VESVESE ŞEYTANIN TELKİNİ
Hz. Peygamber"in (sav) itikâfta olduğu gecelerden birinde, hanımı Safiyye validemiz yanına gelir. Efendimiz ile bir müddet konuştuktan sonra geri dönmek üzere kalkar. Hz. Peygamber (sav) de onu uğurlamak için kapıya çıkar. Tam bu esnada yanlarından Medineli iki sahâbî geçer. Efendimizi görünce hızlı bir şekilde yürümeye başlarlar. Hz. Peygamber (sav), onları çağırır ve “Bu kadın, Safiyye bnt. Huyey"dir.” buyurarak yanındaki kişinin hanımı olduğunu bildirir. Sahâbîler, Efendimizin bu davranışı karşısında, “Sübhânallâh” diyerek şaşkınlıklarını ifade ederler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “Şeytan, insanoğlunun içinde kanın dolaştığı gibi dolaşır. Doğrusu, şeytanın kalplerinize yanlış düşünceler getirmesinden endişe ettim.” (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11) buyurarak şeytanın daima insanın yanında bulunduğuna ve ona vesvese verdiğine işaret eder.
Hz. Peygamber bu uyarısıyla, gecenin karanlığında kimliği anlaşılamayan bir kadın hakkında karşısındakileri bilgilendirerek zihinlerinde oluşabilecek birtakım kötü düşüncelerin önünü almak istemişti. Gerek yaşanan bu hadise, gerekse Hz. Peygamber"in uyarısı, şeytanın vesvesesinin ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Nitekim şeytan insana öyle bir vesvese verir ki karşındaki kimse hakkında, peygamber dahi olsa, kişi şüphe duymaktan kendisini alamaz. İnsanın bu zaafını çok iyi bilen Peygamber Efendimiz de yanlış anlamalara mahal vermemek için hemen olaya müdahale etmiş ve şeytanı insanın vücudunda akıp duran kana benzeterek Müslümanları onun vesvesesine karşı uyarmıştır.
Vesvese; aslı ve temeli olmayan, gerçekle hiçbir alâkası bulunmayan evham, kuşku, kuruntu, tereddüt ve ihtimallerdir. Zihinde irade dışı belirmekte, kişiyi kötü ya da faydasız bir düşünce veya davranışa sevk etmektedir. Vesvese, genel olarak insanı din dışı davranışlara yönelten bir iç itilme olarak hissedilir. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı şeytandır. Şeytan, insanların zaaflarını kullanarak onlara hüzün, korku ve sıkıntı vermeye, aralarını açmaya, dinî meseleler hakkında kuşkuya düşürmeye çalışır. İnanan insanların Allah"ı inkâr etmelerini, kulluklarını yerine getirmemelerini ve kendisi gibi Allah"a isyankâr olmalarını ister. Nitekim Kur"ân-ı Kerîm"de, İblis"in, “Ey Rabbim! Madem ki sen beni rahmetinden uzaklaştırdın, ben de yeryüzünde kötülükleri kullarına güzel gösterip hepsini azdıracağım.” dediği bildirilmekte,(Hicr, 15/39-40.) verdiği vesvesenin ilk neticesi olarak da Hz. Âdem"in yasak meyveden yiyip dünyaya gönderildiği ifade edilmektedir.(Tâ-Hâ, 20/120-123.)
Kısacası vesvese, zihinlere kötü düşünceler gönderen şeytanın insanları etkileme yöntemlerinden birisidir. Nitekim Peygamberimiz, “İnsanoğluna şeytan da melek de yaklaşır. Şeytanın yaklaşması, onu kötülüğe götürmek ve ona hakkı yalanlatmaktır. Meleğin yaklaşması ise onu hayra götürmek ve ona hakkı doğrulatmaktır. Kim (vicdanında) bunu (hayra yönelmeyi) bulursa bunun Allah"tan olduğunu bilsin ve Allah"a hamdetsin. Kim de içinde diğerini (şeytanın vesvesesini) bulursa taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allah"a sığınsın!” buyurmuş, ardından, “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vaad eder. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.” (Bakara, 2/268.) âyetini okumuştur.(Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 2.)
Nefis, şeytanın vesveselerini kalp de meleğin ilhamını alıcı hassas birer merkezdir. Kalp daima iyi, güzel ve ebedî şeyleri istemektedir. Nefis ise şeytanın telkinlerine açık olarak kötü ve geçici şeylere meftundur. İnsanın asıl vazifesi nefis ve şeytan ile mücadele edip kalp ve ruhunun isteği doğrultusunda hareket ederek Allah"ın rızasını kazanmak ve ebedî hayatı elde etmektir.
Vesvesenin zararlı hâle gelmesi, akıldan geçen düşüncelerin zarar verdiğini düşünerek kalben ıstıraba düşmekle olur. Kişi, şeytanın işi olan vesvesenin kalpten geldiği kuşkusuna kapılır ve itikadına zarar verdiğini düşünür. Oysa şeytanın hilesi zayıftır(Nisâ, 4/76.) ve inananlar üzerinde bir yaptırım gücü de yoktur. Vesvesenin mahiyetini bilmeyen bir insan kuşkulanır, ne yapacağını bilemeyip telaşlanır, kalbinin ve imanının bozulduğu fikrine kapılır. Hâlbuki gerçek bunun tam tersidir. Şeytan çeşitli şekillerde insana vesvese vererek saptırmaya çalışsa da aslında verdiği bu vesveseler karşısında müminin direnç gösterip şeytana teslim olmaması, imanının kuvvetli olduğunun bir göstergesidir. Efendimiz, vesveseler karşısında telaşlanılmaması gerektiğini öğütlemiş, bu durumun imana bir zarar vermeyeceğini, bilakis bunun halis ve kuvvetli imanın bir belirtisi olduğunu vurgulamıştı. Diğer bir rivayette ise aynı soruya, “Şeytanın hilesini vesveseye çeviren Allah"a hamdolsun.” şeklinde karşılık vermişti.(Ebû Dâvûd, Edeb, 108.) Çünkü şeytan, saptırmaktan ümidini kestiği, âciz kaldığı kişiyi vesvese ile meşgul etmekten başka bir çare bulamamaktaydı. Vesveseye maruz kalan kişi, Allah"a olan sağlam imanı ve iradesi ile şeytanın tuzağına düşüp günah işlemekten kurtulmuş, böylece şeytana, vesvese vermekten başka bir silah bırakmamıştır.
Şeytanın başta iman esasları olmak üzere temizlik, ibadet, helâl şeylerden kaçınılması, haramların işlenmesi gibi konularda birçok telkini vardır. Bütün gayreti, inanan kimseleri günaha düşürmek ve neticede imandan çıkartmaktır. Şeytanın tüm tuzaklarının asıl gayesi ve hedefi, bütün gayretinin odaklandığı nokta, insana Allah"ı inkâr ettirmek ve onun Allah"a ve Resûlü"ne isyan etmesini sağlamaktır. Bu bakımdan şeytanın müminlere en çok vesvese verdiği nokta da yine iman ile ilgili hususlardaki telkinleridir. Nitekim şeytanın insana telkin ettiği vesveselerden bazıları, Allah"ın zâtı ve sıfatları hakkında düşünülmesi ve söylenilmesi iyi olmayan hatta insanı şirke götürebilecek düşüncelerdir. Mücerret hakikatleri ve metafizik gerçekleri tam mânâsıyla kavrayamayan ve idrak edemeyen birçok insan, çoğu zaman şeytanın bu tür vesveselerine maruz kalmaktadır. Meselâ, şeytan, “Allah"ı kim yarattı?” sorusunu insanın zihnine telkin ederek insanları Allah"ın varlığı konusunda birtakım tereddütlere sevk etmektedir. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz, “Sizden herhangi birinize şeytan gelir ve "Şunu böyle kim yarattı? (Şunu) böyle kim yarattı?" en sonunda, "Rabbini kim yarattı?" diye sorar(ak sürekli vesvese verir). İşbu raddeye gelince o kişi derhâl (şeytandan) Allah"a sığınsın ve (vesvesesine) hemen son versin!” buyurmuştur.(Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11.)
Her türlü kötülük ve çirkinliğin kaynağı olan şeytandan korunmak, ancak Allah"a sığınmakla, O"nun koruması ve gözetimi altına girmekle mümkün olabilir. Yüce Rabbimiz, “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni ayartmaya çalışırsa hemen Allah"a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Fussilet, 41/36.) buyurarak şeytanın çeşitli vesveselerine karşı kendisine sığınılmasını tavsiye etmekte ve bunun vesveseyi gidereceğini ifade etmektedir: “Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse hemen Allah"a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Şüphe yok ki Allah"a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhâl Allah"ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar.” (A’râf, 7/200-201.)
Yüce Rabbimiz kullarına şeytana karşı kendisine nasıl sığınmaları gerektiğini de öğretmektedir: “De ki: Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.” (Mü’minûn, 23/97-98.) Hatta bu konuda “Muavvizeteyn” olarak bilinen Felâk ve Nâs sûrelerini de göndermiştir:
“De ki: Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”(Felâk, 113/1-5.)
“De ki: Cinlerden ve insanlardan, insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların melikine, insanların ilâhına sığınırım.”(Nâs, 114/1-6.)
Peygamber Efendimiz bu iki sûreyi her gün düzenli olarak yatmadan önce okuyarak Allah"a sığınmayı prensip edinmişti. Ayrıca bu iki sûre hakkında, “İnsanlar bu iki duadan daha faziletli başka bir dua ile Allah"a sığınmış olmazlar.” (Nesâî, İstiâze, 1.) buyurmuş ve her namazdan sonra okunmasını tavsiye etmişti.
Şeytanın vesveselerine karşı Rabbine sığınan kişi, “Ben Allah"a ve O"nun peygamberlerine iman ettim.” diyerek şeytanın oyunlarına karşı kendini savunmalıdır. Nitekim Peygamberimiz (sav) vesveselere karşı, “De ki: O, Allah birdir. Allah Samed"dir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O"na denk ve benzer değildir.” mealindeki İhlâs sûresinin okunmasını tavsiye etmiştir.(Ebû Dâvûd, Sünnet, 18.)
Şeytanın vesvese verdiği konulardan birisi de temizliktir. Hz. Peygamber (sav), abdest alırken insana vesvese veren “Velehân” isimli özel bir şeytanın bulunduğunu haber vermektedir. Bu şeytan, çeşitli şekillerde, abdestin tamam olup olmadığı konusunda insana vesvese aşılar. Bu vesveselerden kurtulmanın yolu Efendimizin abdest almayı tarif ettiği hadisinde açıkça görülmektedir. O, abdestin nasıl alınacağı kendisine sorulduğunda, azaların üçer kere yıkanması gerektiğini göstermiş ve “İşte abdest budur; kim üçten fazla yıkarsa kötü etmiş, haddi aşmış veya zulmetmiş olur.” buyurmuştur.(İbn Mâce, Tahâret, 48)
İnsan, abdest alırken birtakım vesveselerle karşılaştığı gibi abdestini muhafaza ederken de şeytanın vesveselerine maruz kalır. Bazen abdestli kişinin bağırsaklarında bir hareketlenme meydana gelir ve “Acaba yellenme mi oldu?” diye tereddüt eder, abdesti konusunda şüpheye düşer; namaz kılmakta ise çoğu zaman namazını bırakır gider. Peygamber (sav) böyle bir hareketlenmeyi şeytanın vesvesesi olarak nitelendirmiştir. Nitekim namazda iken abdesti bozulmuş gibi hisseden bir kimseden bahsedilince Resûlullah (sav), böyle bir insanın bir ses işitip koku duymadıkça namazı terk etmemesini söylemiştir.(Buhârî, Vudû’, 4)
Bazı kişilerde görülen bir vesvese şekli de banyoda haddinden fazla kalınarak aşırı su israfı yapılmasıdır. Bu tür vesveseden kurtulmanın çaresi Allah Resûlü"nün gusül abdesti ile ilgili uygulamalarını dikkate almaktan geçer. Onun uygulamalarına bakıldığında vücudunun tamamını ıslatmaya yetecek az bir miktarda su ile guslettiği görülmektedir. Peygamber Efendimiz gusül esnasında saçları gür olmasına rağmen üç avuç su alır ve başının üzerinden vücuduna dökerek guslederdi. Efendimizin gusülde kullandığı su miktarı abdestte kullandığı su miktarının ancak üç beş katı kadardı. Onun bu uygulaması, guslün kabulü için az miktardaki suyun bile yeterli olduğunu göstermektedir. Nebevî uygulamayı görmezden gelerek, “Guslüm kabul olmaz!” endişesiyle aşırı su kullanmak ise tıpkı abdestte olduğu gibi hem israf, hem de kişi için bir vebal olacaktır.
Banyo yapılan yere küçük abdest bozmanın kişide vesveseye yol açacağını bildiren bazı rivayetler de bulunmaktadır.(Ebû Dâvûd, Tahâret, 15) Bu rivayetler açıklanırken, banyo yapılan yere küçük abdest bozulduğunda, yıkanan kişinin üzerine sıçrama ihtimalinden kurtulmanın mümkün olmadığına, böyle bir ihtimalin ise gayet rahatsız edici ve vesvese uyandırıcı olduğuna dikkat çekilmiştir.(Süyûtî, Ta’lîkun alâ Süneni Nesâî, I, 35-36.)
İnsanın vesveseye maruz kaldığı durumlardan birisi de namazdır. Namazla ilgili olarak şeytanın telkin ettiği vesveseler; namazda şaşırma, kabul olmaz endişesiyle defalarca tekrar kılma, namazın sıhhatine zarar vermeyecek küçük hataları büyütme gibi çeşitli şekillerde neticelenebilir. Şeytanın namaz içerisinde insana verdiği telkinlerinden korunmak için bazı tedbirler alınabilir. Bunlar, aynı zamanda namazda huşûun temini açısından gerekli önlemlerdir. Peygamber Efendimiz, namazda huşûun sağlanması konusunda öncelikle namaza duran kimsenin dünyevî kaygılardan zihnini arındırmasını ve kılınan namazların, dış dünyadan alâkayı tamamen kestiren bir namaz gibi kılınmasını tavsiye etmiş, namazdaki huşûu bozacağı düşüncesiyle resim gibi dikkati dağıtabilecek şeylere karşı namaz kılınmasını, sofra kurulmuş iken aç karınla, tuvalete gitme ihtiyacı var iken, uykulu bir vaziyette namaza durulmasını ve namazda esnenmesini hoş karşılamamıştır. Ayrıca namaz kılanın dikkatinin dağılmaması için önünden geçilmemesini, namaz kılanın da önüne bir engel (sütre) koymasını istemiştir. Yine mescide giderken vakarlı, rahat bir şekilde ve zamanında gidilmesi, aceleci davranılmaması da namazdaki huşûu sağlamak için alınan tedbirlerdir.
Namazdaki vesveselere karşı alınabilecek diğer bir önlem de namazları mümkün olduğunca cemaatle kılmaktır. Nitekim Peygamber Efendimizin, “Köy veya kır (her nerede olursa olsun) üç kişi bir araya gelir de namaz kılmazlarsa şeytan onları alt eder. Aman sen cemaate devam et, çünkü sürüden ayrılanı kurt kapar!” (Ebû Dâvûd, Salât, 46) sözleri, namazı topluca kılmaktan ayrılan kimsenin şeytanın telkinlerine daha çok maruz kalacağını göstermektedir.
Şeytanın namazda insana musallat olup onu şaşırtması, insana verdiği vesveselerin bir sonucudur. Şeytanın namaz kılan kimseleri akıllarına çeşitli dünyalık düşünceler getirmek suretiyle yanıltması hadisesini Hz. Peygamber (sav) şu sözleri ile anlatmıştır: “Namaz için ezan okunduğu zaman şeytan, ezanı duymamak için arkasını dönüp ses çıkara çıkara süratle uzaklaşır. Ezan bitince geri döner gelir. Kâmet okunmaya başlanınca tekrar kaçar; kâmet bitince döner. İnsanın kafasına girip ona aklında olmayan şeyleri hatırlatır ve insan kaç rekât kıldığını bilmez hâle gelir.” (Buhârî, Ezân, 4) Allah Resûlü yalnızca şeytanın insanı ne şekilde şaşırttığını anlatmakla kalmaz; bu durum karşısında şeytanın vesvesesine mâruz kalan kimsenin ne yapması gerektiğini de açıklar: “Şüphesiz şeytan âdemoğlu ile kalbi arasına girer ve kişi kaç rekât kıldığını bilemez. İşte, kaç rekât; üç mü, yoksa dört mü kıldığını hatırlayamayan kimse (tahiyyâta) oturduğunda iki defa secde etsin.” (Buhârî, Sehiv, 6) Bu secdeler, eğer namaz eksik kalmışsa namazın tamamlanmasını sağlar. Tam kılınmışsa şeytan telkinleri ile amacına ulaşamadığı için öfkesinden çatlayacak hâle gelir.
Şeytan, insan karşısında çok güçlü bir varlık değildir. Nitekim Kur"ân-ı Kerîm"de şeytanın hilesinin zayıf olduğu, özellikle iman edenler ve Allah"a güvenenler üzerinde hiçbir otoritesinin bulunmadığı ifade edildikten sonra, onun gücünün ancak kendisini dost edinenler ve Allah"a ortak koşanlar üzerinde bir etkisi olabileceği belirtilmiştir. Şeytanın hilesi, kalbe önce hatıra olarak gelir sonra sırasıyla meyil, azim ve kasta dönüşür. Meyilde eylem yokken azim ve kasıtta iradenin devreye girmesi söz konusudur. Kişi, iradesini kullanarak bu vesveseyi azim ve kasta, ardından da eyleme dönüştürünce sorumlu olmaktadır. İrade devreye girmezse ve düşünce sadece vesvese düzeyinde kalırsa sorumluluk söz konusu değildir.
Vesvese, âdeta musibete benzeyen mânevî bir hastalıktır; aşırı önemsenirse büyür, küçük görülürse küçülür, kaybolur gider. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, dal budak salar, insanın bütün zihin dünyasını kaplar. Önem verilmezse kaybolur, hiçbir etkisi kalmaz. Kaynağı ve mahiyeti bilinirse kaybolur, bilinmezse kalbe yerleşir ve etkisini gösterir. Bu bakımdan vesvese geldiği zaman üzerinde durmamak gerekir; o zaman düşüncemizden geçer gider.
Kaynak: Hadislerle İslam (DİB Yayınları)
Hazırlayan: Ümmühan BAYRAKÇI Bilecik Müftülüğü İl Vaizi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.