AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

İBADETLERİN KİŞİLİK GELİŞİMİNE ETKİSİ

İBADETLERİN KİŞİLİK GELİŞİMİNE ETKİSİ

İnsan dünya hayatına bazı genetik özelliklerle doğar. Bu özellikler fizikî ve ruhî olarak insanın kişilik ve karakterini oluşturmaya etki eder. Ancak bunlar hiçbir zaman

ileride nasıl biri olunacağının garantisi değildir. Kişisel ve karakteristik özelliklerimizi, hazırda bulunan hususiyetlerimizin yerleşik hâle gelip gelmeyeceği, uzak yakın sosyal ve kültürel çevremizin bizi nasıl etkileyeceği ile şahsî gayretimiz ve irade gücümüzün kuvveti belirleyecektir. Kişinin Allah’a ve peygambere iman edip Müslüman olmasından sonra Allah’ın mükellef kıldığı ibadetlere muhatap olması kulluktaki samimiyetini gösterme fırsatını sunması açısından bir nimettir. Zira müsellem bir hakikattir ki insan kusurlardan ârî olarak yaratılmamıştır. İnsanda bulunan nankörlük, acelecilik, bencillik, cimrilik, unutkanlık ve hırslı olma gibi nefsânî özellikler Kur’an-ı Kerim’de açıkça zikredilmiştir. İnsanın bu özelliklerini en iyi şekilde bilen Yüce Allah, kulunu yaratıp başıboş bırakmamıştır(“İnsan, kendisinin yaratılıp başıboş bırakıldığını mı sanıyor?” Kıyâmet, 75/36.). Ona kulluğunu göstereceği vazifeler yüklerken bu vazifelerin derûnuna taat, sabır, diğergâmlık, cömertlik, merhamet gibi ahlaki ve karakter gelişimine etki edecek hususiyetleri de eklemiştir. Mümin kişinin Allah’ın kendisinden istediği kişilik ve davranış özelliklerine sahip olmak için çabalaması hayatın gayesini oluşturmaktadır. Bu sebeple salih amel işleyen ihlaslı bir Müslüman, Rabbinin rızasını kazanmak için daimî bir gayret içinde olacaktır. Bu gayret esnasında hatırda tutulması gereken en önemli husus ibadetlerin şeklî özelliklerinden ayrılmayan iç saiklerle bir bütün oluşudur. Bu kâmil manadaki ubûdiyyet ise Cibril hadisinde geçtiği üzere ihsan şuuruyla yani Allah’ı görür gibi ibadet etmekle elde edilebilir. Bu bilinçle namazını kılan, orucunu tutan, zekâtını veren, insanlara maddi manevi yardımda bulunan bir Müslüman gösterişten uzak kalarak riyadan kaçınır. Zira aklı başında hiç kimse nefsinin arzularına kapılarak emeğinin bu duygular yüzünden heba olmasını istemez.

Malumdur ki fıkıh kitapları ibâdât konuları ile, bu konu da tahâret bahsi ile başlar. Hz. Peygamber tarafından dinin direği olarak nitelendirilmiş olan namaz ibadeti, şartlarından biri olan abdest sayesinde kişiyi, günde en az beş defa bedeninin ve elbisesinin temizliğini kontrol etmeye sevk eder. Abdestle insan namaza hazırlanırken suyun sakinleştirici etkisi de gün içerisinde yükselen kaygı, stres ve öfke yüklerini hafifletir. Maddi ve manevi hazırlıkla Rabbinin huzurunda namaza duran kul kibir duygusuyla kıbleye yönelip başını secdeye koyamaz. Zira bilmektedir ki secdenin mahiyeti Rabbi tazîm etmek, nefsi ise alçaltmaktır. Bu sebeple kişi namaza başlarken bir şekilde dünyevî zaaflarla malûl olarak iftitah tekbirini almış olsa da bir anlık şuur ile dahi kendini toparlar, tevazu ve aczi kabul hâline bürünür. İslam dininde mahviyet sadece Yaradan karşısında mümkün olduğu için bu secde mümin kulu başka otoritelere karşı özgür kılar. Böylece Allah’tan ve O’nun emriyle peygamberinden başka herkese karşı da kâmil bir irade gösterme imkânı bulur.

Vakit namazları kulun zamanı doğru kullanma, sebat ve irade melekelerini güçlendirirken cemaatle kılınan namazlar ortak değerlere sahip bir topluluğa/ümmete mensup olmanın verdiği aidiyet ve güven duygusu ile bireyin daha güçlü sosyal ilişkiler kurmasını sağlar. Irk, dil, statü, zenginlik fakirlik ayırımı olmadan aynı safta namaz kılmak Hak önünde eşit olunduğu ve dünyevî farklılıkların arızi durumlar olduğuna dair ortak bir bilinç yerleştirir. Bayram namazları sevinci çoğaltırken cenaze namazları yası ve kederi beraber yüklenip azaltmayı sağlar. Bu özellik bilhassa aşırı derecede içe dönük kişilik yapılarına sahip olan ya da yaşadıkları zorluklar sebebiyle toplumsal bağlardan kopan kimselerin yitip gitmelerine engel olur, onları merhametle sarar sarmalar.

Namazın insana kazandırdıkları bunlarla sınırlı değildir. Hastalık, yolculuk ve korku durumlarında namazların nasıl kılınacağının düzenlenmiş olması kulun her durumda Rabbinin huzuruna çıkacağını, onun gözetimi altında olduğunu ihsas eder. Farz namazların yanı sıra insanın ihtiyaçlarına göre bazı nafile namazların da dinde ibadet olarak nitelendirilmiş olması da ayrıca dikkate şayandır. Susuzluk zamanlarında yağmur duasına çıkılması, bir dilek, ihtiyaç hâlinde hacet namazı kılınması, tövbede samimiyeti izhar için tövbe namazı kılınması ise kula her an ve her durumda Rabbine iltica edip dayanabilmenin kuvvetini verir.

Kişilik gelişiminde önemli bir yer tutan iradenin güçlendirilmesinde oruç ibadeti de ayrıca zikredilmelidir. Her ne kadar ilk bakışta zor görünse de orucun bedene faydaları inkâr edile- mez. Hz. Peygamberin “Oruç tutun ki sıhhat bulasınız.” hadisi, orucun bu yönünü vurgulamaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki bedenin isteklerine karşı durmak tek başına orucun ibadet olmasını sağlamaz. Orucu hakikatte ibadet yapan niyettir. Bu ibadeti tam bir şekilde ifa edebilmek ise niyetle beraber kötü söz ve davranışlardan nefsi korumakla mümkün olur. Aksi hâlde sadece bedenî bir riyazet yapılmış olacaktır. Oruç her ne kadar ferdî yapılan bir ibadetse de içtimai bir yöne de sahiptir. Ramazan ayının Müslüman topluluklarda oluşturduğu ortak bir kültür vardır. Bu ortak kültür de kişinin oruç ibadetiyle şahsiyet bazındaki kazanımlarına kadim bir geleneğe aidiyetin getirdiği güven duygusunu ekler.

Namaz ve oruç kişinin bedeniyle yaptığı ibadetler iken zekât, sadaka ve kurban ibadetlerinde mükellefin malı devreye girmektedir. Mal biriktirme sevgisi kulun nefsani özelliklerinden birisidir ki mali ibadetler bu menfi hasletten kurtulmakta muhteşem bir kapı açarlar. İnsan vere vere vermeyi benimser ve bu şekilde malından vazgeçmekte zorlanmaz. Vermeye vermeye de cebindeki akrepten kurtulup malına kıyamaz. Bu sebeple Müslüman’ın miktarı ve zamanı kendisine bırakılan sadaka ibadetinin yanında her yıl yerine getirmekle mükellef olduğu zekât ibadeti de bulunmaktadır. Ayrıca unutulmamalıdır ki herkes anadan babadan varlıklı olduğu için zekât mükellefi olmaz. Bazıları da dişinden tırnağından biriktirerek zekât mükellefi hâline gelir

ve o tasarrufundan da zekâtını verir. Toprağını ekip biçen, alın terini hasat eden çiftçinin de ürününden verdiğini dikkate aldığımızda canın yongası olan maldan Allah rızası için vazgeçebil- menin kişiye kazandıracağı sevap ve manevi tatminin de ziyade olacağı açıktır.

Namazla günde beş kez, zekâtla yılda bir kez, oruçla yılda bir ay ifa edilen ibadetlerin yanına ömürde bir defa yerine getirmekle mükellef olduğumuz hac ibadeti de katılmaktadır. Hac yukarıda saydığımız ibadetlerden farklı olarak hem bedenimizle hem de malımızla gerçekleştirdiğimiz bir ibadettir. Baştan sona sembolik anlamları olan menâsikin icrasının zorluğu “Hac meşakkattir.” ifadesinde dile dökülmüştür. Her ne kadar eskiye nazaran ulaşım imkânları çok daha gelişmiş ve konforlu olsa da belirli bir süre içerisinde, farklı ülkelerden farklı kültürlerden milyonlarca kişi ile birlikte, farklı bir iklim ve coğrafyada, kısıtlı bir zaman diliminde belli fiilleri yerine getirmek hac ibadetinin hâlâ meşakkatini devam ettirmesine yol açmaktadır. Tabii ki bu külfetler Müslüman’a nimetlerini de beraberinde getirmektedir. Hac ve umre ibadetleri İslam dininin kabul gördüğü coğrafya, rengini verdiği kültürlere dair muazzam bir tecrübe sunmaktadır. Bu ibadet esnasında belki de daha önce yaşadığı il dışına bile çıkmamış olan biri, farklı bir ülkeden gelen din kardeşiyle omuz omuza namaz kılmakta, tavaf yapmaktadır. Bu ibadetler sayesinde farklılıklarımızla beraber aynı ümmetin bir parçası olduğumuzu idrak ederek çeşitli konularda içimizde kökleşmiş taassup sarmaşıklarını söküp atarız. “Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner.”(Buhârî, Hac, 4.) hadisi haccın sunduğu taptaze başlangıçlar yapma imkânını bizlere müjdeler.

Dinî takvimin ay yılına göre belirlenmiş olması hayat boyunca farklı mevsimlerde farklı sürelerde ibadetleri yerine getirme tecrübesini kazandırır. Elbette tabii seyir içerisinde bu uyumun yakalanabilmesi çocukluk çağlarından itibaren ibadetlere alıştırılmakla daha mümkün olur. Özellikle namaz ve oruç gibi ibadetleri küçük yaşlarından itibaren ifa etmeye başlayan kişiler güdülerini kontrol ederek ve bu konuda devamlılık sağlayarak özgüvenli bireyler olurlar. İfade etmek gerekir ki bu özgüven yersiz bir gurur olmayıp izzet-i nefis sahibi olma anlamında müspet bir haslettir. İnsan ibadetleri yaparak ahiret hayatını inşa ederken eş zamanlı olarak dünya hayatını da inşa eder. Bu inşa kişinin iç dünyasının dengelerinde ve toplumla ilişkilerinde itidali kurmak, ifrat ve tefritten kaçınıp tutarlı davranışlar göstermekle gerçekleşir. İbadetleri ifa etmek insana böyle bir ahenk ve sebat kazandırır. İnsanın şartlara uyum kabiliyetinin gelişmesinde de ibadetlerin etkisi bulunur.

Son söz olarak her ibadetin farz kılınma gayesine uygun olarak eda edilmesi en doğru davranıştır. Ancak dinî bilgi eksiklikleri, hayat meşgaleleri gibi sebepler ibadetlerin olması gerektiği şekilde yapılmasına engel olabilir. Böyle bir durumda mükemmel kulluk edemesek de gayretimizi nihai haddine kadar sarf etmekten de vazgeçmeyiz. “Gücünüz yettiği nispette Allah’tan korkunuz”(Tegâbün, 64/16.) ayeti ve onun açıklaması mahiyetindeki “Bir şey bütünüyle elde edilemez ise tamamen de terk edilmez.” kaidesi şiarımız olur. Daha önce günah olan davranışları işlediysek de ye’se düşmeyerek tövbe eder ve salih amellerimizi arttırma yoluna gideriz. Zira hadis-i şerifte geçtiği üzere kötü davranışların bıraktığı iz ancak iyi davranışlarla giderilir.(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 35/384.)

Kaynak: Hz. Peygamber ve Şahsiyet İnşası (DİB) Yayınları

Hazırlayan: Ümmühan BAYRAKÇI/Bilecik Müftülüğü İl Vaizi

Bu yazı toplam 327 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR