ORUÇ BABA KİMDİR?
Son iki yazıdır güzel insanlardan bahsetmeye çalıştık. Ramazan ayına çok yaklaştığımız şu günlerde bir üçüncüsünden daha bahsetmek istiyorum.
Ramazan ayının ilk gününde haber bültenlerinde yer alan olmazsa olmaz görüntülerden biri de İstanbul Şehremini’de bulunan ve Oruç Baba türbesi diye bilinen yerden yayın yapılmasıdır. Oruç Baba ismi aslında halkın verdiği bir isimdir, kayıtlarda böyle bir isim yoktur.
Oruç Baba Türbesi diye bilinen bu yer aslında bir asitanedir. İlk olarak Kanuni Sultan Süleyman zamanında İbrahim Ümmi Sinan Hazretleri tarafından inşa ettirilmiştir. Günümüze sadece haziresi kalmıştır. Ümmi Sinan Hazretlerinin türbesi bu hazirede değildir, Eyüp Ümmi Sinan Tekkesindedir.
Şehremini’deki bu tekkeye daha sonra postnişin olanlardan biri de 1805’de posta geçen Mustafa Zekayi Efendi’dir. Halkımızın Oruç Baba diye isim taktıkları zât Mustafa Zekayi Efendi’dir. Mustafa Zekayi Efendi Halvetiyye Şabaniyye kolundandır. Şiirlerinde Şeyh Şaban-ı Veli’den feyz aldığını şöyle anlatır:
Görüp hâlât-ıla devrânımız dahl itme ey zâhid
Bize feyz-i İlâhî Şeyh Şa‘bân-ı Velî’dendir
Mustafa Zekayi Efendi Aşık-ı Resûl bir zâttır. Efendimiz’e yazdığı birçok naat vardır. Bazıları bestelenmiştir. Kendisinin de bir bestesi günümüze ulaşmıştır.
1950li yıllardan itibaren oluşan bir adettir Oruç Baba’da oruç açılması… İnanışa göre Oruç Baba yani Mustafa Zekayi Efendi Ramazan’ın ilk günü orucunu Hızır Aleyhisselâm ile sirke ve zeytin yiyerek burada açmıştır. Bu nedenle Razaman ayının ilk günü burası oruç açmak isteyenlerle dolar, taşar.
Kaynaklarda ise böyle bir bilgi yer almamaktadır. Bu konu ile ilgili bağlantılı olabilecek kişi Zekayi Efendi’nin müridlerinden biri olan Şeyh Ahmed el Mısrî Efendi’dir çünkü Ahmed el-Mısrî Efendi ömrünü oruç tutmakla geçirmiştir. Muhtemeldir ki Ahmed Efendi’nin sürekli oruç tutması Şeyh Zekai Efendi’ye mal edilerek bugünlere gelindi ve artık türbenin girişinde Oruç Baba levhası var.
Allah şefaatine nail eylesin, Mustafa Zekayi Efendi 15 Haziran 1812’de ahirete göçmüştür. Yazımızı naatlarından biri ile sonlandıralım.
Hâk-i pây-i Mustafâ’ya yüz süren mesrûr olur
Her ne denlü mücrim ise âkıbet mağfûr olur
Mest-i câm-ı aşk olup düş râh-ı uşşâka hemân
Bu harâbât-ı muhabbetde düşen ma‘mûr olur
Şevkıla hark-ı hicâb ide acep mi âşıkân
Sînesin çâk itse mecnûn-ı Hudâ ma‘zûr olur
Kevkeb-i izz ü saâdet pertevidir adl ü dâd
Dâimâ sultân-ı âdil gâlib ü mansûr olur
Âşıkın bağrı yanup âh-ı sehergâh itmede
Kalbe kim nâr-ı muhabbet irişe mahrûr olur
Mu‘cizât-ı Hazret-i şâh-ı Rusül ider zuhûr
Avn-i Bârî irişüp a‘dâ-yı dîn makhûr olur
Hû ile vakt-i seherde seyr-i lâhût idegör
Zâkir-i Hakkın Zekâyî bâtını pür-nûr olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.