MUSTAFA KINIKOĞLU

MUSTAFA KINIKOĞLU

İRFAN OCAKLARI TEKKELER VE İBRAHİM FAHREDDİN EFENDİ

İRFAN OCAKLARI TEKKELER VE İBRAHİM FAHREDDİN EFENDİ

1925 yılının son günlerinde yasalaşan tekke ve zaviyelerin kapatılması kanununun yürürlüğe girmesi ile birçok tekke ya satılmış ya da kiraya verilmiştir. Böylece yıllardır tüten irfan ocakları bir bir sönmüştür.

Bu tekkelerden bir tanesi de Fatih Karagümrük’tedir. Birgün vakıf memuru bu tekkeye de kiralık levhasını asma görevini ifa etmek için elinde “kiralık levhası” ile gelir. Şeyh Efendi ne için geldiğini sorunca memur görevini söyler. Şeyh Efendi buna izin vermeyeceğini söylese de mahcup memur emir kulu olduğunu, görevini yerine getirmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Şeyh Efendi şöyle der:

- Bak oğlum, sen amirinin verdiği görevi yerine getiriyorsun amenna, ama amirin olacak adama söyle, bu kiralık levhasını gitsin karısının boynuna assın!..

***

Tekkelerin, kültür ve sosyal hayatımızdaki etkilerinden, özellikle insanlar üzerinde yaptığı değişimlerden bahsettiğimiz ve Mart 2015 tarihinde kaleme aldığımız “Özgecan’in babası İle Necip Fazıl’ın ortak yanı” adlı yazımızı şöyle bitirmiştik: “1925’de kapılarına kilit vurulan tekkelerin ve tekkelerde irşad ile meşgul olup adam pişiren mürşidlerin mutfağından işte böyle adamlar çıkıyor. Tarihimiz böyle nice “dervişler” ile dolu… Sanatta, musikîde, ilimde… Tarihimizde topluma bu konularda örnek olan kim varsa araştırın, bir tekkenin ya bendesidir ya muhibbidir.”

Evet, son yüzyılımıza bakalım, münevver, halka yol gösteren kim varsa ya derviştir veya muhibdir. O nedenle bu ocaklar çok önemli idi. Elbette tekkelerin sırlanması üzerine birçok yorumlar yapılabilir, yapılmıştır da; içleri boşalmıştı, kapanmaları Allah’ın bir ikazıydı diyenler de vardır, görevlerini ifa etmiyorlardı diyenler de vardır.

Tekkelerin sırlanması üzerine Tarîk-i Mevleviyye’den Ahmed Celâleddin Dede'nin irticâlen söylediği güzel bir dörtlük vardır:

“Âsumândır kubbesi hep ahterân âvîzesi

En ziyâ-bahşâ kanâdîli güneşle mâhdır

Seddolunmakla tekâyâ kaldırılmaz zikr-i Hakk

Cümle mevcûdât zâkir kâinât dergâhdır”

Elbette “Cümle mevcûdât zâkir kâinât dergâhdır” eyvallah da kurumların işleyebilmesi için merasimlere ve bu merasimlerin yapılacağı yerlere ihtiyaç vardır. Askerlik, askerî törenlerden ibaret değildir, hatta törenler askerî açıdan orduya bir şey katmaz bile denebilir ama o merasim olmadan askerliğin cazibesi, disiplini, gücü anlatılamaz. Bu yüzden kurumların devam edebilmesi için merasim şarttır ve çok önemlidir. Aynı şekilde tarikatler için de merasimleri olan zikir törenleri çok önemlidir. Şimdilerde sadece Mevlevî ayinininden haberdarız, o da devletin hem tekkeleri yasaklaması hem de sadece Mevlevî ayinine izin vermesinden dolayıdır. Mevlevî ayini çok estetik olduğu için ayin denince sadece o akla gelir, halbuki diğer tarikatlerin de çok ilgi çekici, estetik merasimleri vardır ancak yasaklı olduğu için halkımız onları bilmez.

1925’deki tekkelerin kapatılması kanunu üzerine birçok tekke sırlansa da birkaç tanesi ayakta kalabilmiştir. Bunlardan bir tanesi de girişte örneğini verdiğimiz tekkedir.

Olayda bahsi geçen Şeyh Efendi ise 1966 yılının Şaban ayında Âlem-i Cemâl’e irtihal eden Şeyh İbrahim Fahreddin Efendi’dir. Fahreddin Efendi Hazretleri gayretleri ile tekkenin kiralanmasına engel olmuş ve bir süre tek başına da olsa merasimleri ayakta tutmuştur. Tekke musikisi ve ayinleri konusunda devrinin en önemli ismidir.

Yazımızı Fahreddin Efendi Hazretleri’nin dervişi olan ünlü şair Hüseyin Siret Bey’in bir hatırası ile noktalayalım: İbrahim Fahreddin Efendi, bir ada gezintisi sırasında Hüseyin Siret Bey'e "Siret Bey! Hoş, iyi şairsiniz ama neden Peygamber Efendimiz'e dair bir şiiriniz yok?" diye sorar. Hüseyin Siret Bey de mahcup ve mahzun bir halde "“Efendim, ben realist bir şairim. Ancak gördüğümü şiir olarak yazarım. Peygamberimizi görmedim ki, nasıl yazayım?" diye cevap verir. Fahreddin Efendi tebessüm eder ve "Görürsün, yazarsın inşallah" diye dua eder. O gece Hüseyin Sîret’in rüyasında Efendimiz’i görür, o heyecan ile şiirini yazar. Sabah olduğunda koşa koşa Karagümrük’teki tekkeye varır. Gözyaşları içinde elindeki kâğıdı İbrahim Fahreddin Efendi’ye uzatıp, “ İşte Efendim, gördüm ve yazdım” der.

 

Bu yazı toplam 6387 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
MUSTAFA KINIKOĞLU Arşivi
SON YAZILAR