KURALSIZ- KEYFÎ TOPLUM
Ahmet Mithat Efendi, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Avrupa’ya yaptığı gezi notlarında ilginç bilgiler verir.
Orada‘…sabahleyin otelinden çıktığında kolayca araba bulması, saatle tutulduğu zaman hiç değişmeyen ücret tarifesi, müşterinin arabacıyla beraber takip ettikleri saat, sonra hiçbir münakaşa etmeden ödenen ücret…’; bütün bu intibalar ve bunların arkasında bulunan üstyapıya ait ‘vicdanî, ahlakî ve kanunî’ değer ve normlar dünyası, Türk insanının tamamen yabancı bulunduğu şeylerdir.
Aradan geçen bunca zaman sonra, Avrupa’nın herhangi bir ülkesine giden Türkün karşılaşacağı manzara, o günkü manzaradan farklı değildir. İşin daha da ilginç yanı ise, aradan geçen o kadar zamana rağmen, Türk zihniyet dünyasında hâlâ mevcudiyetini devam ettiren o bildik davranış tarzıdır.
Bugün şu veya bu alanla ilgili bir iş yapma veya yaptırmaya kalkıştığınızda, mutlaka aldanan ya da aldatan durumunda olmak gibi bir mecburiyetle karşı karşıya kalmanız kaçınılmazdır. Bugün Türkiye’de teknik açıdan yaptıramayacağınız hiçbir iş yoktur. Her şeyi yaptırma imkânına sahip bir memlekette, işlerin gelişmiş demokrasilerdeki gibi tıkır-tıkır işlemesi mümkün görülmüyor.
Sözgelimi imar sahasındaki faaliyetleri buna örnek verebilirsiniz. Bugün inşaat yapmaya kalkışan herkesin “usta” olarak tanımladığımız elemanlarla başının mutlaka derde girdiğine dair yığınla hikâye dinleyebilirsiniz. Burada sadece kendimle ilgili hikâyeleri anlatsam, sayfalar yetmez.
Sadece bu saha mı, tabii ki hayır. Bunun dışındaki hiçbir yerde “öngörülebilir” ve “sürdürülebilir” bir ilişkiler ağı geliştirdiğimiz söylenemez. Bu sadece özel sektörde değil, kamu sektöründe de böyledir. Kuralların daima ihlal edildiği, bunun da her zaman olağan karşılandığı bir toplumda, kurallara uygun davranış kodlarına göre kendini ayarlamış bir kişinin, akıl sağlığını koruması mucize kabilinden bir şeydir.
Sözünde durmak, muhatabını dinlemek ve istenen şeyi istendiği şekilde harfi harfine yapmak ve bu profesyonel hizmetinin karşılığını medeni şekilde isteme terbiyesine sahip olmak nadirattan şeyler arasındadır. İşlerin neredeyse tamamının “götürü” ve “el yordamıyla” yapıldığı bir cemiyetin gelişmiş ülkeler arasına girmesi kolay değildir.
Götürü davranış tarzının zihinlerde bıraktığı bu tortu, yetkili yetkisiz, yeterli yetersiz herkesin her sahada görüş bildirmesini de beraberinde getiriyor. İnsanımız tabiatıyla bunu da normal karşılayabiliyor. Aynı şeyi siyasette ve kendilerini sivil toplum örgütü gibi gören yapay örgütlerde de görebilirsiniz. Bunların sözcüleri zaman zaman, hakkında kesin bilgi sahibi olmadıkları konularda diledikleri gibi konuşabiliyor, başkalarını rahatlıkla suçlayabiliyorlar. Bunun son örneği gizli Amerikan yazışmaları esas alınarak yapılan açıklamalarda görülebiliyor.
Fakat bütün bunlar bir geçiş sürecinde yaşıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Ülkemizde yeni bir orta sınıfla birlikte, gelişen bir şehirleşme yaşanıyor. Her ne kadar şehrin maddî unsurlarına dair eskiye göre daha kaliteli şeyler üretiliyor olsa bile, onun bir bakıma ruhu denebilecek olan âdâb-ı muaşeret kuralları, ona dair terbiye henüz yeterli seviyelerde değildir. Zaman içinde kentleşmeye bağlı olarak kentli bir kültür seviyesinin de kendini geliştirmesi beklenebilir.
Bendeniz basın yayın kuruluşları, sivil toplum şeklindeki teşekküller, siyasî çevreler, iş dünyası, bürokrasi ve özellikle üniversitenin de yaşanan bu süreçle ilişkili biçimde kendini geliştireceğini düşünüyorum.
Şu anda gözümüze hoş görüntüler sergilemeyen bazı davranış tarzlarını, biraz da bir geçiş sürecinin sancıları olarak değerlendirmek gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.