HİCRET VE HîCRİ YIL
Sakarya Gazetesi’ndeki ilk yazımda “Hicret Muharrem Ayında Olmadı” başlığı ile Efendimiz’in Hicret’e başladığı tarih ile Hicrî yılın ilk gününün arasında direk bir ilişki olmadığını yazmıştım. Geçtiğimiz Çarşamba Hicri 1437. yılın ilk günüydü, konuya girmeden önce geçen yıl yaptığımız duayı tekrarlayalım: Allah 1436. yılın şikayetinden bizi emin, 1437. yılı da hakkımızdaki hayırların kolayca nasip olacağı bir yıl eylesin.
Önceki yazıda da bahsettiğim gibi her hicrî yılbaşında aynı hata tekrar ediliyor ve hicretin yapıldığı zaman ile hicrî yılbaşının aynı zamanda olduğu söyleniyor. Geçen haftaki cuma hutbesini yine aynı hata yapılacak mı endişesi ile dinledim ancak konu yeni yıl olsa da hicretten bahsedilmedi, demek ki Diyanet itirazları dikkate almış.
Kısaca burada yapılan hatayı tekrarlayalım. Hicrîi yılın belirlenmesi Hz. Ömer zamanıda yapılan bir istişare ile yapılmıştır. Belirlenen, yeni takvim yılının başlangıcıdır, yoksa kullanılan aylarda bir değişiklik yoktur. Yapılan istişare sonrasında Efendimiz’in hicretinin gerçekleştiği yılın, başlangıç olması kabul edilir. Ancak bu hicretin Muharrem ayında olduğu anlamına gelmez çünkü istişare edilen sadece başlangıç yılıdır, yoksa Araplar’da yılın ilk ayı hicret öncesinde de, sonrasında da Muharrem ayıdır, Efendimiz’in hicreti ise Safer ayının son günlerinde, 26 Safer akşamı başlamıştır.
Hicretten söz açılmışken, bu önemli hadisenin bize verdiği diğer mesajların da üzerinde duralım. Söz ettiğimiz gibi hicret hadisesi Safer ayının sonlarında başlamıştır. Ay, kamerî ayların ortasında en belirgin şekilde görünür ve geceleri dünyayı aydınlatır, ay sonlarında ise hemen hemen görünmez ve aydınlatma yapmaz. Efendimiz’in hicret için bu tarihi seçmesi karanlığın en çok olduğu zamanda hareket etmek istemesindendir, Efendimiz sebeplere tevessül etmiştir.
Hicretle ilgili diğer bir önemli konu ise Efendimiz’in kılavuz seçimidir.
Malûmuâliniz, Efendimiz hicret için kendilerine kılavuzluk etmesi için Abdullah bin Üreykıt ile anlaşmıştır. Düşünelim, Mekke müşriklerinin Efendimiz’in canına kastettikleri, başına ödül koydukları bir zamanda hicret gerçekleşmiştir ve Efendimiz kılavuz olarak bir yakınını değil o zaman bir müşrik olan Abdullah bin Üreykıt’ı seçmiştir. Bu seçimi yaparkenki kriteri ise seçilen kişinin akrabası, yakını, dindaşı, can yoldaşlarından biri olması değil işinin ehli olmasıdır.
İşi ehline vermek emaneti ehline vermek olarak Kur’an-ı Kerîm’de emredilen hususlardan biridir. Efendimiz’in bir özelliği hayat-ı seniyyeleri boyunca daha sonra gelecek ayetlere de muhalif davranışı olmamasıdır. Efendimiz, daha sonra nazil olacak bu ayetin hükmüne de muhalif davranmamış ve hicret sırasında işi ehline vermiştir.
Günümüzü bir düşünelim, bir kaynak ihtiyacı olduğunda ilk bakılan ehil olması mı yoksa aynı partiden, aynı köyden veya şehirden, akraba vs olması mı? Belki de müslümanların en çok uzaklaştıkları ayetlerin başında bu ayet geliyor. Bırakalım düz müslümanları, müslüman cemaatler, oluşumlar, dernekler bile müntesiplerini bir yerlere getirmek için can atıyorlar. Bir yerde üyelerinden, sevenlerinden bir üst düzey yönetici varsa o yerde yine o cemaatten, oluşumdan çalışanların sayısı artıveriyor.
Yazıyı Efendimiz’in konu ile ilgili bir hadis-i şerifi ile noktalayalım. Efendimiz kıyameti soranlara şöyle buyuruyor: “İş ehil olmayana verilince kıyameti bekle…”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.