildir. Peygamber Efendimizin uygulamalarında bu husus rahatlıkla görülmektedir. Şu olay bu durumun çok güzel bir örneğidir. Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olan sahâbîlerden Ukbe b. Hâris, amcası Ebû İhâb’ın kızı Ümmü Yahyâ ile evlenir. Bir müddet sonra zenci bir hanım gelip onlara, “(Siz nasıl evlenirsiniz?) Ben ikinizi de emzirdim.” diyerek bu çiftin sütkardeşi olduklarını söyler. Yüz yüze kaldıkları bu problem karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini sormak üzere Ukbe b. Hâris, Hz. Peygamber’in huzuruna gelir ve durumu ona arz eder. Allah Resûlü zenci köle kadının eşlerin her ikisini de emzirdiğini kesin olarak ifade etmesinden dolayı Ukbe’ye artık karısıyla evli kalamayacağını ve ondan ayrılmasını söyler. Görüldüğü üzere Allah Resûlü bir kadın şahidin şehâdetiyle amel etmiş ve çiftin boşanmasına hükmetmiştir. Böylece konunun kişilerin cinsiyetiyle değil de, olayın açıklığa kavuşturulması ile ilgili olduğuna işaret etmiştir.
Sevgili Peygamberimiz, kendisine intikal eden davalarda hüküm verirken öncelikle tarafları dinler, gerek gördüğü zaman şahitlerin getirilmesini isterdi. Şahitler huzuruna geldiği zaman onları şahitliklerini doğru yapmaları konusunda ikaz ederdi. Bu minvalde şu olay dikkat çekicidir. Bir gün Allah Resûlü’nün evinin önünde bir tartışma olur. Sesleri işiten Allah Resûlü dışarı çıkar ve şöyle der: “Ben ancak bir insanım. Davalılar bana gelirler. Biri meramını diğerinden daha düzgün anlatabilir. (Gerçekte haksız olmasına rağmen) ben onun doğru söylediğini zannederek, kararımı onun lehine veririm. Kime bir Müslüman’ın hakkını geçirecek şekilde hüküm vermişsem bu ancak ateşten bir kor parçasıdır. (Gerisi kendine kalmış) isterse o koru alsın isterse bıraksın.”
Kur’ân-ı Kerîm hangi konuda kaç şahit bulunması gerektiğini beyan etmiş, ticaret, borçlanma ve vasiyet gibi konularda iki kişinin şahit gösterilmesini istemiştir. Ancak borçlanmadan bahseden âyette, “... Eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir...” (Bakara, 2/282.) buyrulmuştur. Âyetteki, ‘Bir erkek veya iki kadın şahit olsun.’ hükmünün gerekçesi kadınlardan biri unutursa diğerinin hatırlatması gereğine bağlanmış, bu durum ise o tarihlerde malî konuların ilgi alanları dışında kalması sebebiyle kadınların borçlanma konusuna yabancı olabilecekleri ile açıklanmıştır. Bu âyetten kadınların değer, zekâ veya hafıza bakımından erkeklerden aşağı derecede olduğu sonucunu çıkarmak doğru değildir. Zira âyette bahsedilen konu kadının zihinsel kapasitesi değil, mali konulardaki bilgi ve tecrübe birikimidir. Bu şahitlik esnasında birinci kadın şahit hata yapmadığı takdirde ikincisinin şahitliğine gerek kalmayacak, hata yapması hâlinde ise onun şehâdeti geçersiz olacak ve ikinci kadın şahitlik edecektir. Nitekim zina gibi kadın ve erkeğin aynı düzeyde bilgi ve değerlendirme yetisine sahip olduğu bir konuda her iki cinsin şahitliği birbirine eşit sayılmıştır: “Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer yalancılardan ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle yerine gelir.” (Nûr, 24/6-7.) Hatta hayız, doğum, emzirme, nesep tayini, iddet gibi kadınların daha vâkıf olduğu konularda tek kadının şahitliği muteber kabul edilmiştir.
Peygamber Efendimizin genel uygulamalarından hareketle dört şahidin bulunmasını gerektiren zina suçlaması dışında kalan ve ceza gerektiren bütün konularda, şartlarını taşıyan iki şahidin bulunmasının gerekli olduğunu söylemek mümkündür. Diğer taraftan Hz. Peygamber’in uygulamalarında dava konusu olayla alâkalı olarak şahitliğine başvurulacak kişi sayısı değişiklik de gösterebilmektedir. Konunun mahiyetine ve ispat edilebilirlik durumuna bağlı olmak üzere, bazen sadece bir şahit, bazen yeminle birlikte bir şahit, bazen de, bir kimsenin yoksul olduğunu ispat etmesi hususunda olduğu gibi, üç şahidin bulunmasının gerekli olduğu belirtilmektedir. İnsanın mânevî şahsiyeti, iffeti, şeref ve haysiyetine yönelik bir suçlama olduğu için zina suçlamasında (kazf) dört şahit getirilmesi şart koşulmuştur. Bu konuda kişilerin kendi başlarına hareket etmemeleri, suçlu olduğuna kanaat getirdikleri kişileri kendilerinin cezalandırma cihetine gitmemeleri istenmiştir. Böylece ağır bir suçlama olan zina isnadında, kişiler güçlü bir şekilde korunarak, câhiliye örfünün yaygın uygulamasına göre özellikle zina iftirasında bulunulan kadınlara, yeterli araştırma ve şahit araştırması yapılmadan uygulanan ağır cezaların önüne geçilmiştir. Bu tür suçlamalarda iddiasını istenilen şekilde ispatlayamayanlara da iftira cezası öngörülmüş ve şahitliklerinin asla kabul edilmeyeceği bildirilmiştir. Böylece konunun ciddiyeti tekrar vurgulanarak insanların şeref, onur ve haysiyetlerinin yeterli şahitler bulunmadığı takdirde konu edilmemesi gerektiği ifade edilmiştir.
Diğer taraftan ciddi konularda şahitlik yaparak hayatlarını riske atan bazı insanlar da olabilir. Bu durumda da tarafların hedefi hâline gelme ihtimali bulunan kişiler için, “Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur.” (Bakara, 2/282.) buyuran Yüce Allah şahitlik yaparak hakkın ortaya çıkmasına katkı sağlayanların yetkililer tarafından korunması gerektiğini bildirmiştir.
Buraya kadar hukukî ve ahlâkî boyutlarıyla ele alınan konu şu açıdan da değerlendirilmelidir: Cebrail (as) insan suretinde gelip Peygamber Efendimize, “İslâm nedir?” sorusunu yönelttiğinde, Allah Resûlü, “Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Resûlü olduğuma şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekât vermek, ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.” şeklinde cevap vermişti. Burada şahitliğin, kabul etme ve benimseme ile birlikte bunu ikrar etme anlamına da geldiği görülmektedir. Bu anlamıyla şahitliğin birinci aşamasının üstlenmek, kabul etmek, ikinci aşamasının da o bilgiye göre hareket etmek, gücü nispetinde istenilen davranışları yerine getirmek olduğu anlaşılmaktadır. “Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz.” (Âl-i İmrân, 3/53) âyetinde de kabul ettikten sonra benimseme ve uygulama anlamına gelen imandan bahsedilmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de, “Böylece, sizler insanlara birer şahit olasınız ve Peygamber de size bir şahit olsun diye sizi mutedil bir ümmet yaptık...” (Bakara, 2/143) buyrularak, Hz. Peygamber’in insanlara şahit yani örnek olarak gönderildiği, müminlerin de insanlığa şahit yani örnek olduğu vurgulanmaktadır. Aynı şekilde, “Allah, sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi ki Peygamber size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız...” (Hac, 22/78.) âyetinde de Müslüman olmanın, özüyle, sözüyle, yaşantısıyla hakikatin şahitleri olmayı gerektirdiği vurgulanmaktır. Müslümanlar, gördükleri haksızlıkları önlemek için duyarlı ve sorumluluk sahibi şahitler, sergiledikleri tavır ve davranışlarla insanlara en güzel örneklerdir. Sorumluluk
sahibi şahitler oldukları için, müminlerden doğru şahitliklerini vefat eden din kardeşleri için de yapmaları istenmiştir. Zira onların cenaze namazında hüsn-i şehâdeti ile mevtanın âhiretteki makamı cennet olabilmektedir. Bütün bu açıklamalardan sonra şahitlik konusunda şu bilinçle hareket edilmelidir: “(Ey Muhammed!) Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku ve (ey insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi mutlaka görürüz. Ne yerde ne de gökte, zerre ağırlığınca (hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da yazılı)dır.” (Yûnus, 10/61)
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM
HİSSEMİZE DÜŞENLER
- Allah Resûlü (s.a.v) hakkın ve adaletin tesisinde şahitliğe çok önem vermiş, adaletin tesisi için şahitlik yapanı övmüş buna karşın zulme yani haksızlığa yol açacağı konusunda endişe ettiği hususlarda şahitlik yapmamıştır.
- Şahitlerin sorumluluğu sadece şahit oldukları olayı olduğu gibi resmetmeleri ile sınırlı değildir. Aynı zamanda şahitler, hakkı korumak, kollamak, zulme, gaspa ve haksızlığa meydan vermemekle de sorumludurlar. Allah Resûlü (s.a.v) yalancı şahitliğin de Allah’a ortak koşmaya denk bir suç olduğunu ifade buyurmuşlardır.
- Tanık olduğu meseleyi olduğu gibi anlatmayan veya başka bir yöne çeviren kişi haksızlığa kapı aralayacaktır. Haksızlığın yaygınlaşması ise güven kaybına ve kamu vicdanının zedelenmesine neden olacaktır. Diğer taraftan şahitler tanık oldukları veya şahitlik yapacakları meselede şahitliklerine göre hakkın tesis edileceği bilincinde olmalı ve bu sorumluluk anlayışı içerisinde hareket etmelidirler. Aksi takdirde Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) belirttiğine göre, büyük bir veballe yüz yüze kalacaklardır.
- Ciddi konularda şahitlik yaparak hayatlarını riske atan bazı insanlar da olabilir. Bu durumda da tarafların hedefi hâline gelme ihtimali bulunan kişiler için, "Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur." buyuran Yüce Allah (cc) şahitlik yaparak hakkın ortaya çıkmasına katkı sağlayanların yetkililer tarafından korunması gerektiğini bildirmiştir.
GÜNÜN AYETİ:
“Şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır...” (Bakara, 2/283.)
GÜNÜN HADİSİ:
Zeyd b. Hâlid el-Cühenî’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Şahitlerin en hayırlısını size bildireyim mi? Kendisinden talep edilmeden şahitlik yapan kişi.” (Müslim, Akdiye, 19)
GÜNÜN DUASI
“Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz.
BİR SORU & BİR CEVAP
SORU: Nikâhta şahitliğin hükmü nedir?
CEVAP: Nikâh akdinin geçerli olmasının şartlarından biri de nikâhın şahitler huzurunda akdedilmesidir. En az iki şahit bulunmadan kıyılan nikâh akdi geçerli değildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.); “…iki âdil şahit olmadıkça kıyılan nikâh (geçerli) olmaz.” (İbn Hibbân, es-Sahîh, 9/386 [4075]; bkz. Tirmizî, Nikâh, 15 [1104]) buyurarak nikâhtaki en önemli şartlardan birinin şahitlik olduğunu belirtmiştir. Nikâh akdinde şahitlerin; erkeğin şahidi ve kadının şahidi şeklinde bir ayrıma tabi tutulması şart değildir.
Hanefî âlimleri dışındaki müctehidler, şahitlerin ikisinin de erkek olmasını şart koşmuş, Hanefîler ise bir erkek ve iki kadının şahitliğini yeterli görmüşlerdir. Nikâhta şahitliğin şart koşulması aleniliği sağlamak ve yapılan evliliğe şaibe karışmasını önlemek içindir. Ayrıca şahitlerin Müslüman ve tam ehliyetli (temyiz gücüne sahip, âkil baliğ) olması gerekir. Şu kadar var ki evlenilecek kadın Ehl-i kitaptan biri ise şahitler de Ehl-i kitaptan olabilir (Merğinânî, el-Hidâye, 1/185-186).
KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: Şenol TURAN Din Hizmetleri Uzmanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.