KARAGÖZ
Bizim geleneksel orta oyunundaki “Karagöz” tiplemesi, toplumsal eleştirinin ilkleri arasında sayılabilir. Ben şahsen bu tiplemeyi çok severim. Karagöz’ün, çelebi meşrep ve kendince usûl âdap bilen Hacivat’a tekrarladığı sözlerin başında “Başında paralansın!” sözü gelir.
Karagöz’ün bu sözü, hayalî bir tiplemeyi değil, toplumsal karşılığı bulunan karakteristik bir tipi ifade eder. Karagöz’ün felsefesinde “iyi yapmışsın, güzel olmuş, hayrını gör” vs. şeklinde temadi ettirebileceğimiz takdir hisleri yoktur. Sadece bu değil tabii ki, Karagöz’le Hacivat arasında geçen konuşmaların tamamı bir monologdan öteye geçmez.
Hacivat, her ne kadar bütün iyi niyetini kullanarak maksadını anlatmaya çalışsa da, Karagöz her seferinde bildiğini okumaya devam eder. Muhatabını “anlamak” yerine, zihninde kurguladığı ezberleri tekrarlayıp duran bir tip vardır karşınızda. Mizahi bir diyalog şeklinde sürüp giden konuşmalar, en açık, en yalın gerçekleri bile, Karagöz’ün kendi algı dünyasında nasıl da tersyüz ettiğinin inanılmaz yanılsamalarıyla devam eder.
Modern edebiyatımızda bu tipin ete kemiğe büründüğü yeni tip, Ömer Seyfettin hikâyelerinde görülen Efruz Bey’dir. İşkembe-i kübrâdan atışların, ya da kendi şahsî mülahazalarını dünyanın merkezine koymanın ele alındığı bu tiplemede de, muhatabını anlama gibi bir gayrete rastlanmaz. Varsa yoksa kendi köşesinde kurduğu hayalî dünyayı başkalarına dayatan bir çokbilmiş vardır karşınızda.
Bu iki tip, her ne kadar görünüşte birbirine benzer tavırların sahibi olsa da, her nedense birinci tipleme halka daha sevimli gelir. Bu durum sebepsiz değildir. Ne de olsa bizim o sevimli Karagöz’ümüz art niyetli değil, kendi cehaleti ve küçük dünyası içinde kimseye zararı olmadan yaşayan kendi hâlinde biridir.
Fakat Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde yaşayan Efruz Bey (adı üstünde bir beydir), bizdeki ukalâ aydın tipini temsil eder. Bunun hayalî dünyası sadece kendini bağlayan bireysel bir dünya değildir. O, kendini âleme nizâmat vermekle sorumlu hisseder. Söyledikleri toplumsal karşılığı olmayan şeyler olduğundan, kabul görmez. Bu sefer de kahramanımız muhataplarını küçümser bir tavır ve yer yer buruk bir melankoliyle, anlaşılmadığından, muhatap bulamadığından dem vurmaya, etrafına dert yanmaya başlar.
Birinci tipe halk arasında zaman zaman rastlayabilirsiniz. Halkımız bu tipi daima sevimli bulmuştur. Ondan rahatsız olmaz, ona tahammül edebilir, hatta mizahi bir biçimde konuşturmaktan zevk alır. Fakat ikinci tipe gelince, o tip, halkımız tarafından sadece “idare” edilir. Bu tip Yakup Kadri’nin “Yaban” romanında karşımıza çıkan, sadece dış görünüşüyle değil, tavır ve davranışları, konuşma ve eylemleriyle daima yadırganan, tedirgin olunan bir karakteristik olarak algılanır.
Ülkemizde bazı televizyon kanallarında arz-ı endam eden tarafların davranış biçimlerini, biraz da bu gözle değerlendirmek gerekiyor. Karşımızda kendinden emin tavırlarla görüş açıklayan taraflardan biri, Karagöz’ü temsil ederken, diğerlerinin Efruz Bey ve Yaban tiplemeleriyle arz-ı endam ettiklerini görebilirsiniz. Hatta bazılarının tavırlarını açıklamak için bu üçünün karışımından karma bir tip de elde edebilir, hayali bir kahraman yaratabilirsiniz.
Hâl böyle olunca, bu tarz bir ortamda karşılıklı diyalog kurma çabasının boş yere söz israfı olduğunu düşünebilirsiniz. Bu noktada söz tükenmiş, kalemin mürekkebi kurumuştur. Yapılacak yegâne şey selam üzre olmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.