NASIL MUTLU OLURUZ?
İnsanlığın huzur bulması, ahlaki değerlere ve hakkaniyete sahip çıkmasına bağlıdır. Ahlaki ölçülere uymak fazilettir. Fazileti yaşamayan insan aradığı mutluluğu elde etme hakkını kaybetmiştir. Mutluluğu haklılıkta aramak lazım. Hakkın korunmadığı yerde faziletten bahsedemeyiz. Başkalarının hakkını hiçe saymak peşinen kendi hakkından vazgeçmek demektir. Çünkü kişi, başkalarının hakkına saygı gösterdiği kadar hakkı müstehaktır. Öyleyse hakka riayet etmeyen kişi haksızdır ve mutsuzluğun kapısını aralamıştır. Mutsuzluk; umutsuzluk ve huzursuzluk doğurur. Toplum huzuru, fertlerin huzuru varsa vardır.
Dinimizde kişi öncelikle kendinden mesuldür. Dünyada da Ahirette de kendi yaptıkları ile yüzleşecektir. Birinin yaptığından bir başkası sorumlu tutulmayacaktır: “Hiçbir günah sahibi başkasının günahını yüklenmez. Yükü ağır gelen kimse onun taşınması için yardım çağrısında bulunsa, çağırılan yakını bile olsa o yükten hiçbir şey başkasınca yüklenilmez. Sen ancak, gayba iman yoluyla rablerinden korkanları ve namazı özenle kılanları uyarabilirsin. Kim arınırsa sadece kendi yararına arınmış olur. Her şeyin sonu Allah’a varır.” (35/Fatır Suresi, 18).
Öyleyse insan, insanî ve ahlakî erdemleri yaşamaya önce kendinden başlamalıdır. Bunun için de kendini eğitmelidir. Yani işe, ahlaki güzellikleri kendine öğütlemekle başlamalıdır. Kendisi ahlaksızlıkla meşhur kimsenin başkalarına vereceği bir şey yoktur. Başkalarının yaşadığı sıkıntıları umursamayanlar, o sıkıntıları kalbinde hissetmeyenler, fazilet sahibi değillerdir. Toplumda dertleri ile baş başa kalanların ızdırapları ile dertlenmeyenlerin, kendisini iyi insan olarak sanması avuntu ya da kuruntudan ibarettir. Bütün ahlaki faziletler ferdin nefsinde yer etmelidir ki, kişi huzura erebilsin. Şair ne güzel demiş:
Katibi, yolunu erkânını güt,
Daima eksik etme kendiye öğüt,
Namı iyilikle anılan yiğit,
Dünyada kemliğe iyilik edendir.
Ahlaki faziletleri yaşamak Allah inancı ile başlar. Çünkü sorumluluğun asıl kaynağı Allah’a karşı sorumluluktur. Allah’a karşı sorumluluk bağlayıcıdır. Vicdanların tek başına hâkimi bu duygudur. İnsan bu duygu ile arınır. Arınan insan kurtulmuştur. Nefsin ve şeytanın boyunduruğundan kendini sıyırıp Allah’a yönelebilir. Yukarıdaki ayette geçen“Sen ancak, gayba iman yoluyla rablerinden korkanları ve namazı özenle kılanları uyarabilirsin” cümlesi, ahlaki öğütlerden ancak Allah’a yönelebilenlerin etkilenebileceğini vurgulamaktadır.
Mutluluk tek başına elde edilemez ve tek başına da yaşanmaz. Bu sebeple insan, ulaştığı ahlaki olgunluk ile yaşayacağı erdemleri başkaları ile paylaşabilmelidir. Hadis-i şeriflerde “Hayırhahlık” olarak ifade edilen, “Başkalarına hayır öğüt vermek, hep iyiliği tavsiye etmek” prensibi ile birlikte yaşama sorumluluğumuzun idrakinde olmamız gerekir. Asr Suresi bu manada bizim için çok manidardır: “Asra yemin ederim ki, İnsan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.”
Kendimizin yaşamaya ve yaşatmaya çalıştığı iyiliğin bütün toplumda yaygınlaşması, toplumu mutlu edecektir. Toplum mutlu olmadığı zaman fertler mutlu olamaz. Bu sebeple dinimizin ana prensiplerinden birisi de “İnsanlara iyiliği tavsiye etmek, kötülüklerden uzak tutmak”tır.
Kendi mutluluğumuzu başkalarının mutsuzluğu üzerine bina edemeyiz. Başkalarını sevindirmedikçe kendi sevincimiz her zaman kursağımızda düğümlenmeye mahkûmdur. Sevinç de keder de paylaşılmadan toplum mutluluğu bulamaz. Komşularımızın derdi ile dertlenmesini bilmeliyiz. Peygamber (SAV)’e kulak verelim: “Sizden biriniz, kendisi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz.”
Müslümanlığımızı iç dünyamızda, bütün boyutlarıyla dışa yansıyacak şekilde idrak etmek, içselleştirmek, gerek kendimize ve gerekse topluma karşı sorumluluklarımızı düşünmemiz için çok büyük fırsatlar sunacaktır. Biz sadece kendimizden sorumlu değiliz. Sorumluluğumuzun, bütün evreni çevreleyecek kadar büyük ve derin iç muhasebe gerektirdiğini bilmemiz lazımdır. Zira mutluluk ferdî olacak kadar dar değildir ve tek başına tadılamaz. Buna aileyi, toplumu ve bütün insanlığı ortak etmek insan olma gereğidir.
Milletimizde aslen var olan paylaşma, yardımlaşma ve diğergamlık özelliklerimizin, toplum huzuru ve mutluluğu için çok yönlü olarak zenginleştirilmesi bakımından İslam imanında, inanç dünyamızda, geleneklerimizde ve millet olarak tarihimizde çok şeyler vardır. Toplumumuzun temel dinamikleri insan odaklıdır. İnsanı yaşatmaya yönelik gelişen toplum değerlerimiz, kişinin kendini ve başkalarını mutlu edecek unsurlar bütünüdür. İnsanlık alemine baktığımızda, hiçbir millet, mutluluk verici unsurlar bakımından bizim toplumumuzda olduğu kadar zengin değildir.
Öyleyse, insanımızı mutsuz görebiliyorsak ya da mutsuzluğa yol açan bir takım sebeplerle karşılaşıyorsak, bizde zengince var olan mutluluk iksiri toplum değerlerimizin işlerliğini kaybetmeye yüz tuttuğu sonucuna varırız. Toplumumuzda ahlakî yozlaşma, gelenek ve göreneklerimizden kopma yaşandığı anlaşılır. Oysa millet olarak, bizi tarihin derinliklerinden beri dimdik ayakta tutan sağlam ve sarsılmaz toplum yapımızdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.