BATI HAYRANLIĞI VE DEVŞİRME KAFALAR
Geçtiğimiz haftanın ana gündem maddelerinden biri Aslantepe spor tesislerinin açılması sırasında, bir kısım Galatasaray seyircisinin başbakanı protesto etmesi idi. Protestonun gerekçesi, zemini, haklı veya haksızlığı ayrı bir mesele olmakla birlikte, aklı başında hiç kimse tarafından tasvip edilmediğini belirtmek isterim.
Fakat benim bu vesileyle üzerinde durmak istediğim konu, bu mesele üzerinden yürütülen tartışmalar sırasında dikkatimi çeken bir nokta üzerinde imali fikir etmektir. Televizyon kanallarından birinde “uzman” ve “bilmiş” tavırlarıyla dikkat çeken iletişim profesörü bir zatın değerlendirme tarzı, kendi zihniyetini ele vermesi bakımından ilginçti.
Kendileri “yansız” ve sadece teknik bir meseleyi dile getiren bir uzman tavrıyla başbakanı eleştirirken, bir konunun altını özellikle vurguladı. “O Galatasaray ki…” şeklinde başlayan cümlelerini, “…orası Batılaşma hareketlerinin en kritik, en can alıcı odaklarından biridir ve oraya dil uzatmak, Türkiye’nin modernleşme çizgisine karşı çıkmaktır!” şeklinde devam ettirdi.
Beyefendinin Batılılaşmanın merkezi dediği bu mektep, eski adıyla “mekteb-i Sultanî” Türkiye’ye Fransız ekolünü getiren ve Türk kültürü değil, Fransız kültürünü yerleştirmeye çalışan bir mekteptir. Aynen Robert kolej ve benzerleri gibi, Batı sömürgeciliğinin ileri karakolları olarak ülkemizde misyonerlik de dâhil olmak üzere her konuda faaliyet gösteren bu okullardan mezun olanların şimdi nerelerde ve kimler hesabına çalıştıkları pekâlâ biliniyor.
Modernleşmeyle Batılılaşmanın farkını bilemeyecek kadar sosyal bilimlerden gafil olan bu zevatın, kendi gerçekliğinden hareketle Türk modernleşmesini inşa etmek isteyen yerli aydınlardan rahatsız olması kadar doğal bir şey olamaz. Bunlar beyaz adamın kendinden farklı olanları aşağılamak için kullandığı “yerliler” kavramını sevmezler. Ama ben ve benim gibi özbeöz Türk mayasından gelenler tabiatları icabı yerliyi severler.
Uzun süreden beri bu yarı aydın yarı sömürge aydını psikozundaki bu zevat, devlet dışı alanda icra edilen modernleşme gayretlerini, kontrol dışı bir modernleşme şeklinde algılamaktadır. Modernleşme olacaksa, onların istediği gibi olmalı, ya da hiç olmamalıdır. Fakat bu beyler, halkın artan taleplerine cevap verecek yeni ufuklar açma konusunda kendi yetersizliklerini göremedikleri gibi, bu konuda yeni şeyler üretenleri de anlama kapasitesinden yoksun bulunuyorlar. Sonra da hiç hicap duymadan, televizyon ekranlarından ahkâm kesiyorlar.
Bu arada o statta yapılan protestoya karşı verilen tepkinin de gittikçe şirazesinden çıktığını belirtmek isterim. Evet, ev sahibi bir takımın Türkiye Cumhuriyetinin başbakanına, hem de kendi evinde, o tarz bir karşılama yapması doğru değildir, ama bunu abartarak işi dalkavukluğa götürmek de bir o kadar yanlıştır. Burası demokratik bir ülkedir ve herkes şiddet kullanmamak ve kişisel hakarete varmamak kaydıyla dilediği kimseyi eleştirebilir ve tepkisini gösterebilir.
Türkiye içine girdiği yeni bir sürecin sancılarını yaşıyor. Memlekette güzel şeyler olurken, bunlara paralel biçimde demokrasi kültürünün yeterince geliştiğini söylemek zor görünüyor. Yazının baş tarafında temas ettiğim malum zevatın melankoliyle karışık narsizmi anlaşılmakla birlikte, henüz yerli aydınların bunların bıraktığı boşluğu dolduracak yeterliliğe ulaşabildiği de söylenemez.
Umut verici olan, bu istikamette alınan olumlu mesafedir. Bendeniz bu mesafenin zaman içinde kapatılacağı ve meselelerin daha soğukkanlı biçimde ele alınacağı kanaatini korumaya devam ediyorum. Dağ ne kadar yüce olursa olsun, yol onu aşar. Yol aşılacaktır, bundan hiç şüpheniz olmasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.