ABDULKADİR İLGEN

ABDULKADİR İLGEN

ÇALIŞMA ETİĞİ

ÇALIŞMA ETİĞİ

 

Uzun yıllardır Birleşik Devletlerde ikamet eden ünlü bir Türk düşünür, kendisiyle yapılan bir mülakatta çok önemli bir noktaya parmak basıyor. “Benim” diyor, “Amerikan toplumuyla ilişkim, genelde, sağlık kurumlarıyla kurduğum temaslarla sınırlı. Fakat burada gördüğüm iş ahlakı ve yaptığı işe saygı, diğer sektörlerde de aynı biçimde işliyorsa, bu durum, bu ülkenin neden süper güç olduğunun da açık bir kanıtıdır.”

Bendeniz yaptığı işe olan saygının aynısını, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde de müşahede ettim. İşin enteresan tarafı, üniversitede “iş etiği” çalışan ve bunun üzerine akademik çalışmalar yapan biriyle ilgili bir anekdot, bizim bu konuda ne kadar geride olduğumuzu göstermesi bakımından bir kıstas oluşturabilir.

Büyük kentlerimizdeki önemli bir üniversiteye giden bu akademisyen, orada alacağı ücretle geçinmenin çok zor olduğuna temasla, “ama bunun çok da büyük bir önemi yok, zaten orada bütün dersleri asistanlar veriyor, çoğu da dışarıda iş yapıyor.” diyerek, oraya “işini yapmak” için değil, yapacağı ek işlerle daha fazla para kazanmak için gittiğinin de işaretini veriyor.

Burada üzerinde durulması gereken esas nokta, “iş etiği” üzerinde mürekkep tüketen birinin, bireysel pratiğinde içselleştirmediği bir konuda kalem oynatması ve bu konuyu meslek edinmesi. İşin kitabını yazanın durumu bu. Diğer sektörlerde iş yapanların durumunu siz mukayese edebilirsiniz.

Yapılan işe saygıyla kendine saygı arasında doğrudan bir ilişki var. Bizim üniversitenin şimdiki rektör yardımcılarından biriyle yaptığım bir görüşme esnasında, iş ahlâkıyla ilgili bir hatırasını nakletmişti. Kendisi İngiltere’de doktora çalışmaları yaptığı bir esnada, yaptığı bir çalışmayı, yayımlanmak üzere uluslar arası akreditesi düşük bir dergiye gönderiyor.

Bunu duyan hocası, “olmaz” diyor, “isminin orada görünmesi, senin akademik saygınlığına, daha da önemlisi, adının marka değerine zarar verir” mealinde bir tepki koyuyor. Kişinin kendi ismine saygı duyması, onu rencide edecek en ufak bir davranıştan kaçınması; aklıma, firmaların halkla ilişkiler stratejisinde “marka” mı satacağız, yoksa “ürün” mü şeklindeki vazgeçilmez prensibini getiriyor.

Aynı duyarlılık ya da duyarsızlığın benzerlerini, piyasada iş yapan firma ve iş yerlerinin çoğunda görebiliyoruz. Bir yanda, bu şartlarda bu işi yapamayız, bunun olması için, ilave olarak şu-şu harcamaların da yapılması gerekir diyen bir hassasiyetin yanında, olur, merak etmeyin, bir şekilde hallederiz diye vaziyeti idare eden meslek sahiplerine rastlayabiliyoruz.

Bütün bunların ahlakî dekorunu oluşturan zihniyet yapısının arkasındaki felsefî, estetik ve iktisadî dünya görüşünün temelleri, bana çok daha önemli geliyor. Hatta bunu ontolojik, yani yaratılışla ilgili çok daha derin bir felsefî temele indirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Allah güzeldir, güzeli sever şeklindeki geleneğin büyük çizgisi, bu hususta da yolumuzu aydınlatabilir.

Yapılan her işte “yaratılış ve yaratma” kelimeleriyle aynı kökten gelen “ahlâk” kavramını, kavramın nesebiyle ilişkilendirerek doğru bir zemine oturtabilsek ve ona göre bir hareket tarzı belirleyebilseydik, davranışlarımızı çok daha sağlıklı bir zemine sabitleyebilirdik.

Allah ahlâkıyla ahlâklanma denilen şeyin meslek hayatımıza yansıması, Max Weber ve hatta Arnold Toynbee’nin eserlerinde felsefî bir temele oturtulur. Bizde “pazarlama” ve “iş etiği” çalışan akademisyenlerin, biraz da bu tarafa, işin felsefi tarafına yönelmesi gerekiyor.

Bu yazı toplam 649 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
ABDULKADİR İLGEN Arşivi
SON YAZILAR