SİZ HİÇ KADİR GECESİ PİLAVI YEDİNİZ Mİ ?
Beypazarı’nın henüz ticari bir metaya dönüşmeyip Anadolu’nun küçük bir kasabası olduğu; benimse avukatlığa başlamadan önce Ankara’da bir avukatlık bürosunda mesleği öğrenmeye çalışan bir hukuk öğrencisi olduğum dönemlerde, bir haciz vesilesi ile yolum buraya düşmüştü. Daha belediyenin destekleri ile buradaki eski ahşap evlerin yenice kireçle boyandığı zamanlardan bahsediyorum.
Yaz mevsiminin bunaltıcı bozkır havasında, o tarihlerde her şehrin makus talihi olan bozuk asfaltla kaplı kıvrım kıvrım yolları aşarak Beypazarı’na geldik, icra müdürü ile birlikte haciz mahaline gittik. Basit, sade, bildiğiniz bir Anadolu evi… Tipik bir Anadolu insanı karşıladı bizi, ailenin tamamı evde… Geliş sebebimizi anlattık, resmi prosedürü uyguladık.
Bu esnada borçlu sürekli yemek yememiz için sofra kurmaya çalışıyor, biz istemediğimizi beyan ettikçe de ısrarları artıyor.
En sonunda geliş sebebimizi yineleyerek bir ikramı kabul etmenin uygun düşmeyeceğini uygun bir dille anlatırken, bu kavruk tenli Anadolu insanı; “Oğlum görevinizi yine yapın, engel olan mı var, ama siz benim misafirimsiniz, bir ikramda bulunmadan bırakmam.” deyiverdi.
İste benim sonraki yıllarda memleketin değişik yörelerinde, değişik vesileler ile pek çok defa karşılaşacağım Anadolu insanı profili ile ilk tanışmam böyle oldu.
Neticede hacze gitmiştik ve bunun bilincinde olmasına rağmen, bu insanın yaratılış kodları bizi misafir olarak görüyor ve bir ev sahibi olarak bunun gereğini yerine getirmek için çabalıyordu…
Bu kodlar nesilden nesile, şehirden şehire geçe geçe, bize Orta Asya’da tarih sahnesine ilk çıktığımız günlerden kalan miraslardan biridir. Oğuz Kağan’dan başlamak üzere bütün destanlarda, kahramanlık hikâyelerinde, masallarda; derken Anadolu’da başta Dede Korkut hikâyeleri olmak üzere bütün yazılı ve sözlü kaynaklarda övünülerek anlatılan, müslüman olduktan sonra “Ensar” olmanın ve ensar olarak elindekini misafirinle paylaşmanın ne manâya geldiğini idrak eden Türk’ün misafirperverliği, âli cenaplığı Anadolu’nun ücra bir yerinde, hem de haciz yaptığımız bir evde karşımıza çıkıvermişti.
Bu olaydan seneler sonra, bir kadir gecesinde, Söğüt’ün Küre Köyü sınırlarında bir tepenin üzerinde bulunan Dursun Fakih Hazretlerinin türbesinde, etli bulgur pilavına kaşık sallarken, evet Beypazarı hâtıram aklıma gelmemişti ama, temelinde misafirperverlik ve yedirme içirme olan bu kodları daha iyi anlamıştım.
Dursun Fakih deyip geçmemek lâzım… Osmanlı Devleti’nin henüz kurulmadığı ancak Osman Bey’in yaptığı fetihlerle civarda ve Konya’da adından söz ettirmeye başladığı bir dönemde, Selçuklu Sultanı’nın gönderdiği hediyelerin bağımsızlığa izin niteliğinde olup olmadığı tartışılırken, bir nevi fetva vererek, bu hediyelerin ve yaşanılan sürecin bağımsızlık alameti olduğunu söyleyen ve Osman Bey adına ilk hutbeyi okuyarak o günkü şartlarda bağımsızlığı ilân eden bu zâttır. Ve âlim de olsa yaptığı eylem Selçuklu Sarayı’ndan bakıldığında bir isyandır, cezası da bellidir...
İşte bu mübarek zâtın türbesinin önünde ve manevi huzurunda, Küreliler, ne zaman başladığını kimsenin bilmediği bir geleneği devam ettiriyorlar. Kadir Gecesi Pilavı…
Önceleri, kadir gecesinde belirli evlerde toplanarak geceyi ibadetle geçiren kadınların, sahurda bir de yemek ile uğraşmamak ve daha fazla ibadete zaman ayırmak için hep birlikte pişirerek birlikte yedikleri bir adet iken, zaman içerisinde bütün köyün dahil olduğu bir organizasyona dönüşen, ardından bahsettiğimiz o misafirperverlik ve âli cenaplık kodlarının etkisiyle Küre’den taşan ve Söğüt’e yayılan bu gelenek; şimdi bütün Bilecik’i kaplamış durumda…
Hâlâ köylülerin imece usulü kazan kazan pişirdiği, başta bulguru ve eti olmak üzere içerisine konulan malzemelerin öncelikle hayırseverlerden toplandığı ve böylelikle şifalı olduğuna inanılan bu pilavın ünü son zamanlarda Bilecik’in geneline yayılmış durumda. Kadir gecesi teravihten sahura kadar pişirilen pilavlar gelen misafirlere “tepeleme” ikram edilmekte. Yaptığım araştırmada Küre dışında başka bir yerde benzerine rastlamadığım kadir gecesi pilavı, bende sanki Orta Asya Bozkırlarından gelen bir geleneğin devamıymış izlenimini doğuruyor.
İkram ettikçe çoğalan, çoğaldıkça misafiri artan bu gelenek, Beypazarı’nda hacze gittiğimiz evde bize ısrarla ikramda bulunmaya çalışan tipik Anadolu insanı profilinin Küre’de ete kemiğe bürünmüş bir örneğinin tezahüründen başka birşey değildir.
Ve evet, onca ısrar sonrasında ayıp olmasın diyerek içtiğimiz soğuk ayranın tadını, yıllar sonra Dursun Fakih Hazretlerinin manevi huzurunda etli bulgur pilavına kaşık sallarken aldığım da doğrudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.