Binlerce yıldır Avrupa'nın kalbindeki Türk varlığı
Dil bilimi tarihin tamamlayıcı bir unsurudur. Kelimelerin kökenleri ve taşıdıkları anlamlar bir heykel, bir yapıt bir maddi bulgu kadar hatta onlardan bile daha önemlidir. Günümüzde gelişen teknoloji sayesinde küçük bir metal parçadan bile kaç yıllık olduğu, o zaman kullanılan teknolojiler, objenin nerelerde hangi amaçlarla kullanıldığı gibi birçok soru cevaplanabilmektedir. Benzer şekilde kelimeler de bize insanlık tarihi hakkında detaylı bilgiler sunmaktadır. Bu kapsamla bilim dünyası yanında günlük hayatta da pek dikkatimizi çekmeyen bir konuya değinmek istiyorum. Konunun dikkatimi çekmesinin kökenleri iki farklı yaşanmışlığa dayanmaktadır. Birincisi onurla icra ettiğim ilk mesleğim esnasında gerçekleşmiştir. Askerlerime eğitimin bir parçası olan yurt sevgisi eğitiminde ders verirken yararlandığın kaynaklardan birisi dikkatimi çekmiştir. Atatürk geleceğimizin teminatı gençlerimize nasıl “Gençliğe Hitabı” bıraktıysa ordusuna da benzer bir mesaj bırakmıştır. Atatürk cumhuriyetin 15. yılında Türk Ordusuna yayınladığı mesajın girişi “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu” ile başlamaktadır. Rivayet, hamaset ile değil çok derin bir bilgi hazinesinin ifadesi olan bu girişi anlayabilmem onlarca yıl ve sayısız kitap okuması ile yükselen şuur seviyesi ile mümkün olabilmiştir.
İkinci yaşanmışlık ise 1998 yılında Avrupa’ya uçuş esnasında yaptığım bir gözlem olmuştur. Uçak Bulgaristan topraklarını terk ettikten, Macaristan ovasını geçtikten sonra Almanya ovalarına varıncaya kadar büyük bir dağ silsilesini geçmek zorunda idi. Avrupa’nın kalbinde birçok ülkenin sınırlarını kapsayan dağların adını bilmeme rağmen nedeni önceden hiç dikkatimi çekmemişti. Alp Dağları Avrupa’nın ortasında sayılabilecek 800 km’den fazla uzunluğa ve 200 km’den fazla genişliğe sahiptir. Romanya’nın batı sınırlarındaki Karpat uzantılarından Fransa’nın içlerine kadar geniş bir alanı kapsayan Alp Dağları Avrupa’nın en heybetli coğrafi yapısıdır. Alp dağları Avrupa’nın merkezinde birçok ülkenin sınırları içerisinde yer almaktadır. İsviçre gibi ülkelerin tamamını kapsamasının yanında diğer birçok ülkenin topraklarının önemli bir kısmını işgal etmektedir.
Avrupa’nın kalpgâhı diyeceğimiz bu dağların ismi bir tesadüf müdür yoksa yaşayan bir tarihin temsilcisi, derin bir tarihi gerçeğin günümüze ulaşan canlı kanıtı mıdır? Hala “Alp” adı nasıl yaşamaktadır? Cevabı bulabilmek için kelimenin etimolojik kökenlerine inmemiz gerekmektedir. Alp kelimesinin etimolojik kökenleri hakkında yapılan en değerli çalışma yaklaşık bir asır önce yapılmıştır. Batılı antropologların araştırmaları ile başlayan çalışmalar ülkemizde de karşılığını bulmuştur. Belleten dergisinin ilk sayısında Prof. H. Reşit Tankut tarafından “ALP KELİMESİNİN” tarihi kökenleri kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Yazar yaşayan Avrupa dillerindeki Alp kelimesinin kökenlerini incelediğinde altı anlamda kullanıldığını tespit etmiştir. Alp kelimesinin Avrupa dillerindeki müşterek kullanımı; 1.Dağ kümesi, ada, dağ, (dağ adamı, parlak ve granit kitleleriyle örtülmüş demir dağ), 2. Cesaret, kahramanlık, yiğitleri vasfeden isim, 3. Yüksek dağlarda mer'a, (yüksek yerlerde mer'a), 4 Beyaz ışık, parlak (tebeşir dağı, beyaz memleket, beyaz toprak, beyaz kum, kuğu kuşu, yalnız dağ, beyaz su), 5. Hayal, peri (güzel kızlarda ve kahraman erkeklere mahsus isimler), 6. Cin, fena ruh, kâbus (mahir, sanatkâr, cadı, hortlak, ateş alevinin görünüşü, gulyabani, şeriri ruh, albastı). Yazar manaların hepsinde bir bolluk, çokluk, keskinlik ve ekstremite gösterdiğini belirtmektedir. Etrüskçe, Latince, Almanca, Grekçe, Farsça yanında Roma ve Kelt kaynaklarında da sıklıkla yer alan Alp kelimesi türevleri derin bir tarih ve geniş bir coğrafyada hüküm sürmüştür.
Avrupa coğrafyası ve tarihinde böylesine derin izleri bulunan kelimenin Türk coğrafyası ve kökenine baktığımızda ulaştığımız sonuçlar Avrupa’dan farklı değildir. Türklerdeki Alp kullanımı da neredeyse bire bir aynıdır. Etimolojik olarak kelime, “ağ” “el” “al” “ağ kökeninden gelmektedir. Kelimenin yaşadığı bir diğer dil alanı da Arapça ve Grekçedir. Her iki dilde de kelimenin yaşayan karşılıkları bulunmaktadır. Arapçada “Elife/Elif” Grekçede “Alfada” aynı anlamda kullanılmaktadır. Günümüzde Elif harfinin tarihsel köklerini/Egelifeğ etimolojik olarak incelediğimizde konu daha da aydınlanmaktadır. Elife - elif = eğ + el + ef + iğ. Eğ: Ana kök olarak bize ışık, ziya, zekâ, El: Çok geniş ve çok bol bir saha ve varlık, İf: Bu geniş ve hudutsuz anlamını temsil eden süje veya objedir ve Eğ de manayı tamamlayıp, isimlendirir. Kısacası “Egelifeğ” ve bir morfolojik şekli ile “Elif” çok geniş bir ışığın, kuvvet ve kudretin bir nurun tam manası ile sahibi olan bir süjenin adıdır. Sembolik olarak bir baktığımızda günümüz Arap alfabesinin ilk harfi olan elif düz bir çizgi, dikey yukarıyı gösteren bir formdadır. Arapçadaki bu hususun nedenlerini anlayabilmek için binlerce yıl öncesi medeniyetlerin kelime yapılarına bakmamız gerekmektedir. Bugün Arapça olarak bildiğimiz birçok kelimenin kökenlerine ait araştırmalar erken cumhuriyet döneminde kitaplaştırılmıştır. Detaylar bu kitap yanında o dönemde yapılan tarih kongrelerinden de öğrenilebilir. Biz Ahilik konusunda yaptığımız bir çalışmada Sümercedeki sözlük incelememizde ilginç bulgulara ulaşmıştık.
Yazıyı okuduğumuzda aklımıza şu soru gelebilir. Alp kavramı Avrupa’nın ortasından mı dünyaya yayıldı, yoksa başka bir merkezden mi Avrupa’ya geldi? Bu ismi kimler koydu? Sorumuzun cevabı son derece basittir. Alp kelimesinin tarihi manasında yaşadığı tek millet Türk milletidir. Kelimenin türevleri aynı anlamda diğer medeniyetlerde de uzun süre kullanılmıştır. Soruyu daha sade bir şekilde cevaplamak istersek arkeolojik bulguya göz atmamız yeterlidir. Alp dağlarında bulunan tarihi bir şahsiyet olan, günümüze kadar bozulmadan gelen “Buz Adam” bize cevabı çok net olarak vermektedir. Yapılan analizlerde buz adamın gen kaynağı bugünkü Uygur coğrafyasıdır. Zaten Batılı tarihçi ve antropologlar da Avrupa milletlerinin ve tarihinin kökenlerini, buz çağını atlatabilen az sayıdaki yerliler ile mümbit Asya topraklarından gelen ileri bir medeniyete sahip toplulukların karışımı olarak ifade etmişlerdir. Üzücü olan husus, konunun tamamen bize özel olmasına rağmen ilk çalışmaların bizden çıkmamasıdır.
Binlerce yıllık tarihe ve çok geniş bir coğrafyaya baktığımızda kökeni Türkçe olan Alp kelimesi, derin anlamların karşılığı olmuştur. Alp kelimesi yüceliğin, yüksek değerlerin, cesaret ve kahramanlığı ötesinde bu yüksek sıfatların toplandığı inancın bir ifadesi olmuştur. Kökeni Türkçe olan Alp kelimesi günümüz inanç sistemlerinin tarihi, etimolojik kaynaklarından birisidir. Bu nedenle, ailemizin bir ferdinin ismini, bu değerleri, taşıyan, onlara sahip çıkan, bu bilinci temsil eden birisi olması dileğiyle koydum. İlginizi çekecek yeni bir konu ve yazıda buluşmak dileğiyle.
Not: Bu çalışmaları başlatan objektiflikten sapmamayı düstur kabul eden, doğruları açıkça yazan yabancı tarihçilere, onların çalışmaları inceleyip ülkemizde de bilinmesi, öğrenilmesini sağlayacak çalışmaları başlatan Mustafa Kemal ATATÜRK’e ve Alp konusu özelinde değerli çalışalar yapan Prof. H. Reşit Tankut şahsında tüm bilim insanlarına bir kez daha şükranlarımızı sunarız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.