ŞEREF VE HAYSİYETİ, NAMUSU MÜDAFAA ETMEK
Değerli okuyucularım pazar günü çok özel bir gün yaşadık. Cumhuriyetimizin 100. yılını coşkuyla kutladık. Çok zor şartlarda, müstesna bir coğrafyada verdiğimiz onurlu yaşam mücadelemizi telafisi zor bedeller ödeyerek zaferle sonuçlandırdık. İnsanlar gibi milletlerin de gerçek karakterleri buhranlı anlarda ortaya çıkar. Milletimizin yaşadığı en buhranlı anlarından birisi de Kurtuluş Savaşımızdır. Bunu şüpheyle karşılayanlar uzağa gitmesinler işgal sonrası ilimizin fotoğraflarına baksınlar. Hala şüpheleri devam edenler varsa tavsiye etmem ama yürekleri, vicdanları kaldırabilecekse işgal güçlerinin yaptıklarına ait rapor ve hatıra kayıtlarını okusunlar.
Yazımızın ana konusuna dönersek bize tekrar özgürlüğü, namusuyla yaşama hakkını sağlayan ruhu bir kez daha tanımamız gerekmektedir. Bunun için ülkemizin güzel bir iline gidelim. Kurtuluş Savaşı öncesi Tokat ilinde yaşanan bir olay, bu ruhun ve inancın en güzel ifadesidir. 2014-2016 yılları arasında Tokat’ta 48. Piyade Eğitim Alay Komutanlığı (*) yaptığım esnada kaynaklarından öğrendiğim konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Buhranlı anlarda karakteri yüksek milletlerin içinden çok özel liderler çıkar. Koca İmparatorluğu üç kıtadan küçük bir coğrafyaya sıkıştırıp son ölümcül darbeyi vurmayı hesaplayanlar bu yüce milletin çıkarttığı özel lider ile karşılaştılar. İşte bu vizyoner ve yüksek bilince sahip lider Samsun’a çıktıktan sonra Ankara’ya ulaşmadan önce uğradığı yerlerden birisi de Tokat’tır. Atatürk’ün Tokat’a gelişinde yaşanan olayları Halis Cinlioğlu’nun "Ulusal Savaşta Tokat" adlı kitabının 18. sayfasından öğrenelim:
Atatürk, 26 Haziran 1335 (1919) da Tokat’a geldi, 26-27 Haziran 1919 gecesini Tokat’ta geçirdiler. Belediyede bir toplantı oldu. Memleketin büyükleri bu toplantıda bulundular. Mustafa Kemal Paşa genel durumumuz hakkında gerekli sözleri söyledi, toplantıda bulunanları aydınlattılar. Yerinde ve kırılmayacak bir müdafaanın lüzumunu ileri sürdüler. Bu esnada toplantıda bulunanlardan birisi “Elimizde üç buçuk millet kaldı, bunu da böyle kırdırmayalım” dedi. Müdafaanın kötü bir sonuca varabileceğini ileri sürdü. Bu söz, düşünüş görüşmeye başka bir renk verdi. Konuşma kızıştı. Atatürk, Endülüs’ü (**) örnek getirdi; her şeye boyun eğmekle acıların artacağını, çalışmanın elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını, Türk ulusunda saklı kalan birçok canlılıkların, cevherlerin bu işi başarmaya yeter olduğunu uzun uzadıya anlattı, orada bulunanları aydınlattılar. Bu defa da: “Harp araçlarımız yok, düşman uçakları derhal yurdun her köşesini yangına çevirirler” dediler. Geleceği çok iyi anlayan, gören Atatürk; halkın bu kötü düşüncelerle zehirlenmemesi gerektiğini, duraksamakta olanların hemen hüküm yürütmemelerini, muvaffakiyetin kesin olduğunu tekrar tekrar anlattılar. Atatürk sonunda, “Hiçbir müdafaa vasıtasına malik olmasak bile, dişimiz, tırnağımızla, zayıf ve dermansız kolumuzla mücadele ederek şeref ve haysiyetimizi, namusumuzu müdafaa etmeyi zaruri görüyorum. Tarih, bize vatan uğrunda canını, malını esirgemeyen milletlerin asla ölmediklerini, hâlâ yaşadıklarını göstermektedir. Ben hayatımı, hiçbir zaman milletimden üstün görmedim ve görmeyeceğim. Her an memleket için şerefimle ölmeye hazırım!” Bunun sonucu büyük bir çoğunluk bağırdılar: Hay hay, paşa hazretleri çalışırız.
Vatan ancak şerefi ile ölmeye karar verip bu uğurda can verenler sayesinde ayakta kalır. İşte bu yüce millete namuslu onurlu bir yaşam imkânı sağlayan hareketin fikri temeli budur. Bu şuurunu sürdüren milletimiz pazar günü Cumhuriyetine en güzel şekilde sahip çıkmış, ülkemiz, onur ve namusumuz üzerinde gözü olanlara en net cevabı vermiştir. Egemenliğimizin simgesi olan bayrağımız gönüllerden göndere ülkemizin her yerine asılmıştır. Saygılarımla
* 48. Piyade Alayı’nın tamamı Sakarya Savaşında şehit olmuştur. 48. Piyade Alayı Sakarya Savaşı sonrası yeniden organize edilerek ve diğer bir alay ile birleştirildi. Bir bölük gücüne ulaşamayan iki alay Büyük Taarruza birlikte katılabildi. 48. Piyade Alayı aynı zamanda 1939 yılında Hatay ilimizi Fransızlardan teslim alan alaydır.
** Endülüs, sadece İslam aleminin değil insanlık tarihinin ulaştığı en yüksek medeniyetlerinden birisidir. Mimari, felsefe, sanat bilimin en büyük örneklerinin yer aldığı Endülüs 400 yıl süren bir yok etme işlemine maruz kalsa da etkileri hala sürmektedir. İspanyol bir fizik bilim insanı şunu söylemişti. “Eğer Endülüs kütüphanelerini yok etmeseydik bugün galaksiler arası yolculuk yapıyor olacaktık”. Böylesi bir medeniyetin yok olmasının iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi, inanç olarak birçok küçük gruba, parçalara bölünmeleri. İkinci neden de kendisini savunacak bir ordudan ve bu orduyu meydana getirecek yetenekten mahrum olmaları. Tarık Bin Ziyad’ın ordusunu yerini zamanla inancı parçalayıp küçük gruplara bölen sahte tanrılar alınca bu büyük medeniyet bir daha dirilmemek üzere yok oldu. Bunu çok iyi bilen Atatürk soruya Endülüs üzerinden en iyi cevabı vermiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.