İNANMAK FITRÎ BİR İHTİYAÇTIR
Allah-Teala insanı inanma ihtiyacı içinde yaratmıştır. Din duygusu insanla birlikte var olagelmiştir. İnsanlık tarihinde inanmayan toplum yoktur. Belki münferit olarak inanmayan insan olmuştur. Ancak, İlahi ya da beşeri bir inancı olmayan toplum olmamıştır. Bu sebeple insan, kendisini yaratan, her şeye sahip, bütün nimetlerle donatan, istediğini istediği zaman vermeye kadir bir varlığa her zaman inanma ihtiyacı duymuştur. İnanmasa bile bir sığınak aramıştır. En önemlisi de insanüstü bir varlığın arayışı içinde olmuştur. Bundan dolayıdır ki, toplumun bulunduğu her yerde bir din, bir inanç sistemi bulunmuştur. İnsan var olduğu sürece de bulunacaktır.
İnsan kendisini yaratan, yaşatan ve her şeyi kendisine bağışlayan Yüce Varlığı idrak edebilecek kabiliyetlerle donatılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bunun örnekleri verilir (En’am, 75-81). Çünkü insan düşünen, yeryüzünün en mükemmel ve en donanımlı varlığıdır. İnsan “Akıl” denen bir yetenek ile donatılmıştır ki, Allah’ın varlığına delalet eden bütün delilleri bununla kavrar. Kur’an da akla hitap eder ve insandan aklını kullanmasını ister. “Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır” (Rum, 24) ayeti bunu anlatır. İnsana akıl, kendisini yaratanı anlaması, hayatını kolaylaştırması, iyiyi-kötüyü, doğruyu-eğriyi, güzeli-çirkini ayırt etmesi yönünde kullanması için verilmiştir.
Allah-Teala, ilk insan Hz. Adem ile birlikte, insanları kendi varlığından ve ibadete yegane layık varlığın sadece kendisi olduğundan haberdar etmiştir. Sonraki asırlarda, nihayet son Peygamber Hz. Muhammed (SAV)’e kadar binlerce peygamber vasıtasıyla bu iradesini tecelli ettirmiştir.
Ama Kur’an-ı Kerim’in de ifadesi ile insanoğlu kendisini beğenmiştir (Fatır, 5; İnfitar, 6-8; İsra, 37). Nankör, huysuz ve kıskançtır (İsra, 67; Adiyat, 6; Zümer, 49; Maariç, 19-21). Menfaatına çok düşkündür (İsra, 100; Adiyat, 8). Aceleci ve ümidini çabuk kaybeder (İsra, 83, Bakara, 153; Hicr, 56; Yusuf, 87,). İnsanlar bunlar ve benzeri zaafları dolayısıyla Yüce Yaratıcı’yı unutarak birçok tabi varlıklara kutsiyet atfedip din ve inanma ihtiyaçlarını karşılama yoluna gitmişlerdir.
İnsan yaratılış itibariyle Allah-Teala’yı kavrayabilecek kabiliyette olduğu gibi, yine O’na iman meyli ile yaratılmıştır. Yani ilk yaratılışındaki temiz ve saf halinde, diğer bir ifade ile “Fıtrat”ında Tek olan Allah’ın varlığını ve birliğini tanıma, O’na yönelme meyli vardır; ilk yaratılış hali bu kıvamdadır. Ama çevre ve dış tesirler insanda inancın oluşmasında doğrudan etkilidir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) de: “Her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra ana-babası onu yahudi, hıristiyan veya mecûsî yapar”(Buhârî, “Cenâiz”, 80,) buyurmuştur.
Fıtrat; Sözlükte, ilk yaratılış hali, temiz ve aslî tabiat anlamına gelir; beşerî varlığın Allah’ın yaratma fiili sonucunda ortaya çıkan başlangıçtaki saf ve aslî halini ifade eder. Ayet ve hadislerde ise; insanın yaratıldığı şekli ile dış tesire girmeden evvelki, her insan için ortak olan saf özdür, iç haldir, temiz yaratılış halidir.(Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, C.4,)
İnsanoğlunun bütün sorumluluklarının başında Allah’ın varlık ve birliğini kabul edip yalnız onu Rab olarak tanıyıp ibadet etmek gelir. Bu, görev olarak insan tabiatında vardır. Kur’an-ı Kerim’de, insandan sadece Allah’a kulluk edeceğine dair söz alındığına vurgu yapılmaktadır (Araf, 173-174).
Bütün bunlar varken insanın, Allah’tan başka bir varlığa ibadet etmesi insan tabiatına aykırıdır. İnsanın Allah’a kulluk görevini yerine getirmesi için fıtratın inanmaya ve kulluğa meyilli olması yetmez. Kendisine bu hususta kılavuzluk eden peygamberlerin öğrettiği esaslar çerçevesinde bizzat kendi isteği, emeği ve gayreti gereklidir. Ayrıca insanın Allah’a kulluk ve iyi insan olma yolunda dış tesirlerin önemini düşünerek çocuklarımıza iyi örnek olma bilincinde olmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.