Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

NOBEL VE KUANTUM

NOBEL VE KUANTUM

Değerli okuyucularımız yine yeni bir konu ile birlikteyiz. Yakın bir tarihte Viyana’dan başlayarak birkaç Avrupa ülkesinde bulunduk. Daha önce gittiğim ülkelerin farklı yerlerini farklı amaçlar ile ziyaret ettik. Ziyaretlerimizin ana merkezinde akademik çalışmalar yer aldı. Tabi ki birçok yerde birçok gözlem ve çıkarımlarımız oldu. Bu çıkarımlarımızı sizinle paylaşmak yaşam amaçlarımızdan bir tanesi. Farklı mekanlarda ve farklı noktalarda yaptığımız gözlemleri sırasıyla siz değerli okuyucularımızla paylaşmaya başlayalım.

Yazımıza bir teşekkür başlamak istiyorum. Viyana ziyaretimiz esnasında bizleri makamında tam bir Türk misafirperverliği ile karşılayıp kabul eden Büyükelçimiz Sn Ozan CEYHUN ve eğitim müşavirimiz Prof. Dr. Seda CENGİZ’e dostane yaklaşımları, yakın ilgi ve samimiyetlerinden dolayı şükranlarımı sunuyorum.

Viyana’da ziyaret ettiğimiz bir diğer önemli yer de Viyana Üniversitesi oldu. Asırlar öncesinde, 1365 yılında kurulan üniversitenin her alanında derin geçmişini görüp hissedebiliyorsunuz. Psikolojiden fiziğe birçok bilim dalında dünyanın ilk sıralarında yer alan bilim insanları Viyana Üniversitesi’nde çalışıp ünlü kuramlarını yarattılar. Üniversitenin girişindeki salonda bizi ilk Nobel alan akademisyenler karşılıdı. Nobel halihazırda dünyanın en prestijli bilim ödüllerini veriyor. İsterseniz önce Nobel ödüllerinin yaratıcısı Alfred Nobel’den başlayalım.

Alfred Nobel varlıklı bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. 1833’te Alfred doğduktan sonra babası iflas etmiş, çocukluk yılları farklı ülkelerde geçmiştir. Genç yaşta beş dil bilen Alfred akademik eğitimi farklı ülkelerde bulunmuştur. Paris’te kimya eğitimi alırken nitrogliserinin mucidi ile tanışır. Baruttan sonra keşfedilen nitrogliserin hareket ve basınca duyarlı ve etkili patlayıcıdır. Kullanımı son derece riskli olan bu patlayıcıyı Alfred Nobel dinamite dönüştürülmüştür. Buluşu ile büyük yıkımlara neden olan Alfred, mirasını kurduğu vakıf ile kurumsallaştırarak insanlığın hizmetine sunmuştur. Başlangıçta, fizik, kimya, tıp/fizyoloji, edebiyat ve barış olmak üzere beş alanda her yıl verilen ödüllere 1968 yılında ekonomi dalı da eklenmiştir. Kısacası günümüzün en prestijli bilim ödülleri Nobel Vakfı tarafından verilmektedir.

Tekrar Viyana Üniversitesine dönersek girişteki salonun solunda Nobel alan akademisyenlere ait bilgiler yer almaktadır. Victor Franz Hess fizik, Konrad Lorenz biyoloji, Friedrich Hayek ulusal ekonomi, Robert Bárány tıp, Erwin Schrödinger fizik, Otto Loewi fizyolıjiloji ve tıp, Julius Wagner-Jauregg psikiyatri, Hans Fischer kimya, Karl Landsteiner bağışıklık sistemleri-tıp alanında Nobel ödülü alan Viyana Üniversitesi akademisyenleridir. Resim ve biyografilerin arasında bir soru işareti yer almaktadır. Bir sonraki Nobel almaya aday siz de olabilirsiniz anlamına gelen kompozisyon akademisyen ve öğrenciler için çok iyi bir motivasyon sağlamaktadır.

Viyana Üniversitesi’nde görev yapıp kuantum alanında Nobel alan bilim insanları da meşhurdur. Bunlardan ilki Erwin Rudolf Josef Alexander Schrödinger’dir. Schrödinger, 1926 yılında kendi adını taşıyan Schrödinger Denklemi'ni buldu. Kuantum çalışmalarında ayrıcalıklı bir yere sahip olan kuramın sahibi olan Schrödinger 1933 yılında fizik alanında Nobel aldı. Yine 2022 yılında fizik alanında Nobel ödülünü Viyana Üniversitesi'nde kuantum çalışan Anton Zeilinger aldı. 2023 yılında da Nobel fizik ödülünü, yolu Viyana Üniversitesi’nden geçen bir bilim insanı kazandı. Macar asıllı Ferenc Krausz 2023 yılında kuantum optik alanındaki çalışmaları nedeniyle ödüle layık görüldü.

Gördüğünüz gibi çağımızın kuramı olarak adlandırabileceğimiz kuantum çalışmalarının ilk kuramlarını ortaya koyan ve son halini veren bir üniversite Viyana Üniversitesi. Ki kuantum kuramı hayatı ve inancı anlamamızı sağlamakta belki de attığımız en büyük adımdır. Kuantumun felsefesini gelecek yazılarımıza bırakıyorum. Ama bu yazımızı önemli birkaç tespit ile bitirmek istiyorum. Başkaları böyle çığır açan çalışmalar yapıp ödüller alırken biz hala nerelerdeyiz. Cevabı herkes biliyor. Kimse mazeret uydurmasın. Bu millet halihazırda kaynaklarının çoğunu akademik eğitim ve çalışmalara ayırmaktadır. İş ehline verilmezse sadece bu yazıları okuyup avunuruz.

Zaten hep böyleydi demeyin. Dönem kapatıp çağ açanların zamanında öyle değildi. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alır almaz şehrin iskan faaliyetleri yanında Fatih Medresesi/Üniversitesini kurmaya başladı. Binalar dikip etrafından müderrisler atamadı. İlk önce dönemin en yetkin bilim insanlarını İstanbul’da topladı. Dönemin dünya çapındaki ünlü matematikçisi ve astronomi bilim insanı arasını olan Ali Kuşçu’yu üniversiteye davet etti. Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi 13 ay sürmüştür. Aynı şekilde dalında çok iyi olan bir müderrisin günlük ücreti rekor düzeydedir. Sadece bilime ve liyakate böylesi önem veren yöneticiler gemileri karadan yürütebilir. Peki böylesi köklü bir eğitim kurumu neden devam edemedi diye düşündüğümüzde yine tarihe bakmamız gerekmektedir. Fatih Medresesinden sonra kurulan Süleymaniye Medresesi hem daha yeni ve daha büyüktür. Ancak yeni medresede çok önemli içerik ve yapısal değişiklikleri yapılmıştır. İşte bu değişiklik asırlar sürecek geri kalmışlığın da temel nedenidir. Cevap iki medrese/üniversiteyi her boyutuyla karşılaştırmaktır.

Benzer şekilde İslam medeniyetinin zirve noktası Endülüs Medeniyetidir. Bu yüksek medeniyet kendisine yakışmayacak şekilde yok olmuştur. Önce kendi içinde sayısız fırkaya ayrılan medeniyet kendisini koruyacak ordusu da olmayınca tarihten silinmiştir. İspanyol bir fizikçinin dediği gibi “Eğer Endülüs’teki kitapları yakmasaydık şimdi galaksiler arası yolculuk yapıyorduk”. O dönemde Endülüs’te 300.000 kitap varken Vatikan’da 96 kitap vardı. Zamanın kimi, neyi ve nasıl dönüştürdüğünün kararını siz verin. Bilimin yüzlerce kez (750-854) geçtiği bir kitaba inanan milyar üstü insanın asırlar boyunca bir tek yenilik bile yaratamaması ne kadar elim. Kimse gerçek alim, kitapta yazan bilim insanı da budur (günümüzde bilinenler, bu sıfatla meydanlarda dolaşanlar), yaptıkları da bilimdir demesin. Tarih öyle olmadığı acı acı yazıyor. Gerçek bilim nedir ve bilim insanı kimdir sorusunun cevabı çok basit. Cevap ilk emirde açık açık ifade edilmiş. İlk emir olan “İkra” ile aynı anlam yerine geçirilen “tilavet” arasındaki derin kavramsal farkı anlamadan bir şeylerin değişmesini beklemek hayal. Yarım asırdan fazla yaşam sürem içerisinde henüz bu farkı açıklayana rastlamadım.

İşte Viyana Üniversitesi’nin girişindeki salonun sol kısmı önünde durunca gördüklerim ikrayı gerçekten yapanlardı. Ey tilavet peşinde koşup ikra yaptığını zannedenler. Zaman kavramının olduğu bu boyut gerçekte bir an bile değil. Eğer gerçek bilimden uzak olursanız bu boyutta yaşayacağınız acı ve elem olur. Zaten asırlardır yaşıyoruz. Ey ikra yerine tilavet peşinde koşanlar, zaman kavramının olmadığı bir sonraki boyutta ise sizleri korktuğunuz şeylerin tamamı hem de en üst düzeyde bekliyor. Kuantum bile oradaki terazinin hassasiyetini açıklıyor

Yazının sonunda birçok okuyucumuz diyecektir ki başlık” Nobel ve Kuantum” ama neredeyse kuantumdan neredeyse hiç bahsetmediniz. Merak etmeyin gelecek yazılarımızda konuya herkesin anlayabileceği boyutta giriş yapacağız. Şimdilik hoşça kalın.

muzaffer-aydemir.jpg

Bu yazı toplam 2392 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR Arşivi
SON YAZILAR