BİR KEZ YAŞAYACAĞINI NE ZAMAN FARK EDECEKSİN?
Sevgili okuyucularım, yazılarıma uzun bir süre ara verdiğimin farkındayım. Keşke yaşadığım hayatın da farkında olabilseydim. İçinde bulunduğum anın, saatin, günün, yılların da farkına varabilseydim. Zaman hızla akıp geçiyor. Her geçen gün, sona biraz daha yaklaşıyorum. Geriye dönüp baktığımda da zayi olmuş yılların, değerlendirilememiş ömrün üzüntüsü, gamı ve kederi içinde kıvranıyorum.
Hayat defterinin yapraklarını karıştırıyorum. İyililik, güzellik ve başarılarla dolu olmasını istiyorum. Ömür sermayesinin muhasebesini yapıyorum. Kârımın zararımı mağlup edeceğini temenni ediyorum. Heyecanlanıyorum, ümitleniyorum ama eyvahlar, keşkelerden başka bir söz terennüm edemiyorum.
Hâlbuki böyle mi olmalıydı?
Yokken var olmuştum, bu öyle bir varoluştu ki, hiç hak etmediğim halde “en şerefliler” zümresine dâhil edilmiştim. Yani insandım. Yani hayvanatın bir ferdi, nebatatın bir cinsi, cemadatın bir nevi değildim. Ama ben kendimi tanımadan tüketmekteydim hayatı. Tanınması gerekeni bilmeden bitirmekteydim yaşamı.
Tanınmaya ve bilinmeye en layık olana hakkını vererek bir teşekkür bile etmemiştim. Şükran-ı nimet içinde değil küfran-ı nimet içindeydim. Tüm bunlara rağmen bolluk ve bereket okyanusu içinde yüzmüştüm. Vücut nimetim tamdı. Görebilmenin, duyabilmenin, tadabilmenin, yürüyebilmenin, alabildiğim ve verebildiğim nefesin, eşsiz kıymetini fark edememiştim. Cennet bir ülkenin sakiniydim, aziz bir milletin mensubuydum, harika bir ailem, annem, babam, akrabalarım ve arkadaşlarım vardı. Onların varlığının eşsiz bir değer olduğunu da anlayamamıştım.
Öte yandan hep ötelemiştim, ertelemiştim yapılması gerekenleri, planları, hayatı. Ertelemenin helak edici olduğunu bile bile yapmıştım bunları. Gafil insanlara mahsusu olan “bugün beklesin yarın yaparım” düşüncesiyle aldatmıştım kendimi. Bilmeliydim ki, bugün dünün yarınıydı. Bugün yapmadığımı acaba yarın yapabilir miydim? Netice hep koskoca bir yarınlar ve yarımlar harmanıydı.
Nefsimin hoşlandığı şeylere tamah etmiştim. Dünyanın ve dünyalığın peşine düşmüştüm. Efendi olmak için, Bey olmak için. Ama neticede kıymetsiz şeylere kul olmuştum. Efendi olmak isterken köle olmuştum. Efendiliğin, gerçek efendiye köle olmakla mümkün olacağını, teferruattan vazgeçmenin özgürlük olduğunu idrak edememiştim.
Şimdilerde anladığım tek şey var o da hiçbir şey anlamadığım. Fark ettiğim bir şey var, o da farkında bir hayat yaşamadığım. Hayatı şuuruna ve sırrına eremeden hoyratça yaşadığım.
Oysaki bir hayat kaç kez yaşanırdı? Cevap sorunun içindeydi. Öyleyse bir kez yaşayacağım hayatı “biricik” yaşamalıydım. Özenle, düzenle yaşamalıydım. Ahenkli ve estetize edilmiş bir hayat sürmeliydim. Ömür defterimin yaprakları dolu olmalıydı. Bir kez yaşayacağım hayatı israf etmemeliydim. Bu dünyada bir iz, bir nakış, bir imza, bir eser bırakmalıydım. Bir defa yaşayacağım hayatı nezaket, zarafet ve letafet üzere yaşamalıydım. Hülasa adam gibi yaşamalıydım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.