Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

KUANTUM 1

KUANTUM 1

Değerli okuyucularımız geçen yazımızda kuantum konusuna bu haftadan itibaren giriş yapacağımızı belirtmiştik. Yazımıza kuantum fizikçisi bir bilim insanının tespiti ile başlamak istiyorum. Günümüz yaşam koşullarında modern toplumlardaki insanların yaşadığı çelişkileri çok güzel özetlemiş. Maddi istekler ile manevi boşluk ve doyumsuzluklar arasında gidip gelen, bu uçlar arasında amaçsızca salınan insanlar hayatın gerçek anlamından uzaklaşmaktadırlar. Kuantum derinliğinde düşünmeye başladığımızda hayatın anlamına da bir adım daha yaklaşmış oluyoruz. Konu biraz derin. Hayatı ve çevremizi analiz edip gerçeğe bir adım daha yaklaşabilmek için sahip olduğumuz meleke, yetenekleri harekete geçirmemizin vakti geldi. Bir düşünürün dediği gibi “Ulusların kalitesi, hazinesi nüfusunun sayısıyla değil sahip olduğu elitlerin kalitesi ile ölçülür”. Evet beyin kıvrımlarımızın derinliklerine yavaş yavaş inmeye, elitlerimizin içerisindeki şuur ve enerjiyi harekete geçirmeye başlayalım.

Basit olarak düşündüğümüzde hayatımız beş duyumuz ile sınırlandırılmıştır. Belli frekansta sesleri duyup, ışık dalgalarını görebiliyoruz. Yine belli koku ve tatları alıp, sinirlerimiz ve beynimizin sınırları ölçüsünde hissedebiliyoruz. Bu aslında varlığımızı sürdürülebilmemiz için bize sunulan bir lütuftur. Dünya kendi etrafında dönerken çıkardığı sesi duyabilsek acaba buna ne kadar dayanabiliriz. Ya da görme sistemimizi düşünelim. Dışarıdan gelen ışık frekansları gözümüzde iki boyutlu olarak algılanmakta ve görüntü mekanik bir sistemle gözün gerisinde ters şekilde oluşmaktadır. Oluşan bu görüntü elektrik akımına çevrilmekte, sinirler ile beyine iletilip orada üç boyutlu olarak bilinen şekle dönüştürülmektedir. Yani dışarıdaki iki boyutun üçüncü boyuta dönüşümü beynin içinde gerçekleşmektedir. Burada meydana gelen oluşumu tüm geçmişin birikimleri ve üst şuur belirlemektedir. Dolayısıyla beş duyu bizi koruyup son derece sınırlı bir boyuta hapsederken diğer melekelerimiz sonsuz boyutlara açılım yapmamızı sağlamaktadır. Farklı duygu, düşünce inançlar bizleri beş duyunun çok ötesine taşımaktadır.

Bu durum bize has bir özellik de değildir. Aslında bizim cansız olarak nitelendirdiğimiz her şey son derece canlı ve şuurludur. Yaşadığımız boyutun temel yapı taşı olarak kabul edilen atomu örnek alırsak atom doğmakta, yaşamakta ve ölerek yeni bir boyutta tekrar yaşamaya devam etmektedir. Bu konuyu en güzel açıklayan kaynaklardan birisi Dr. Muammer BİLGE tarafından 1960 yılında yazılan “METABİYOLOJİ” isimli eserdir. Atom ve moleküller boyutunda olan şuur ve organizasyonlar insanların sahip olduğu organizasyonların kaynağından ve şuurundan aşağı değildir. Atomun, insanın, gezegenlerin, galaksilerin hatta uzayın sahip olduğu temel yapı ve şuurun kökenleri hep aynıdır. İnsanlık boşuna dünya dışı canlı varlık arayışı içerisindedir. Her şey canlıdır ve içerisinde derin bir şuur barındırmaktadır. Uzay çalışmaları dahil bu masraflı ve yoğun çabaların amacını doğru ifade etmekte yarar vardır. Çalışmaların amacı şu şekilde ifade edilebilir: “Dünya dışı insan formu veya insan formuna yakın canlı türleri bulmak”. İşte tüm bunları bize açıklamaya başlayan yeni kuram “Kuantum Kuramı”dır. Kuantum Kuramına göre “atom ve molekül boyutunda organizasyonlar ile insanın sosyal örgütlenmeleri arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır”.

Kuantum Kuramı 1900’de Alman fizikçi Max Planck tarafından bilim dünyasına sunulmuştur. Aslında Kuantum Kuramının öne sürdüğü konular daha önceden de yazılmıştır. Fransız bilim insanı Gustave Le Bon “The Evolution Of Matter” ve “The Evolution of Forces” adlı eserlerinde konuyu çok güzel bir şekilde açıklamıştır. Kuantum Kuramı atom ve atom altı maddelerin yapısı ve bunların davranış şekillerini açıklamaya çalışmaktadır.

Kuantumun aslında tüm varlık ve olguları kapsayan şuurun özeli de açıklamasıdır. Tümel boyutta algı sınırlarımızda geneli tanımlama sınırımız enerji ile olabilmektedir. Bu aslında bilinen birkaç enerji çeşidi ötesine geçildiğinde ya da enerjinin sonsuz boyutuna girildiğinde kafamızda karmaşık sorular belirmekte, şüphelerimiz artmaktadır. Bu noktada imdadımıza kuantum kuramı yetişmektedir. Enerji aslında tümel ruhun belli alanlarda yoğunlaşmasıyla varoluş, yani bizim algı boyutumuzda bilinen şekliyle varlık olarak ortaya çıkmasıdır. Enerjinin tümel boyuttan geldikten sonra tekrar tümel boyuta dönmesi ise yok oluş anlamına gelmektedir. Aslında tümel ruh, farklı yoğunlukların bizim duyu organlarımız ve onların ötesinde sahip olduğumuz melekelerin yorumlanmasıdır. Tümel ruh her olgunun var olduğu boyuttur. Fakat tümel ruh bir nesne, olgu değildir.

Tekrar kuantuma dönersek şu ana kadar fizyolojik olarak tespit ettiğimiz şekli ile her nesne bir parçacık ve dalgadır. Varlık ise bizim algı boyutumuzda enerjinin görünür şeklidir. Ancak enerjinin görünmeyen, ölçülemeyen ve bizim algı ve şuur sınırlarımızın çok ötesinde de boyutları bulunmaktadır*. Dolayısıyla bizler tarafından ölçülüp görülemeyen olgu ve nesneler de vardır. İşte bu boyuttaki enerji bizim sınırlarımız dışında olsa da yine varlık alanında yer alır. Enerjinin şimdilik limiti olan ışık hızında bütünsel boyut ile etkileşimi nedensellik ilkesine göre olmaktadır. Gerçekte olan ise bu boyutun ötesinde meydana gelmektedir. Aslında bütünsel boyut ile bireysel boyut arasındaki ilişki ışık hızının ötesinde gerçekleşebilmektedir. Bunun için beş duyunun dışındaki melekelerimizi etkin kullanmak zorundayız.

Yazımıza bu haftalık bir virgül (,) koyalım. Konuya bıraktığımız yerden gelecek yazımızda ele almaya devam edeceğiz. Şimdilik hoşça kalın.

* Batılı matematik ve fizikçiler yoktan var etmek, var olmak, yokluk kavramı ve sorunsalı üzerinde yoğun bir şekilde çalışmaktadırlar. Yokluk kavramının ve bunun matematiksel formülünün bulunmasında önemli mesafeler katetmişlerdir. Görüldüğü gibi birileri ikrayı durmaksızın yapmaya devam ediyor.

Bu yazı toplam 2506 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR Arşivi
SON YAZILAR