MUZAFFER ÇEVEN

MUZAFFER ÇEVEN

BİLSEM Mİ, GÜLSEM Mİ?

BİLSEM Mİ, GÜLSEM Mİ?

Neyi bilsem mi, neyi bilmesem mi? Acınacak hâlimizi bilsem de, sonrasında gülsem mi hâlimize? Bilsem, bir türlü… Gülsem, bir türlü… Bilmezlikten gelmek, bir başka türlü… Nerede, nasıl ve neden konuşlandığımızı bilmek önemli… Haddimizi bilmek daha da önemli… ‘Bilsem’ derken, BİLSEM (Bilim Sanat Merkezi) de hedefimiz olmalı elbette… ‘Gülsem’ derken, maksadımız; yüzlerinde hep gülümseme görmek istediğimiz akıl küplerimizin, okulöncesi eğitim sürecindeki sevgili çocuklarımızın hep mutlu olmaları… Mutlu olmadan, gülümsemeden, özgüven olmadan, başarılı olabilmek; mümkün değil… Değer vermeden, değerler elde edebilmek hiç mümkün değil… Bilmeden, hareket edebilmek, rastgele yaşamaya eş değer durum… Bilelim, bilinçli olalım ve gülümseyelim… Mutluluğa ve başarıya giden yol bu… Bilgiyi içselleştirebilmenin, aksakal, bilge, duayen olabilmenin yolu bu…

Gülüvermek, gülümsemek, kişiliğimizin imzası; doğru ve etkili iletişim kurmamızda engelleri yıkan karakterimizin yansıması… En mahzun ve en kızgın olduğumuz anda, endişelerimizin, öfkelerimizin üstesinden gelebilmenin sinerjik etkisi olan sihirli ilacıdır gülüvermek… “Tebessüm/gülümsemek, kana en hızlı karışan ilaçtır.” (Charlie Chaplin)… Mâlum, “Yeryüzüne üç cemre düşermiş; yâr yüzüne, bir tebessüm düşünce.”… Hayatımızı zehir edip surat asmak ya da gülüvermek… Tercihlerimize göre yaşarız… Gül verin, gülüverin; gülü hak eden anneye-babaya-öğretmene, eşe-dosta, darda kalana, yolda kalana, gönlü buruk olana, pîr-i fâniye (yaşlılara), hele hele çocuklara… “Sevdiklerinize gül verin; gülünüz yoksa gülüverin.” (Hz. Mevlana)… İnsanın değeri; neye nasıl baktığı, ne görebildiği, ne anladığı ve sonuçta ne bildiği ile belli olur… İnsanın değeri, görebilme kapasitesiyle ölçülür… Görene, görebilene, gördüğünü anlayabilene, güzel bakabilene ve bilmediğini bilene sözümüz, elbette… “Güzel bakan güzel görür, güzel gören, güzel düşünür, güzel düşünen hayattan lezzet alır.” (Hz. Mevlana)… Bir gemideki birden fazla kaptan, aynı anda verecekleri farklı komutlarla gemiyi batırır… Biri ileri, biri geri, biri sağa, bir sola, biri akıntıya, biri bilinmez yöne doğru götürmek isterse gemiyi… Neticede gemi, aynı anda verilen komutlarla daha hareket edemeden alabora olur… Kaptanı kukla yapan birden fazla çokbilmiş kişinin aynı anda söylediklerine ve talimatlarına göre geminin seyri sefer yapabilmesi, abesle iştigal bir durum… Bu durumda, ‘bilsem mi, gülsem mi’ desek ne olur, demesek ne olur… Güzellik, baktığımız şeyde mi, nasıl baktığımızda mı? Güzellik, gözümüzün gördüğünde mi, gönül gözümüzün gördüğünde mi? En kötüsü, istemesek de bakmak zorunda olmak ve gülümseyerek gözyaşlarımızı içimize akıtarak için için ağlamak olsa gerek… Gerçekten, “Herkes aya benzer, kimseye göstermediği bir karanlık yüzü vardır.” (Mark Twain)… Bir gülsem, bir bilsem; işte böyle bir şey…

Gülüverince, her şey tozpembe olur… Böyle durumda görmek kolay; mühim olan, önceden görebilmek, öngörü sahibi olabilmek… Gözlerimizi ve kulaklarımızı kapattığımızda, görmek istemediğimiz kadar kör, duymak istemediğimiz kadar sağır oluruz… Belki en önemlisi, başkalarını görüp kendimizi görebilmeyi, göz bebeklerimize bakarak neyi nasıl yapabileceğimizi bilmemiz… Önceliğimiz, olduğumuz gibi görünebilmeyi başarabilmek olmalı… Beş duyumuzla görmeyi becerebilelim ki, altıncı ve bilemediğimiz bilmem kaçıncı duyularımızla görebilelim… Gecenin gündüz, gündüzün gece olmak için geçirdiği değişime bakabilmek, bakıp da görebilmek, hissedebilmek ve bilebilmek… Öncesi, ötesi ve üç nokta… Gülümsenin gücünü vurgulayan, sosyal medyada bilindik bir hikâye: Küçük bir kız çocuğu, okuldan eve giderken, yolda üzgün bir ihtiyar görmüş; ona gülümsemiş… Bu tebessüm, yaşlı adamı çok etkilemiş… Bir dostunun kendisine yapmış olduğu küçük ama önemli bir iyiliği hatırlamış ve ona bir mektup yazmış… Mektubu alan arkadaşı, eski bir dostundan gelen mektupla mutlu olmuş; lokantaya gitmiş, huzurla yemeğini yemiş; garsona bahşiş vermiş… Aldığı bahşişe çok sevinen garson, evine giderken yolda fakir ve aç birini görmüş; bahşişin bir kısmını ona vermiş… Çok aç olan yoksul da bir lokantaya gidip karnını doyurmuş; sonrasında, evinin yolunu tutmuş; yolda, yağmurdan ve soğuktan titreyen bir kedi yavrusu görüp kediyi evine götürmüş… Kedi soğuktan kurtulmuş… O gece yangın çıkmış… Yangını fark eden kedi olmuş, miyavlamaya başlamış… Fakir adam uyanmış ve hemen komşularını uyandırmış… Bir gülümseme sayesinde, birçok insan mutlu olmuş ve zarar görmekten kurtulmuş…

Paylaşılan bir gülücük, küçücük bir iyilik ve bilgi; kartopu gibi etkili, sihirli güç… ‘Gülsem mi, bilsem mi?’ demenin ötesine geçmeli her birimiz… Gülümseyen bir bilge yüz, olabilmek gerek… Bir tebessüm, günümüzü aydınlatabilir… Küçük doğru bir bilgi, hepimizi daha bilgili ve güçlü kılar… Tebessüm ve bilgi paylaşımı, sosyal etkileşimlerde birbirini tamamlar... Bir tebessüm, bilgi paylaşımını daha etkili ve samimi hâle getirir… Bir öğretmenin öğrencilerine gülümseyerek ders anlatması, öğrencilerin derse olan ilgisini ve motivasyonunu artırır… Bir iş yerinde bilgi paylaşımı sırasında samimi bir tebessüm, iş arkadaşları arasında güven ve işbirliğini pekiştirir… Tebessüm, evrensel ve pozitif iletişim dilidir… Gülümseme; kişilere mutluluk ve pozitif enerji yayar… Tebessüm etmek, vücutta endorfin (vücudun doğal ağrı kesicisi olarak nitelendirilen ağrı ya da stres durumunda salınan hormon) salgılanmasını artırarak stresi azaltır, hem tebessüm eden kişiye hem çevresindekilere rahatlama sağlar… Bir tebessüm, insanların birbirine güven duymasını sağlar… İş yerinde veya sosyal hayatta, güven ilişkilerin ve başarılı işbirliklerinin temelini oluşturur… Bilgi paylaşımı, bireyleri ve toplumu geliştirir… Bilgi paylaşımı, öğrenmeyi kalıcı kılar… Bilgi paylaşımı; fikirlerin ve teknolojilerin ortaya çıkmasını sağlar… Bilgi paylaşımı; iş yerlerinde ve okullarda, ekiplerin verimini artırır… Bilgi paylaşımı, toplumsal bağları güçlendirir…

‘Bilsem, hiç söylemez miyim?’ noktasından, bilmek için araştırayım, sorayım, sorgulayayım noktasına gelebilmek önemli… Mutlu ve başarılı olabilmek için, ihtiyacımız olan tek şey, tebessüm ve bilgi… Mesele, ‘bal satarken yüzümüzün sirke satmaması’ meselesi… Ekşi yüzlünün balı, güzel de olsa, müşteri için acı olur… Açılmaz kapıları, bir tebessüm açar… Açılan kapıları, bir öfke kapatır… Emek, bilgi ve tebessüm bir araya geldiğinde, sorunlar bile sorumluluk hâline dönüşür… Her bir sorun, imeceyle hallolur… İmece, toplumsal dayanışmanın ve yardımlaşmanın, düşünceden uygulamaya geçen versiyonu… İmece, el birliğiyle yardımlaşarak sorunların çözülmesi, işlerin yapılması... İmece, bir işin ucundan birlikte tutmanın hazzı, toplumsal değer olarak yüreklerin beyinlere köprü kurması… Bir gülücük, azıcık bir bilgi kırıntısı ve imece… Sonuç, huzur, başarı ve barış… Gerisi? “Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta? Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?” (Necip Fazıl Kısakürek)…

Hayatımızda neleri gördüğümüzü ve neleri göremediğimizi sorsalar, verebileceğimiz mantıklı cevabımız olmalı… Unutmayalım, gözlerimizle, bildiğimiz ve anladığımız kadar görebiliriz… Gülünce ve bilince, bilinçle, gönül gözüyle, görünmeyeni de görebiliriz, görüp de yıllarca göremediklerimizi, kendimizi geliştirerek, terbiyeyle, edeple, bilgiyle, irfanla, izanla algılayabiliriz; görebiliriz ve hissedebiliriz… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz dileğiyle…

Bu yazı toplam 965 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
MUZAFFER ÇEVEN Arşivi
SON YAZILAR