Cumadan Gönüllere

Cumadan Gönüllere

HUNEYN GAZVESİ VE TAİF KUŞATMASI

HUNEYN GAZVESİ VE TAİF KUŞATMASI

CUMADAN GÖNÜLLERE

HUNEYN GAZVESİ VE TAİF KUŞATMASI

(DERSLERLE YÜKLÜ İKİ SAVAŞ)

Hicretin sekizinci yılı Şevval ayıydı.Mekke fethedilmiş, halkı da Hz. Peygamber’e bağlılıklarını dile getirmişti. Arapların önde gelen kabilelerinden Kureyş’in yenilgiyi kabul etmesi, Mekke ve civarında bulunan putların ortadan kaldırılması, birilerini rahatsız etmişti. Bunlardan Tâif çevresinde bulunan Hevâzin kabilesi, Sakîf kabilesiyle de anlaşarak Mâlik b. Avf’ın etrafında bir araya gelmişler ve Evtâs mevkiinde karargâhlarını kurmuşlardı. Arabistan’ın en büyük iki kabilesi olan Hevâzin ve Sakîf yaklaşık yirmi bin kişilik bir ordu oluşturmuşlardı. Mekke’yi ele geçirip Kâbe’ye tekrar sahip olmak istiyorlardı.

Mâlik b. Avf, askerlerinin savaştan kaçmalarını engellemek ve her durumda savaşmalarını temin etmek için kadın ve çocuklarını hatta bütün koyun ve develerini savaş alanına getirmelerini emretmişti.

Bu durumu fark eden Hz. Peygamber, karşı hamle yaparak iki bini Mekkelilerden olmak üzere on iki bin kişilik bir ordu oluşturdu.Adımlar sağlam atılmalıydı. Çünkü karşı cephede İslâm ordusuna karşı iyi organize olmuş ve Müslümanları yok etmek isteyen güçlü bir ordu vardı. Bu bağlamda Allah Resûlü, Medineli bir sahâbî olan Abdullah b. Ebû Hadred el-Eslemî’yi, düşmanın sayısı, hazırlıkları ve taktikleriyle ilgili haber getirmek üzere, düşman tarafına gönderdi. Bu kişi, Hevâzinlilerin içine karışarak elde ettiği bilgileri Allah Resûlü’ne aktardı.

Bu arada Hz. Peygamber, o sıralarda müşrik olan Safvân b. Ümeyye’den çok miktarda zırh ve silahın, emaneten alınmasını istemiş, bu talep karşısında endişeye kapılan Safvân, “Bu bir gasp mı yâ Muhammed!” diye sormuş, Resûlullah da, “Hayır, (zayi olduğu takdirde) bedeli ödenmek üzere alınan emanettir.” şeklinde cevap vermişti. Böylece Safvân’dan yüz zırh alınmış6ve hazırlıklar başlamıştı. Ashâbdan kimi zırhını giyiyor, kimi silahını kuşanıyor, kimi de atını hazırlıyordu. Hava çok sıcaktı. Öğleden sonra Kureyşli sahâbî Ebû Abdurrahman el-Fihrî doğruca Efendimizin çadırına giderek savaş için bütün hazırlıkların tamamlandığını ve yola çıkma vaktinin geldiğini haber verdi.

Efendimiz kendisi için hazırlanan bineğine bindi. Arkasından İslâm ordusu da binitlerine binerek yola çıktı.İslâm ordusu belki şimdiye dek görülmemiş bir ihtişamla emin adımlarla yoluna devam ediyordu. Hatta kalabalık ordunun ihtişamı ashâbdan bazılarını gururlandırmıştı. Allah Resûlü ise şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Senin yardımın ile (düşmana) karşı durmaya çalışıyorum, senin yardımın ile hamle yapıyorum, senin yardımın ile savaşıyorum.”

Müsümanlar, Mekke ile Tâif arasında yer alan ve Mekke’ye on kilometre mesafede bulunan Huneyn vadisine geldiler. Burası Evtâs dağının eteklerinde yer alan dar bir vadi idi. İslâm ordusu yolun müsait olmayışı sebebiyle birkaç kola ayrılarak vadiye girdi. Tam vadi ortasına geldiklerinde Hâlid b. v elîd komutasındaki öncü kuvvet ani bir baskına uğradı. Müslümanlar neye uğradıklarını fark edemediler. Hevâzin tarafından yağmur gibi ok yağıyordu. Panikten göz gözü görmüyordu. İslâm ordusunun öncü birliği kaçmaya başladı.9Şüphesiz ortada zorlu bir sınav vardı. Zira Müslümanların sayısı yeterli, askerî donanımları mükemmeldi. Ne olmuştu da İslâm ordusu dağılmıştı. Öyleyse bu olanların askeri güç ile alâkası yoktu. Bu bozgunun başka bir izahı olmalıydı. Nitekim Ebû Katâde, Müslümanların o andaki hâline işaretle, “Bu insanlara ne oluyor?” diye sorduğunda, Hz. Ömer, “Bu Allah’ın işidir.” diyerek cevap vermişti. Bu cevabıyla belki o, bazılarının gururlanmasının ne tür sonuçlar doğurduğuna işaret etmiş oluyordu.Hz. Ebû Bekir de, “Bugün biz, sayımızın azlığı sebebiyle yenik düş-meyeceğiz.” diyerek düşüncesini açıkça ifade etmişti.Ama bu çokluğun, ihlâs, sabır ve sebat olmadıktan sonra esasta fazla bir şey ifade etmediği anlaşılacaktı. Önemli olan, kişinin Rabbine ihlâs ve samimiyetle tevekkül etmesiydi. Şu âyeti kerimede bu durum hem de Huneyn ismi anılarak açık bir şekilde ifade edilmekteydi: “Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn gününde size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) geri-sin geri dönmüştünüz.”Muhtemeldir ki bu gurur sebebiyle bazı genç sahâbîler, miğfersiz, zırhsız ve silahsız olarak sefere çıkmışlardı. Hevâzin kabilesi ise iyi ok kullanan bir kabile idi. Bu ok yağmuru karşısında özellikle genç sahâbîler kaçmaya başladı.13 O kadar ki Allah Resûlü’nün etrafında yüz kişi bile kalmamıştı. O an Resûlullah, Abbâs’tan, “Ashâb-ı Semüre!” diye nida etmesini istedi. Semüre, Hudeybiye’de Hz. Peygamber’in altında canları pahasına kendisini koruyacaklarına dair Müslümanlardan söz aldığı ağacın adıydı. Hz. Abbâs’ın sesi gürdü. Avazı çıktığı kadar, “Ashâb-ı Semüre nerede!” diye bağırdı. Bu çağrı, Hz. Abbâs’ın kendi ifadesiyle, “ineğin yavrularına melemesi gibi” karşılık gördü. İnsanlar hep bir ağızdan, “Yâ lebbeyk, yâ lebbeyk!” yani “Buyur yâ Resûlallah!” diyerek Allah Resûlü’nün yanına koştular. Al-lah Resûlü, yanında toplanan ashâbına, “Ey Allah’ın kulları! Şüphesiz ben Allah’ın kulu ve resûlüyüm! Ey ensar topluluğu!Şüphesiz ben Allah’ın kulu ve resûlüyüm!”diye seslendi. Ensar da hep bir ağızdan, “Lebbeyk, lebbeyk!” “(Buyur yâ Resûlallah! Emrine âmâdeyiz!)” diye karşılık verdiler.Artık İslâm ordusu büyük bir moral bularak toparlanmış ve ölümü pahasına düşmanla çarpışmaya başlamıştı.Bu arada müşrikler Allah Resûlü’nün etrafını sarmıştı. O ise hemen beyaz katırından indi ve “Şüphesiz ben peygamberim. Bunda yalan yok! Abdülmuttalib’in evlâdıyım!”demeye başladı. Berâ’ b. Âzib, yıllar sonra Huneyn Gazvesi’nden bahsederken bu kargaşa anında Allah Resûlü’nün ortaya koyduğu cesareti anlatacak ve sözlerine şöyle son verecekti: “vallahi savaş kızıştığında biz düşmandan Hz. Peygamber ile korunuyorduk! Bizim en cesurumuz onunla yan yana durabilendi.”Çünkü Allah Resûlü Enes’in tarifiyle insanların en güzeli, en cömerdi ve en cesuru idi. Müs-lümanlar artık cesaretlenmiş, güç ve kuvvetlerini toplamışlardı. Bu durumdan memnun kalan Peygamber Efendimiz, “İşte bu, savaşın şiddetlendiği andır!” buyurdu. Daha sonra yerden bir avuç toprak aldı ve belki de son vurucu darbe olarak, “Muhammed’in Rabbine yemin olsun ki hezimete uğradılar!” deyip düşmanın üzerine saçtı. Artık Hevâzin ordusu kaçıyor, Müslümanlar onları kovalıyordu. Tabiî ki müşrikleri kovalayanlar arasında Allah Resûlü de vardı. Tekrar bindiği katırının üzerinde müşriklerin peşinden gidiyordu.

Harp bütün şiddetiyle devam ederken Allah Resûlü, yerde yatan bir kadın gördü. Etrafındakilere, “Bu kim?”diye sordu. Onlar da, “Hâlid b. velîd’in öldürdüğü kadın.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanında bulunanlardan birine şöyle dedi: “Hâlid’i bul ve ona de ki: ‘Resûlullah (sav) sana, kadın, çocuk ve köleleri öldürmeyi kesinlikle yasakladı.’” Bunun üzerine Evs kabilesinin süvarilerinden birisi olan Hudayr’ın oğlu Üseyd, “Yâ Resûlallah! Onlar müşriklerin çocukları değil midir?” şeklinde bir soru sordu. Efendimiz onun bu sorusuna, “Sizin en hayırlılarınız da müşriklerin çocukları değil midir? Her çocuk fıtrat üzere doğar. Ana babası onu ya Hıristiyanlaştırır ya da Yahudileştirir.” buyurarak cevap verdi.

Bu savaşta altı bin esirin yanı sıra, yirmi dört bin deve, kırk binden fazla koyun ve bol miktarda gümüş Müslümanların eline ganimet olarak geçti. Resûlullah bütün bu ganimetlerin Mekke’nin kuzeydoğusunda bulunan Ci’râne mevkiinde toplanmasını emretti.Esirler arasında Peygamberimizin sütkardeşi Şeyma da bulunuyordu. Hz. Peygamber’le sütkardeş olduğuna inandıramamıştı İslâm askerlerini. Bunun üzerine Şeyma, askerler tarafından Efendimizin huzuruna getirildi ve “Yâ Muhammed! Ben senin sütkardeşinim!” dedi. Aradan elli altı yıl geçmiş ama hiç görüşmemişlerdi. Peygamberimiz bunu ispatlamasını isteyince Şeyma omuzunu açarak Allah Resûlü’nün çocukken ısırdığı yerde bulunan diş izlerini gösterdi. Bunun üzerine Allah Resûlü Şeyma’yı hatırladı ve hırkasını yere sererek Şeyma’yı üzerine oturttu. Sonra isterse yanında kalabileceğini veya kabilesine dönebileceğini ona bildirdi. Şeyma, kabilesine dönmeyi tercih edince Peygamberimiz bazı mallar vererek onu kabilesine gönderdi.

Daha sonra Hz. Peygamber, Ebû Âmir el-Eş’arî komutasında bir Müslüman birliğini Evtâs’a gönderdi. Bu birlik Evtâs’a giderek Hevâzin ordusunu bozguna uğrattı.Ama Ebû Âmir şehit oldu. Ölmeden önce kuzeni Ebû Musa el-Eş’arî’ye şöyle dedi: “Ey kardeşimin oğlu! Resûlullah’a benden selâm söyle. Benim için Allah’tan bağışlanma dilesin.” Savaş bittikten sonra Ebû Musa Resûlullah’a geldi. Ebû Âmir’in son sözlerini ve şehit oluşunu ona aktardı. Efendimiz de bir kap istedi, abdest aldı ve ellerini kaldırarak şöyle dua etti: “Yâ Rabbi! Ebû Âmir’e mağfiret et, onu bağışla. Yâ Rabbi! Onu cennette ümmetimin en üstünlerinden eyle.”

Evtâs Gazvesi denilen bu savaşta Huneyn Savaşı’na oranla daha fazla esir alınmış, burada elde edilen bütün ganimetler de ganimetlerin toplanma merkezi olan Ci’râne’ye gönderilmişti.

Şimdi sıra Tâif’e sığınan Hevâzinlilere ve onlarla ittifak kuran Sakîflilere gelmişti. Akşama doğru Hz. Peygamber komutasındaki İslâm ordusu, Tâif surlarına dayandı. Tâif, Mekke’nin yaklaşık yüz kilometre güneydoğusunda kurulmuş bir şehirdi. Peygamberliğinin ilk yıllarında Efendimiz İslâm dinini tebliğ için Tâif’e gitmiş, Tâif halkının taşlı sopalı tepkisi ile karşılaşmıştı. Şimdi o, Tâif’i ordusuyla kuşatmıştı. Fakat bu kuşatma yıllar öncesinde ken-disine reva görülen muamelenin intikamı değildi asla. Huneyn’den kaçan Hevâzinliler buraya sığınınca savaş o tarafa kaymıştı.Hz. Peygamber için Hayber kalesinden sonra Tâif kalesi en muhkem kale idi ve buranın fethedilmesi hiç de kolay değildi. Müslümanlar, Hayber’de düşman savunmasından çok zarar görmüşlerdi. Bu bakımdan burada daha temkinli hareket etmişler ve Tâif surlarında gedik açmak için mancınıklar kullanmışlardı. İslâm ordusunun ilk defa mancınık kullandığı muhasara Tâif kuşatmasıydı.Buna rağmen düşman var gü-cüyle kaleyi savunmaya devam ediyordu. Sur içlerinden gelen oklar ve kızgın çiviler, İslâm ordusu içinde pek çok zayiata sebep oluyordu.Yaklaşık yirmi gün olduğu hâlde, muhasara hâlâ devam ediyor ve kale bir türlü düşmüyordu.Bu arada İslâm ordusunun içindeki bazı askerler, “Ey Allah’ın Resûlü! Sakîf’in okları bizi yaktı. Onlar için beddua et!” demeye başladılar. Onların bu isteği üzerine Rahmet Peygamberi, “Allah’ım! Sakîf kabilesine hidayet et!” diyerek onlara dua etti.Tâif’te askerî mücadelenin sonuç vermeyeceğini anlayan Hz. Pey-gamber, çekilme kararı alıp, “İnşallah yarın döneceğiz.”diyerek, diplomatik yollardan bir başarı elde etmenin yollarını aramak istedi. Onun bu ince siyasetini kavrayamayan bazı Müslümanlar, “Onların kalelerini fethetmeden nasıl döneriz?” dediler. Bu itiraz üzerine Allah Resûlü, “Öyleyse harbe hazır olun!” dedi. Ertesi gün Müslümanlar tekrar harbe giriştiler ama çok yara aldılar. Bu durumu gören Efendimiz tekrar, “İnşallah yarın döneceğiz.”buyurdu. Bu defaki geri çekilme kararından ashâb memnun oldu.Tâif’e sığınan Mâlik b. Avf’a haber gönderip gelip Müslüman olduğu takdirde kendisine malını ve ailesini teslim edeceğini, bunun yanında yüz deve vereceğini vaat etti. Bu haber kendisine ulaşır ulaşmaz harekete geçen Mâlik, Ci’râne ve Mekke arasında Allah Resûlü ile buluşup Müslüman olduğunu beyan etti.

Allah Resûlü Zilkâde ayının başında Huneyn ganimetlerinin toplandığı Ci’râne mevkiine geldi ve orada on üç gün kalarak ele geçirilen esirleri ve diğer ganimetleri taksim etti. Hevâzinlilerin Müslüman olma ihtimalinden dolayı taksimatı geciktirip on küsur gün ganimetleri paylaştırmaksızın yanında bekletti. Savaşta mağlup olan ve Hz. Peygamber’in sütannesi Halîme’nin kabilesine mensup olan Hevâzinliler, ganimetlerin taksim edilmesinden sonra İslâm dinine girdiler. Ganimet paylaşımı geciktiği hâlde bu paylaşımdan önce Müslüman olmadıkları için mallarını ve ailelerini geri almaları mümkün görünmüyordu. Bu gelişme üzerine Resûlullah onlara aileleri ve sürüleri arasında bir seçim yapmalarını söyleyerek süre tanıdı. Sonunda Hevâzinliler, ailelerini tercih ettiklerini Hz. Peygamber’e bildirdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz onlara şu tavsiyede bulundu: “Namaz kılındıktan sonra mescitte şöyle deyin: Allah Resûlü mü-minlere, müminler de Allah Resûlü’ne yardımcıdır. Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize iade etmenizi umuyoruz.”Ertesi gün öğle namazı kılındıktan sonra, Hevâzinliler mescitte Peygamberimizin tavsiye ettiği şekilde konuşup onun öğrettiği sözleri söylediler. Bunun üzerine Allah Resûlü, Müslümanlar arasında ayağa kalkarak Cenâb-ı Hakk’a hamd ve senâ ettikten sonra şunları söyledi: “Şimdi bu kardeşleriniz, tevbe ederek bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine geri vermeyi düşündüm. Sizden her kim (bu şekilde kardeşinin gönlünü) hoş etmeye razı olursa bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesini talep ederse ki bu hisseyi ona biz, Allah’ın bize ihsan edeceği ilk ganimet malından vereceğiz o da böyle yapsın (esirleri geri versin).”Bunun üzerine pek çok sahâbî, “Biz onları hoşnut edeceğiz yâ Resûlallah!” diyerek esirleri geri vermeyi kabul etmişlerdi.Esirlerini bedelsiz olarak bırakmak istemeyen bazı sahâbîlere ise Resûl-i Ekrem, karşılığında altı zekât devesi vermeyi vaad etti. Sonuç olarak bütün Hevâzin esirleri iade edilmiş oldu. Bütün bu olup bitenler, Tâiflilerin en son müttefiklerinin de kendilerinden ayrılması anlamına geliyordu. Tâif savunması için çember iyice daralmış, çevresinde İslâm’ın nüfuz ve etkisi güçlenmiş; Tâifliler iyice yalnızlaştırılmıştı. Ayrıca Tâif malları için tek pazar olan Mekke, şimdi Müslümanların kontrolü altındaydı. Belki de artık Tâif kervanları, kendi şehirlerinin sınırları dışına çıkamayacaktı.Neticede Allah Resûlü’nün savaş ve kuşatma taktiği sonuç verdi. Kuşatmanın üzerinden bir yıl geçmeden Tâifliler, Hz. Peygamber’e bir heyet göndererek teslim olmak istediklerini bildirdiler. Allah Resûlü’nden kendilerinin azat edilen kölelerini istediklerinde onun vefa örneği olan şu sözlerini işittiler: “Onları size veremem. Çünkü onlar artık Yüce Allah’ın azatlı köleleridir.”Böylece Tâif’ten ayrılırken ashâbın isteği doğrultusunda Efendimizin yapmış olduğu, “Allah’ım! Sakîf’e hidayet et!” duası kabul edilmiş oldu. Sakîf kabilesine mensup olan Tâifliler, kendi elleriyle yaptıkları Lât ve Uzzâ gibi putlara tâbi olmayı bırakıp Allah’ın birliğine, O’ndan başka ilâh olmadığına inandıklarını ve yalnızca O’na ibadet edeceklerini itiraf ettiler. Allah Resûlü’nün savaş ortamında uyguladığı politika, insana değer verme ve mağluplara karşı hoşgörülü davranma üzerine kurulu idi. Burada da aynısı oldu ve mağlup insanlar onurlaıyla Peygamber’in huzurundan ayrıldı

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

GÜNÜN AYETİ:

“Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn gününde size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz.” (Tevbe 9/ 25)

GÜNÜN HADİSİ:

Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Ana babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar

(BuhariCenaiz 92)

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU: Ezan duasını camilerde açıktan okumanın bir sakıncası var mıdır?

CEVAP: İbadet ve zikirlerde aslolan tevkîfîliktir. Yani Kur’ân ve Sünnet’te nasıl belirtilmişse o şekilde uygulanmasıdır. Ezân duasında da sünnet olan, kişinin sesini yükseltmeden dua etmesidir. Ancak insanların öğrenmesi için camilerde bazen açıktan okunmaktadır. Bu şekilde insanların öğrenmesi için Hz. Peygamber’den nakledilen duaları açıktan okumakta bir sakınca yoktur. Fakat öğrenme gerçekleştikten sonra açıktan okumaya devam etmek uygun olmaz (el-Fetâva’l-Hindiyye, 5/318).

KAYNAK: Diyanet İşleri BaşkanlığYayınları

Hazırlayan:Hakkı Şener

Din Hizmetleri Uzmanı

Bu yazı toplam 83 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cumadan Gönüllere Arşivi
SON YAZILAR