HİÇ BİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMADI
Karanlıkların pençesindeydi Âdemoğlu ve Havva kızı. Hayatın merkezi ve manası sadece maddeydi. Şımarmış duygulara esirdi bedenler. Tapılan şeylerse gerçekler dünyasında bir hiçti. Çölleşmiş vicdanların hakikat pınarından hissesi yoktu.
Kâinatın, aklı şaşkınlığa sevk eden tezyinatı, güneşin doğuşu ve batışı, ayın fevkalade yapısı ve kudretli dağların müstesna nakışının ifade ettiği bir mana bulunmamaktaydı.
Farkındalık kabiliyetini idam etmişti insan. Alelade bir hayatın girdabında şuursuzca çırpınmaktaydı. Lezzetin mekânı kokuşmuş bataklıklardı. Haz vehmettiği bataklık yutmaktaydı onu.
Cehalet denizinde her an ve her gün boğulmaktaydı. Zifiri zindanları dost edinmekle müftehirdi. Doğruluk, sevgi, saygı, hak, adalet gibi meziyetlerin bu dünyada yeri yoktu.
Kördü insan, sağırdı insan, dilsizdi insan. Artık insanın tereddi edecek derecesi de kalmamıştı.
Ve zaman durdu. Vakit geldi. Gün doğdu. Kâinatın varlık vesilesi gül(dü).
Gelen, iyilik, güzellik, fazilet namına her ne varsa hepsini kâmilen şahsında temerküz ettirmiş, kelimelerin kifayetsizlikten acziyet duyup, hayâ ettiği muhteşem bir güzellikti.
Bu güzellik güneşinin nağmelerindeki esrarları görmemek erbab-ı akıl işi değildi. Söyledikleri kalbi tenvir etmekte, ruhu teskin etmekteydi.
Hastalanmış insanlık, sekerat halinden, aşk ilacıyla silkelenip ayağa kalkmaktaydı. Aşkın sonsuz derinliğinde kalbinin mütemadiyen pır pır edişinin zevkini tatmaktaydı.
Hurafelerin kıskacında sıkılan boğulan ruhlar, prangalardan arınışını seyretti sevinçle.
Kim olduğunu, ne yaptığını, nereden gelip, nereye, niçin gittiğini öğrendi. Kendini tanıdı ve bildi.
Huzuru büyük bir hasretle yudumladı. Galiz küfürler yerini leziz sözlere bırakırken “kardeşim” diyebilmenin saadetine erişti insan.
Asaletin, üstünlüğün ölçüsü kan, milliyet, renk, para, mal, mülk ve mevkii değildi. Her insan azizdi artık. Varlığın en şereflisiydi.
Vicdani hasselerin felç olmasından mütevellit kurumaya yüz tutan gözyaşı pınarları coşkun bir nehir gibi çağlamaya başladı yeniden. Ağladıkça anladı, anladıkça ağladı ve kirinden, pasından arındı insanlık.
Yalanın, hilenin, fuhşun ahbabı olan insan, her sözünü, her fiilini kılı kırk yararcasına gözden geçirmekte ve bir doğruluk timsali olarak temeyyüz etmekteydi. Şehvetin kirli kollarında insan müsveddesine dönenler bir namus abidesi haline gelmişti.
Bencillikte everestin zirvesinde dolaşanlar, kendini aşan diğergam kahramanlara, zalimlikte sınır tanımayanlar, birere merhamet menbaına dönüştüler.
Yani tüm zamanların en muteber şahsiyetinin gelişi ve verdiği mesajla mütekâmil bir erdem medeniyeti bestelendi.
Ve dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmadı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.