SİZCE VEFAKÂR MIYIZ?
Vefa, insanda olması gereken yüce bir özellik. Bütün canlıların kendi arasında yaşattığı, ama hassaten insandan beklenen, en çok da insana yakışan güzellik.
Vefa; sadakat, bağlılık, minnet duygusundan gelen vicdanî bir borç, sözünde durmak gibi manalar verilebilecek, insan için kıymetli bir haslet. İnsan ahlakının ve insan olma bilincinin yapı taşı, hayat veren unsur, insanın insana bağışlayacağı yaşama sevincinin temeli.
Vefa, insanı anlamada bir değer ölçüsüdür. İnsan kalitesini ölçme miyarıdır. Yaratılışındaki hedefe ulaşmada, Allah tarafından insanda olması beklenen insan hareketidir. Bunu da Kur’an-ı Kerim'den anlıyoruz ( Bakara, 40; Al-i İmran, 76; Araf, 172; Maide, 1).
Ayetleri incelediğimizde vefa, insanda inanma ölçüsü, inandığı çizgide olma ve kalma göstergesi, umduğuna kavuşması için bulunması gereken bir bağlılık duygusu olarak görülür. Yaratılış üzere varlığını devam ettirebilmesi için beklenen sadakatin tâ kendisidir.
Vefa, öncelikle Allah'ın insanlardan beklediği bir kul olma fiilidir. Allah’a verdiği “sana kul olacağım” sözüne sadakatin ifadesidir. Bu sözüne bağlı kalarak dünya yaşantısını sürdürdüğü ölçüde kulluğu değer bulacaktır. Hatta verdiği sözden her hangi bir sapma kabul edilmeyecek, bunun için hiç bir bahane ve mazeret de sayılmayacaktır. İşte verdiği bu sözüne gösterdiği vefa ile yücelecektir insan.
Yukarıda geçen ayetlerde, vefanın insanların kendi aralarında da bu şekilde bulunması ve yaşanması istenir. Zira insan, dünya yaşantısını sağlıklı ve kendi beklentilerine cevap bulacak doğrultuda sürdürmek isterse vefalı olmaktan başka seçeneği yoktur. Yalnız yaşayacak bir yaratılışa sahip değil, hayatını toplum olarak sürdürmek mecburiyeti içinde olduğu gerçeği ile yüz yüzedir. Allah tarafından konulan topluca yaşama kurallarına uymak, hem Allah'a karşı kulluk görevimiz olarak hem de içinde yaşadığımız topluma karşı ferdî sorumluluğumuz olarak vefa borcumuzdur.
Hepimiz bu toplumun fertleriyiz. Biz içinde yaşadığımız topluma ödememiz gereken yükümlülüklerimizle bağlıyız. Yükümlülüklerimizin her birini yerine getirdiğimiz ölçüde varız toplumda. Ancak bu oranda beklentilerimiz karşılanır. Sorumlu olduğumuz şeyleri yerine getirdiğimiz kadarıyla toplum menfaatlerinden istifade edebiliriz. Ya da toplum bize uymamız gereken kurallara sadakatimiz oranında yaşantı kalitesi sunabilir. Bu noktada her umursamazlık, her vurdumduymazlık bize ızdırap, elem, keder, kısaca yaşantıda kalite düşüklüğü olarak geri dönecektir. Bu da yaşama sevincinden mahrumiyet anlamına gelir. Ayrıca toplumun varlığını sürdürebilme sıkıntılarının baş göstermesi demektir.
İşte şimdi tam da bu noktada, özellikle içinde bulunduğumuz korona virüsü sıkıntılı günleri içinde kendimizi şöyle bir sorgulayalım:
Sağlık çalışanları virüsle mücadelede evlerine gidemeyip çocuklarını cam arkasından seyrederken, onlara duygularını gözyaşlarıyla anlatırken, onları gözleriyle sarmalarken, biraz olsun anne ya da baba özlemi ile kıvranan yavrularını göz önüne getirebildik mi? bizler emeklerine ne kadar saygı duyduk? Onlara vefa gösterip bu sıkıntıdan kurtulabilmek için ne kadar yardımcı olabiliyoruz?
Onlar korona belası üzerine, sırf bizler selamette kalalım diye gözü kapalı, meydan savaşında cenge gidercesine atılırken, biz duygularını ne kadar paylaşabildik? Kaldı ki bu süreçte, sırf mücadele çalışması içinde onlardan da onlarca vefat edenler oldu.
65 yaş ve üstü büyüklerimiz evlerinde sabrıyla baş başa bırakılıp, bizler cadde sokak vurdumduymaz vaziyette, tedbirleri tınlamaz dolaşırken hangi sorumluluk bizimdi? Onlara karşı vefakârlığın neresindeyiz?
20 yaş altı çocuklarımız deli tay misali önüne geçilmez gençlik heyecanlarına gem vurup evlerde hapis olurken, ya biz ne yaptık?
Polisimiz, jandarmamız, cami ve Kur’an Kursu görevlilerimiz, öğretmenlerimiz, Vefa Destek Gurubu görevlilerimiz mahalle mahalle, köy köy, kapı kapı dolaşıp, bu belanın sıkıntılarının hissedilmemesi için çare olmak yolunda seferber olmuş, bir an bile soluklanmazken, biz onları görmemezlikten gelip alınan tedbirlere kayıtsız kalırsak, emeğe ne kadar saygı göstermiş oluruz? Vefa denen, bizi insan olma noktasında yoklayan duygu ne kadar ağır basmış olur üstümüzde?
İş yerlerinin bir kısmı, üretime ya da çalışmaya ara vermek zorunda kalıp binlerce insanımız işsiz evlerine ekmek götürememenin ezikliği ile baş başa evlerinde çocuklarının bakışlarındaki sorulara cevap verememenin çaresizliğini yaşarken her ne kadar devletimiz onlara sahip çıksa da vatandaş olarak bizler, onların acılarına ne kadar ortak olabildik? Biz bize yeteriz diyebildik mi?
Fedakârlık güzel şey. En büyük fazilet, yüce bir insanî erdem. Toplumların en çok muhtaç olduğu haslet. Sosyal dayanışma içinde her fertten beklenen, herkesin âdeta vazifesi sayılan bir davranış modeli. Böyle iken acaba ne kadar fedakâr olabildik?
Yukarıdan beri fedakârlık yapan kesimleri örneklerle saydık. Toplumun bütününü tehdit eden bu korona virüsü belasının fedakârlık borcu sadece yukarıda sayılanların mı?
Korona virüsü mücadelemizde bu güne kadar sürdürülen çaba ve harcanan emeklere vefakâr olmadığımız gözüküyor. Zira ibre yeniden Korona virüsü lehine dönmüş ve tırmanışta gibi.
Vurdumduymaz olamayız. Bizim sorumsuzluğumuz başkalarının hakkını ihlali doğuruyor. Sağlık çalışanlarımız, bütün devlet çalışanlarımız, işini bekleyen çalışanlarımız, evlerinde üç aydır kısıtlama yaşayanlarımız bunca fedâkârlıkla mahrumiyet yaşarken bizim tedbirlere uyma isteklerine kayıtsız kalmamız vebaldir, kul hakkıdır.
Unutmayalım, boşa harcanacak emeğimiz ve vaktimiz asla yoktur. Bir an evvel bu hastalığın üstesinden gelmeliyiz. Bunun için de her birimize ayrı ayrı, tek tek sorumluluklar düşüyor. O da istenen bütün kurallara uymaktır. Şimdiye kadar elbette tedbirlere uymaya azami gayret gösterdik. Tamamen üstesinden gelinceye kadar devam etmeliyiz. Allah ülkemizi ve bütün insanlığı bu hastalıktan kurtarsın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.